Yakın zamanda HDP Sözcüsü sayın Osman
Baydemir hakkında yeni bir fezleke haberi yansıdı basına. Nedeni olarak Sayın
Osman Baydemir Diyarbakır belediye başkanı olduğu dönemde Alevilerin
ibadethanesi olan cem evi yapılması için arsa tahsis etmesi gösterilmiş ve
denmiş ki ‘laik bir ülkede dini konularda faaliyet göstermek kamusal bir
faaliyet değildir’
Bu saldırı, sadece Osman Baydemir’ e ve
onun şahsında Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yapılan bir saldırı değildir
ve öyle görülmemelidir. Şüphesiz HDP’ye çalışanlarına, yönetici ve
milletvekillerine, yıllardır yapılan kuralsız ve ölçüsüz saldırılar ortadadır
ve bunların kabul edilmesi mümkün değildir. Ancak bu saldırının bir başka yönü
de bulunmaktadır ki o daha az önemli değildir. Erdoğan yargısının savcıları bu
fezlekeyi aynı zamanda, Alevilere yönelik bir saldırı olarak gerçekleştirmiş
bulunmaktadırlar.
Bu saldırı şaşırtıcı değil. Erdoğan
diktatörlüğü, Türk devletinin rutin özellik ve uygulamanın dışında, kendine has
bir diktatörlüktür ve bu diktatörlük, İslami yaşam tarzını toplumun ve dahası
dünyanın her tarafına yaymayı amaçlayan bir diktatörlük olarak
tasarlanmaktadır. Kimse bu gerçeği gözardı etmemelidir, vebalı büyük olur.
Erdoğan’ın ve oluşturmak istediği diktatörlüğün bu yönünü anlayamazsak, yaşanan
gelişmeleri de doğru anlayamayız.
Erdoğan, kendisini, ‘batı dünyası
tarafında aşağılanan, horlanan büyük İslam aleminin koruyucu, kollayıcı
Halifesi’ olarak görmektedir. Dolayısıyla Erdoğan, bu misyonunu yerine
getirmesi için dedesi Yavuz gibi düşünmekte ve tüm politikalarını bu zihniyete
göre oluşturmakta, uygulamaktadır. Bu nedenle Erdoğan, kendisine engel olarak
gördüğü, Gezi ayaklanmasını çıkartan, her gittiği yerde karşısına çıkan ve daha
da önemlisi, topluma dayattığı/dayatmak istediği İslami yaşam tarzına,
uymayacağı çok açık olan Alevileri, ‘yola getirmeyi’ önemli görevlerinden
birisi olarak önüne koymuş bulunmaktadır.
Erdoğan’ın 15 yıllık iktidar döneminin
bir günü yoktur ki Alevilere bir saldırı, bir taciz olmamış olsun. Aleviler,
yakın tarihin hiç bir döneminde bu dönemde tartışıldıkları kadar
tartışılmadılar. Alevilerin sorunlarının çözüleceği, haklarının verileceği
yalanının en çok revaçta olduğu sözde iyi sanılan zamanlarda bile Alevilik,
rencide edilmeye, aşağılanmaya çalışıldı. Bu amaçla, gün oldu, Aleviliğin
ritüelleri düzenlenmeye, ‘Ali’yi sevmek Alevilikse ben de Aleviyim’ denerek Alevilik
biçimlendirilmeye çalışıldı. Başka bir gün, Alevi katliamlarının
uygulayıcıları, Aleviliğe hak verici olarak taltif edilmek istendiler. Gün
oldu, meydanlarda güruh haline getirilmiş yığınlara Alevilik yuhlatıldı. Gün
oldu, katledilen Alevi çocuğu Berkin Elvan’ın annesine yine güruhların önünde
hakaret edildi.
Ara verilmeden, Maraş- Terolarda olduğu
gibi Alevilerin, kadim toprakları gasp edilmek istendi. Bu listeyi uzatmak hiç
zor değil. Erdoğan iktidarının tamamında, sistemli ve planlı olarak, Aleviler, hep
aşağılandı, ezilmek istendi, ötekileştirilerek varlıklarına ve onurlarına
saldırıldı.
Özetle Erdoğan Alevileri hiç sevmedi.
Ancak durum bundan ibaret olsaydı, sorun daha az vahim olabilirdi. Erdoğan
Alevileri, hep düşman olarak gördü, düşman gibi davrandı ve yukarıda
belirtildiği gibi, bu şekilde davranmayı temel politika olarak belirlemiş
bulunmaktadır. Çünkü Erdoğan’ın tasarladığı Türk -İslam devleti için sunni
olmayan bütün dini topluluklar, yok dilmesi gereken topluluklardır.
