Mülteciler, 2017 yılında 20 Haziran
Dünya Mülteciler Günü’ne önceki yıllara göre çok daha umutsuz giriyor.
Birleşmiş Milletler verilerine göre yerinden edilen nüfus geçen yıla göre artış
göstererek 65 milyonu geçmiş durumda. Bunun 17 milyondan fazlasını başka bir
ülkede sığınma arayan, yani mülteci hukuku kapsamındaki kişiler oluşturuyor.
Çoğunluğu Suriyeli olmak üzere 3 milyonun üzerinde mültecinin sığındığı Türkiye,
en çok mülteci nüfusunun olduğu ülkelerin başında yer alıyor.
Türkiye, Cumhuriyet’in kuruluşundan 90
yıl sonra, 2013 yılında ilk kez göçmen ve mültecilerin hak ve yükümlülüklerini
düzenleyen bir yasa çıkardı. Bu yasayla ilk kez göçmenlerin ve mültecilerin
işlemlerini yürütmek üzere uzman bir kurum olan Genel Müdürlük kuruldu.
Suriye’den yüz binlerce kişi başka ülkelere sığınmanın yollarını ararken
Türkiye’nin attığı bu adımla mültecilerin haklarını garanti altına alıyor
olması takdirle karşılandı.
Ne var ki, dört yılın sonunda yasanın
uygulanması sırasında ortaya çıkan hatalar ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün
işleyişindeki aksamalar nedeniyle Türkiye ne yazık ki benzer bir takdir görecek
noktada değil. Geçen süre zarfında mültecilerin hakları ihlal edilmeye ve
hukuki güvenceler hiçe sayılmaya devam etti. 29 Ekim 2016 tarihinde yayımlanan
676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname de Türkiye’de mültecilerin haklarının o
kadar kolay tesis edilemeyeceğini bir kez daha gösterdi.
Mültecilerin aciliyeti vatandaşlıktan
önce mülteci statüsü
Türkiye’nin taraf olduğu 1951 Cenevre
Sözleşmesi ve 2013 yılında kabul edilen Yabancılar ve Uluslararası Koruma
Kanunu’nda ortaya konan hukuki güvenceler, yayımlanan KHK ile bir çırpıda
ortadan kaldırıldı. Bu KHK ile idarecilere ‘mültecilik’ diye tanımlanan
uluslararası korumanın ve uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri olan
geri göndermeme ilkesini, “kamu güvenliği”, “kamu düzeni” ve “terör” gibi
istisnalarla kaldırma yetkisi verildi. Böylece, Türkiye’ye sığınan herhangi bir
mülteci; işkenceye, insanlık dışı ya da küçük düşürücü davranışa maruz kalma
ihtimali bulunsa ve hatta yaşam hakkının ihlal edilme riski olsa bile, güvenlik
makamlarının vereceği bir kararla ülkesine geri gönderilebilecek. KHK metnini
hazırlayan uzmanlar, yeni düzenlemede yargı denetimini devre dışı bırakarak,
sınır dışı işlemi gibi telafisi imkânsız hayati bir kararın yargı denetimine
gerek kalmaksızın gerçekleştirilmesi için güvenlik makamlarına tam yetki
vermiştir. Dahası, yargıya başvurulmuşsa dahi yargı sürecinin tamamlanması
beklenmeden sınır dışı işleminin gerçekleştirilmesi de bu değişiklik kapsamında
mümkün hale gelmiştir.
Avrupa Birliği’nin Türkiye kara sınırına
ördüğü tel örgü ve duvarlar Türkiye’ye de ilham kaynağı olmuş, Suriye sınırı
boylu boyunca yüksek sınır duvarı örülmeye başlanmıştır. Benzer bir duvarın
yakın zamanda İran sınırına da inşa edileceği yetkililer tarafından açıklandı.
Suriyeliler: Nefret bizi daha çok üzüyor
Ortadoğu’daki çatışma ve şiddet ortamı
gittikçe yaygınlaşırken İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer verilen
“sığınma hakkı”, Türkiye’de ve Avrupa Birliği ülkelerinde giderek tehlikeye
düşüyor ve mülteciler açısından çok daha maliyetli bir hal alıyor. Duvar ve tel
örgüleri aşanlar ise, Türkiye’de uluslararası hukuka aykırı nitelikteki 676
sayılı KHK ve AB-Türkiye Mülteci Mutabakatı kapsamında geri gönderilme riskiyle
karşı karşıya.
Tüm devletler, sorumluluklarından kaçıp
mültecilerin ihtiyaçlarını karşılamayı birbirine yüklemenin yollarını ararken;
Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak gibi yerinden edilen nüfusun yoğun olduğu
ülkelerde yaşayan mülteciler zor koşullar altında hayatta kalma mücadelesine
devam ediyor. İnsanların ülkelerini terk etme nedenlerine her gün bir yenisi
eklenirken; bir yandan, devletlerin mültecileri kendi topraklarına girişlerini
engelleme çabaları artıyor, diğer yandan mültecilere verdikleri kısıtlı destek
ise daha da azalıyor.
17 yaşındaki Halepli Ahmet, günde 14
saat çalışıyor
TÜRKİYE NE YAPMALI?
Türkiye’nin, 90 yıl beklediği hukuki
düzenlemeleri uygulamaya geçirmesi için bir 90 yıl daha bekleme lüksü yok.
Askıya alınan güvencelerin 676 sayılı KHK iptal edilerek en kısa zamanda
uluslararası standartlara tekrar uygun hale getirilmesi gerekiyor. Bununla
beraber 1951 Cenevre Mülteci Sözleşmesi’ne konulan coğrafi sınırlama
kaldırılmalı ve diğer insan hakları belgeleri ile uyumlu düzenlemeler
yapılmalı.
Türkiye’nin ayrıca çalışma hakkı gibi
insanların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için zaruri olan temel haklar
tesis ederek mültecilerin emek sömürüsüne neden olan koşulları ortadan
kaldırması da büyük önem taşıyor. Bu anlamda mülteci nüfusuna yeterli ekonomik,
sosyal ve kültürel haklar lütuf olarak değil, temel bir insan hakkı olarak
verilmelidir.
Ama belki hepsinden de önemli olan,
hükümet ve kamu yetkililerinin, siyasi partilerin, basının ve kamuoyunun
sorumluluğunu yerine getirerek, söylemleri ve uygulamaları ile ayrımcılığı
ortadan kaldırmalarıdır. Mültecilere Türkiye’de insan haklarına uygun bir statü
ve yaşam sürdürebilmeleri konusunda umut vermek adına hem Türkiye hükümetine
hem de toplumun her kesimine büyük iş düşüyor.
Volkan GÖRENDAĞ
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi
Mülteci Hakları Koordinatörü