15 Haziran 2017 Perşembe

İslami topluma doğru iki adım…..!

Yakın zamanda HDP Sözcüsü sayın Osman Baydemir hakkında yeni bir fezleke haberi yansıdı basına. Nedeni olarak Sayın Osman Baydemir Diyarbakır belediye başkanı olduğu dönemde Alevilerin ibadethanesi olan cem evi yapılması için arsa tahsis etmesi gösterilmiş ve denmiş ki ‘laik bir ülkede dini konularda faaliyet göstermek kamusal bir faaliyet değildir’
Bu saldırı, sadece Osman Baydemir’ e ve onun şahsında Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yapılan bir saldırı değildir ve öyle görülmemelidir. Şüphesiz HDP’ye çalışanlarına, yönetici ve milletvekillerine, yıllardır yapılan kuralsız ve ölçüsüz saldırılar ortadadır ve bunların kabul edilmesi mümkün değildir. Ancak bu saldırının bir başka yönü de bulunmaktadır ki o daha az önemli değildir. Erdoğan yargısının savcıları bu fezlekeyi aynı zamanda, Alevilere yönelik bir saldırı olarak gerçekleştirmiş bulunmaktadırlar.
Bu saldırı şaşırtıcı değil. Erdoğan diktatörlüğü, Türk devletinin rutin özellik ve uygulamanın dışında, kendine has bir diktatörlüktür ve bu diktatörlük, İslami yaşam tarzını toplumun ve dahası dünyanın her tarafına yaymayı amaçlayan bir diktatörlük olarak tasarlanmaktadır. Kimse bu gerçeği gözardı etmemelidir, vebalı büyük olur. Erdoğan’ın ve oluşturmak istediği diktatörlüğün bu yönünü anlayamazsak, yaşanan gelişmeleri de doğru anlayamayız.
Erdoğan, kendisini, ‘batı dünyası tarafında aşağılanan, horlanan büyük İslam aleminin koruyucu, kollayıcı Halifesi’ olarak görmektedir. Dolayısıyla Erdoğan, bu misyonunu yerine getirmesi için dedesi Yavuz gibi düşünmekte ve tüm politikalarını bu zihniyete göre oluşturmakta, uygulamaktadır. Bu nedenle Erdoğan, kendisine engel olarak gördüğü, Gezi ayaklanmasını çıkartan, her gittiği yerde karşısına çıkan ve daha da önemlisi, topluma dayattığı/dayatmak istediği İslami yaşam tarzına, uymayacağı çok açık olan Alevileri, ‘yola getirmeyi’ önemli görevlerinden birisi olarak önüne koymuş bulunmaktadır.
Erdoğan’ın 15 yıllık iktidar döneminin bir günü yoktur ki Alevilere bir saldırı, bir taciz olmamış olsun. Aleviler, yakın tarihin hiç bir döneminde bu dönemde tartışıldıkları kadar tartışılmadılar. Alevilerin sorunlarının çözüleceği, haklarının verileceği yalanının en çok revaçta olduğu sözde iyi sanılan zamanlarda bile Alevilik, rencide edilmeye, aşağılanmaya çalışıldı. Bu amaçla, gün oldu, Aleviliğin ritüelleri düzenlenmeye, ‘Ali’yi sevmek Alevilikse ben de Aleviyim’ denerek Alevilik biçimlendirilmeye çalışıldı. Başka bir gün, Alevi katliamlarının uygulayıcıları, Aleviliğe hak verici olarak taltif edilmek istendiler. Gün oldu, meydanlarda güruh haline getirilmiş yığınlara Alevilik yuhlatıldı. Gün oldu, katledilen Alevi çocuğu Berkin Elvan’ın annesine yine güruhların önünde hakaret edildi.
Ara verilmeden, Maraş- Terolarda olduğu gibi Alevilerin, kadim toprakları gasp edilmek istendi. Bu listeyi uzatmak hiç zor değil. Erdoğan iktidarının tamamında, sistemli ve planlı olarak, Aleviler, hep aşağılandı, ezilmek istendi, ötekileştirilerek varlıklarına ve onurlarına saldırıldı.
Özetle Erdoğan Alevileri hiç sevmedi. Ancak durum bundan ibaret olsaydı, sorun daha az vahim olabilirdi. Erdoğan Alevileri, hep düşman olarak gördü, düşman gibi davrandı ve yukarıda belirtildiği gibi, bu şekilde davranmayı temel politika olarak belirlemiş bulunmaktadır. Çünkü Erdoğan’ın tasarladığı Türk -İslam devleti için sunni olmayan bütün dini topluluklar, yok dilmesi gereken topluluklardır.
