22 Haziran 2017 Perşembe

Sermayeye Kıyak İşçiye Hak Gaspı Reva Görüldü; Cumartesi ve Pazar günleri tatil hakkı ortadan kalkıyor!

1924 yılında çıkarılan ve haftada bir gün tatil yapılmasını zorunlu kılan Hafta Tatili Kanunu kaldırılıyor! Böylece çalışanlar Cumartesi ve Pazar günleri de tatil vermeden çalıştırılabilecek.
Cumartesi ve Pazar günleri tatil hakkı ortadan kalkıyor hafta tatili kanun yasa
TBMM’de kabul edilen ve önümüzdeki günlerde uygulamaya geçecek olan Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Kanunu ile Cumartesi ve Pazar günleri tatilinden üniversitelerde çalışanlara, Ar-Ge alanında istihdam edilenlerden iş sağlığı ve güvenliğine kadar birçok alanda değişiklik olacak. İşte o değişiklikler…
Hafta tatili kalkması ne anlama geliyor?
Bundan tam 93 yıl önce, 1924 yılında, çıkarılan ve haftada bir gün tatil yapılmasını zorunlu kılan Hafta Tatili Hakkındaki kanun artık kalkıyor. Yani Cumartesi ve Pazar günleri tatil yapma hakkı kanunen ortadan kaldırılıyor. Gerekçe ise, özellikle sanayi işletmelerinin her yıl hafta tatili günlerinde çalışabilmek için belediyelerden hafta sonu çalışma ruhsatı almalarının işletme sahiplerine ek yük getirmesi. Böylece, yeni düzenleme ile iş yerleri açısından artık hafta sonu çalışma kolaylaşmış olacak. Böylece Cumartesi ve Pazar günleri tatil olmaktan resmen çıkmış olacak. Yürürlükten kalkan yasa, aynı zamanda işçilerin haftada 6 günden fazla çalışmasını da yasaklıyordu.


Ben Yerine Biz Olmayı Başarmalıyız..!
Bencilliği körükleyen ve kolektif hareket etmeyi beyhude bir çaba olarak gören-gösteren kapitalist sistemin koşulladığı ortamda yetişen insanlarla öncelikle bencillikle eğitilip yetiştiriliyor. Devrimci hareketin kadro ve sempatizanlarını da kapitalist sistemin kuşattığı ortamda yetişen insanlar oluşturuyor. Buradan hareket ettiğimizde bencilliği ideolojik-politik ve kültürel kodlarına karşı sürekli bir ben yerine biz olma kolektif savaşımı içinde olmalıyız.
Nitekim Işık huzmelerini gözlemlemek, süzüp ayrıştırmak, anlamlaştırmak ve anlatabilmek ise farklılık ister. Bu farklılık bilincin öngörüsüyle olasıdır. Sığlıktan derinliğe, derinlikten sığlığa hareketlenmeleri çözümleyebilme yetisi bilginin kılavuzluğunda gerçekleşebilir. Bu bilinç salt istatiksel birikimden ibaret değildir. İstatikseli yaşamın içerisinde objelerle bütünleştirmektir. Somutu - soyutu, geçmişi – geleceği parçalamadan olguları doğru zemine oturtabilmektir.
Renk yoğunluğunda sadeliği yakalayabilmek ve her renkte düşünebilmek, tabloyu özümsemek, çözebilmek defalarcasına herkesin anlayabileceği tarzda yaşamın kendisini örgütleyebilmek bilincin vazgeçilmezi olmak zorundadır. Bilinç geçmişin yorgun savaşçısı olamayacak kadar önemli ve üretken olmak durumundadır. Öğrenmek ego tatminiyle sınırlı olamaz… olmamalıdır da…
Bir arada yaşam ilkesinin temeli aydınlanmanın herkes için gerekliliğini vurgular. Bu anlamda öğrenmek, öğretmek, sorunlarla yüz yüze gelerek çözümlemek kaçınılmazımızdır.
Yaşadığımız çevrenin sorunsallarını irdeleyerek, çözüme yönelik formülasyonları vücuda geçirmek, kendimizi adlandırdığımız “insan” odaklı görev anlayışımızla bütünleşmemizde hayat bulabilir ve bulmalıdır.
Burada yaşayacağımız temel sorun, olaylara farklı açılardan yaklaşmak değil (ki bu zenginliğin ifadesi olabilir) asgari müştereklerde buluşabilmek, çözümü üretmek, sonucu örgütlemek, farklılıkları bir potada eritebilmek olmalıdır. Nihai amacın insan yaşamını mutlandırmak adına çaba sarf etmek olduğunu düşünürsek, ayrışmaların, kırgınlıkların ya da kızgınlıkların veya çatışmaların hiç kimseye yararının olmayacağı ayan beyan ortadadır.

Bu süreçte insan egosunun dayattığı Ben yerine, yani birarada kolektif yaşamın öngördüğü Biz olgusunu çalıştırmak zorunludur. Bir elle yapamadığımız her şeyin, iki elle yapılabileceğini süreç içinde gördükçe dar olan bu çerçevenin giderek genişlediğini gözlemleyeceğiz.