1924 yılında çıkarılan ve haftada bir
gün tatil yapılmasını zorunlu kılan Hafta Tatili Kanunu kaldırılıyor! Böylece
çalışanlar Cumartesi ve Pazar günleri de tatil vermeden çalıştırılabilecek.
Cumartesi ve Pazar günleri tatil hakkı
ortadan kalkıyor hafta tatili kanun yasa
TBMM’de kabul edilen ve önümüzdeki
günlerde uygulamaya geçecek olan Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin
Desteklenmesi Kanunu ile Cumartesi ve Pazar günleri tatilinden üniversitelerde
çalışanlara, Ar-Ge alanında istihdam edilenlerden iş sağlığı ve güvenliğine
kadar birçok alanda değişiklik olacak. İşte o değişiklikler…
Hafta tatili kalkması ne anlama geliyor?
Bundan tam 93 yıl önce, 1924 yılında,
çıkarılan ve haftada bir gün tatil yapılmasını zorunlu kılan Hafta Tatili
Hakkındaki kanun artık kalkıyor. Yani Cumartesi ve Pazar günleri tatil yapma
hakkı kanunen ortadan kaldırılıyor. Gerekçe ise, özellikle sanayi
işletmelerinin her yıl hafta tatili günlerinde çalışabilmek için belediyelerden
hafta sonu çalışma ruhsatı almalarının işletme sahiplerine ek yük getirmesi.
Böylece, yeni düzenleme ile iş yerleri açısından artık hafta sonu çalışma
kolaylaşmış olacak. Böylece Cumartesi ve Pazar günleri tatil olmaktan resmen
çıkmış olacak. Yürürlükten kalkan yasa, aynı zamanda işçilerin haftada 6 günden
fazla çalışmasını da yasaklıyordu.
Ben Yerine Biz Olmayı Başarmalıyız..!
Bencilliği körükleyen ve kolektif
hareket etmeyi beyhude bir çaba olarak gören-gösteren kapitalist sistemin koşulladığı
ortamda yetişen insanlarla öncelikle bencillikle eğitilip yetiştiriliyor.
Devrimci hareketin kadro ve sempatizanlarını da kapitalist sistemin kuşattığı
ortamda yetişen insanlar oluşturuyor. Buradan hareket ettiğimizde bencilliği
ideolojik-politik ve kültürel kodlarına karşı sürekli bir ben yerine biz olma
kolektif savaşımı içinde olmalıyız.
Nitekim Işık huzmelerini gözlemlemek,
süzüp ayrıştırmak, anlamlaştırmak ve anlatabilmek ise farklılık ister. Bu
farklılık bilincin öngörüsüyle olasıdır. Sığlıktan derinliğe, derinlikten
sığlığa hareketlenmeleri çözümleyebilme yetisi bilginin kılavuzluğunda
gerçekleşebilir. Bu bilinç salt istatiksel birikimden ibaret değildir.
İstatikseli yaşamın içerisinde objelerle bütünleştirmektir. Somutu - soyutu,
geçmişi – geleceği parçalamadan olguları doğru zemine oturtabilmektir.
Renk yoğunluğunda sadeliği
yakalayabilmek ve her renkte düşünebilmek, tabloyu özümsemek, çözebilmek
defalarcasına herkesin anlayabileceği tarzda yaşamın kendisini örgütleyebilmek
bilincin vazgeçilmezi olmak zorundadır. Bilinç geçmişin yorgun savaşçısı
olamayacak kadar önemli ve üretken olmak durumundadır. Öğrenmek ego tatminiyle
sınırlı olamaz… olmamalıdır da…
Bir arada yaşam ilkesinin temeli
aydınlanmanın herkes için gerekliliğini vurgular. Bu anlamda öğrenmek,
öğretmek, sorunlarla yüz yüze gelerek çözümlemek kaçınılmazımızdır.
Yaşadığımız çevrenin sorunsallarını
irdeleyerek, çözüme yönelik formülasyonları vücuda geçirmek, kendimizi
adlandırdığımız “insan” odaklı görev anlayışımızla bütünleşmemizde hayat
bulabilir ve bulmalıdır.
Burada yaşayacağımız temel sorun,
olaylara farklı açılardan yaklaşmak değil (ki bu zenginliğin ifadesi olabilir)
asgari müştereklerde buluşabilmek, çözümü üretmek, sonucu örgütlemek,
farklılıkları bir potada eritebilmek olmalıdır. Nihai amacın insan yaşamını
mutlandırmak adına çaba sarf etmek olduğunu düşünürsek, ayrışmaların,
kırgınlıkların ya da kızgınlıkların veya çatışmaların hiç kimseye yararının
olmayacağı ayan beyan ortadadır.
Bu süreçte insan egosunun dayattığı Ben yerine,
yani birarada kolektif yaşamın öngördüğü Biz olgusunu çalıştırmak zorunludur.
Bir elle yapamadığımız her şeyin, iki elle yapılabileceğini süreç içinde
gördükçe dar olan bu çerçevenin giderek genişlediğini gözlemleyeceğiz.