Bu durum Türk devletinin rutin politikalarından farklıdır. Kemalist Türk devletinin Alevilere yönelik politikası, iki yönlü bir politika olarak sürdürülmüştür. Bir yanda Alevileri güçsüz takatsiz bırakmak için katliamlarla zayıflatıyorken, diğer yandan da Kemalizmin toplumsal dayanağı haline getiriyor, demokrasinin ve laikliğin bekçisi olarak konumlandırıyor, değerlendiriyordu. Gerçekten de Kemalizmin oluşturmak istediği batıcı toplum projesi, Alevileri İslami gericiliğe karşı önemli toplumsal bir bariyer olarak tasarlamış ve konumlandırmıştır. Kemalist Türk devleti, gücünden, iradesinden kopartılarak varlığı avantaja dönüştürülmek istenen Alevilere, Erdoğan dönemine kadar bu paradigmayla yaklaşılmıştır.
Ancak Erdoğan’ın İslami gericiliğe dayandırmak istediği diktatörlüğünün Alevilere ihtiyacı kalmamıştır. Yeni Türk -İslam devletinde Aleviler, fazlalık oluşturmaya başlamışlardır. Alevilerin
dinsel farklılıkları, yaşam biçimleri, dünya görüşleri, demokratik muhalefetin ana toplumsal dayanağı olması gibi özellikleri, Erdoğan diktatörlüğünün Alevileri, ‘mutlaka yok edilmesi gereken bir toplumsal kesim’ olarak belirlemesine yol açmıştır. Tabii ki bu düşmanlığın, dinsel farklılıktan doğan köklü ve tarihsel bir kaynaktan beslendiğini de belirtmek gerekir. Bu nedenle Erdoğan, Alevileri de Aleviliği de yok etmek istiyor ve bu niyet ve politikasını gizlemiyor, her durumda ve her fırsatta bu politikalarını hayata geçirmeye çalışıyor.
Osman Baydemir için düzenlenmiş olan fezleke, bu politikalarının yeni ve en son uygulamasıdır. Dolayısıyla Erdoğan’ın Alevilere saldırısı sıradan, rutin bir uygulama olarak görülmemelidir. Erdoğan’ın Alevilere saldırısı, temel stratejik bir politikadır. Erdoğan’ın Alevilere karşı bu saldırıları, sadece Alevileri ilgilendiren saldırılar olarak görülmemelidir. Bu saldırılar, toplumun tüm kesimlerine ve insanlığın bütün değerlerine yönelik olarak yapılmaktadır ve belirtilen saldırılar bu şekilde ele alınmalıdırlar. Çünkü saldırılan hedef ve değerler, Aleviliğin otantik değerlerinden ibaret değildir. Bu saldırılarla hedef alınanların tamamı insanlığın değerleri ve birikimleridirler. Kısacası bu saldırılarla insanlık hedef alınmakta, insanlığın büyük emeklerle ve kutsal bedellerle elde edilmiş kazanımları ve yaratılmış değerleri yok edilmek istenmektedir.
Erdoğan diktatörlüğünün bu saldırılarını, tek biçim olarak, doğrudan Alevilere yönelik saldırılar şeklinde sürdürmemektedir. Kısa süre önce metrolarda kadınların ayrı oturacağı vagonlar tahsis
edildi. Bu durum, bütün kadınlara yönelik bir saldırıdır. Onlara güvenmeyen, onların kendilerini koruyamayacaklarını, korunmaya muhtaç olduklarını ifade eden bu yaklaşım kadına da, topluma da
saygısızlıktır. Bu alçakça yaklaşım, kendi ahlaksızlıklarının kaynağını kadına yükleyen bir zihniyetin ürünüdür.
Dine dayandırılan bu zihniyetin günlük politikaya ve yaşama uyarlanması, tüm toplumun karşı karşıya bulunduğu tehdidin çapını göstermesi açısında önemlidir. Erdoğan’ın belediyesinin ortaya koyduğu bu kabul edilmez zorbalık, kadınların korunması kılıfıyla ve bin bir türlü yalan eşliğinde topluma sunulmaktadır. Halbuki Erdoğan yönetimi boyunca, bütün toplumun gözleri önünde yaşanan kadın kırımlarının, çocuklara karşı işlenen ahlaksız suçların, sözde kurumlarda yaşanan tecavüz vakalarının hadi hesabı yoktur. Bu vicdan sızlatan, yürek parçalayan korkunç ahlaksızlıklara karşı, bu devletin nasıl da hoşgörü içinde davrandığı bilinmekte, görülmektedir. Türk devletinin kadınları korumak amacıyla, metro vagonlarını ayırmasının, amaca hizmet edecek
hiç bir boyutu yoktur ve kimsenin de Erdoğan’ın bu yalanlarına inanması beklenmemelidir.
Erdoğan iktidarının/belediyesinin başlattığı ve sözde kadınların korunmasını amaçlayan bu gerici uygulamanın asıl amacının Erdoğan’ın temel politikalarının bir pratiği olduğunu belirlemek gerekir. Söz konusu uygulamanın basit bir durum olarak görülmesi büyük bir yanılgı olacaktır. Erdoğan bu ve benzeri uygulamalarla, tasarladığı İslami toplumu yaratmaya, buna muhalif olan kesimleri bu gerçeğe alıştırmaya çalışmaktadır. ‘Ayrı vagon’ uygulamasının İslami toplumu yaratmak amacına doğru atılmış bir adım olduğunu görmek için yüksek zekalı olmaya gerek yoktur.
Toplumu İslami kurallara göre dizayn etmenin yeni bir adımı olan bu uygulamanın kabul edilmesi, engellenemeyerek pratikleşmesi halinde, bunların devamı, katlanarak gelecektir. Bu ve
benzeri uygulamalarla, her ne kadar doğrudan Alevilik hedef alınmamış gibi görünse de, işin aslı tam tersinedir. Çünkü bu ve benzeri uygulamalar, daha çok Alevilerin yaşam tarzını aşağılamakta onları rencide etmektedir. Alevilerin kadın- erkek bir arada olma anlayışlarının sapkınlık olarak tanımlanması, bu anlayıştan beslenmektedir. Böylece, bu uygulamayla Alevilik itham edilmekte, aşağılanmaktadır.
Erdoğan’ın bu politikası, Türk devletinin rutin politikası değil, Erdoğan’ın İslami devlet ve toplum yaratma politikasının bir parçasıdır ve rutin dışıdır. O nedenle Erdoğan’nın bu politikalarına karşı başta Aleviler olmak üzere tüm demokrasi güçleri, en kararlı, en net ve en önemlisi de, rutin dışı, yeni, özgün yol, yöntem ve araçlarla mücadele etmelidirler.
Eğer bu saldırılara ve spesifik olarak ayrı vagon uygulamasına karşı, zamanında ve etkin bir karşı koyuş geliştirilemez ve bu ahlaksız uygulama engellenemezse, sonuçları tüm toplumun teslim alınmasına doğru sürdürülmek istenecektir. Bu yolla vw şekilde oluşturulacak olan toplumsal baskıyla tüm kadınlar, bu uygulamaya uymak zorunda bırakılacaklardır.
Türkiyenin demokrasi güçleri ve Alevi örgütlülüğü, bu gelişmelere karşı sadece mücadele etmeye değil, aynı zamanda bu mücadeleyi kazanmaya mahkumdurlar. Erdoğan’ın ve belediyelerinin geliştireceği bu tür uygulamaları ret edilmeli, engellenmelidir. Bu durum, acil ve zorunlu bir görev olarak ele alınmalıdır. Hiçbir mazeret, hiç bir yetersizlik ve hiç bir eksikiik bu tarihi mücadeleden, ihmale düşmeyi ve kaybetmeyi haklı çıkartamaz. Bu anlamda özellikle Alevi örgütlüğünün, yapılanlardan daha fazlasını yapması gerektiği açıktır.
Avrupa da ve ülkede önemli bir örgütlülüğü bulunan Alevilerin, kendi yaşamlarına yönelik bu saldırıları püskürtebilecek gücü ve enerjiyi taşıdığını söylemek, buna inanmak yanlış değildir. Bütün mesele bu sürecin planlı bir pratiğe dönüştürülmesidir. Türkiye’nin demokrasi birikimi, Kürtler, Aleviler, demokratlar, sosyalistler ve tüm ezilenler, karanlıklar prensinin karanlık hesaplarını bozacak güce, yeteneğe ve basirete sahiptir. Erdoğan, afra tafra atarak toplumu etkilemeye, yalanlarına inandırmaya çalışmaktadır. İnanmayın palavra..
Biz kazanıyoruz, onlar kaybediyorlar..

Aziz Tunç