Bu durum Türk devletinin rutin
politikalarından farklıdır. Kemalist Türk devletinin Alevilere yönelik
politikası, iki yönlü bir politika olarak sürdürülmüştür. Bir yanda Alevileri
güçsüz takatsiz bırakmak için katliamlarla zayıflatıyorken, diğer yandan da
Kemalizmin toplumsal dayanağı haline getiriyor, demokrasinin ve laikliğin
bekçisi olarak konumlandırıyor, değerlendiriyordu. Gerçekten de Kemalizmin
oluşturmak istediği batıcı toplum projesi, Alevileri İslami gericiliğe karşı
önemli toplumsal bir bariyer olarak tasarlamış ve konumlandırmıştır. Kemalist
Türk devleti, gücünden, iradesinden kopartılarak varlığı avantaja dönüştürülmek
istenen Alevilere, Erdoğan dönemine kadar bu paradigmayla yaklaşılmıştır.
Ancak Erdoğan’ın İslami gericiliğe
dayandırmak istediği diktatörlüğünün Alevilere ihtiyacı kalmamıştır. Yeni Türk
-İslam devletinde Aleviler, fazlalık oluşturmaya başlamışlardır. Alevilerin
dinsel farklılıkları, yaşam biçimleri,
dünya görüşleri, demokratik muhalefetin ana toplumsal dayanağı olması gibi
özellikleri, Erdoğan diktatörlüğünün Alevileri, ‘mutlaka yok edilmesi gereken
bir toplumsal kesim’ olarak belirlemesine yol açmıştır. Tabii ki bu
düşmanlığın, dinsel farklılıktan doğan köklü ve tarihsel bir kaynaktan
beslendiğini de belirtmek gerekir. Bu nedenle Erdoğan, Alevileri de Aleviliği
de yok etmek istiyor ve bu niyet ve politikasını gizlemiyor, her durumda ve her
fırsatta bu politikalarını hayata geçirmeye çalışıyor.
Osman Baydemir için düzenlenmiş olan
fezleke, bu politikalarının yeni ve en son uygulamasıdır. Dolayısıyla Erdoğan’ın
Alevilere saldırısı sıradan, rutin bir uygulama olarak görülmemelidir.
Erdoğan’ın Alevilere saldırısı, temel stratejik bir politikadır. Erdoğan’ın
Alevilere karşı bu saldırıları, sadece Alevileri ilgilendiren saldırılar olarak
görülmemelidir. Bu saldırılar, toplumun tüm kesimlerine ve insanlığın bütün
değerlerine yönelik olarak yapılmaktadır ve belirtilen saldırılar bu şekilde
ele alınmalıdırlar. Çünkü saldırılan hedef ve değerler, Aleviliğin otantik
değerlerinden ibaret değildir. Bu saldırılarla hedef alınanların tamamı
insanlığın değerleri ve birikimleridirler. Kısacası bu saldırılarla insanlık
hedef alınmakta, insanlığın büyük emeklerle ve kutsal bedellerle elde edilmiş
kazanımları ve yaratılmış değerleri yok edilmek istenmektedir.
Erdoğan diktatörlüğünün bu saldırılarını,
tek biçim olarak, doğrudan Alevilere yönelik saldırılar şeklinde
sürdürmemektedir. Kısa süre önce metrolarda kadınların ayrı oturacağı vagonlar
tahsis
edildi. Bu durum, bütün kadınlara
yönelik bir saldırıdır. Onlara güvenmeyen, onların kendilerini
koruyamayacaklarını, korunmaya muhtaç olduklarını ifade eden bu yaklaşım kadına
da, topluma da
saygısızlıktır. Bu alçakça yaklaşım,
kendi ahlaksızlıklarının kaynağını kadına yükleyen bir zihniyetin ürünüdür.
Dine dayandırılan bu zihniyetin günlük
politikaya ve yaşama uyarlanması, tüm toplumun karşı karşıya bulunduğu tehdidin
çapını göstermesi açısında önemlidir. Erdoğan’ın belediyesinin ortaya koyduğu
bu kabul edilmez zorbalık, kadınların korunması kılıfıyla ve bin bir türlü
yalan eşliğinde topluma sunulmaktadır. Halbuki Erdoğan yönetimi boyunca, bütün
toplumun gözleri önünde yaşanan kadın kırımlarının, çocuklara karşı işlenen
ahlaksız suçların, sözde kurumlarda yaşanan tecavüz vakalarının hadi hesabı
yoktur. Bu vicdan sızlatan, yürek parçalayan korkunç ahlaksızlıklara karşı, bu
devletin nasıl da hoşgörü içinde davrandığı bilinmekte, görülmektedir. Türk
devletinin kadınları korumak amacıyla, metro vagonlarını ayırmasının, amaca
hizmet edecek
hiç bir boyutu yoktur ve kimsenin de
Erdoğan’ın bu yalanlarına inanması beklenmemelidir.
Erdoğan iktidarının/belediyesinin
başlattığı ve sözde kadınların korunmasını amaçlayan bu gerici uygulamanın asıl
amacının Erdoğan’ın temel politikalarının bir pratiği olduğunu belirlemek
gerekir. Söz konusu uygulamanın basit bir durum olarak görülmesi büyük bir
yanılgı olacaktır. Erdoğan bu ve benzeri uygulamalarla, tasarladığı İslami
toplumu yaratmaya, buna muhalif olan kesimleri bu gerçeğe alıştırmaya
çalışmaktadır. ‘Ayrı vagon’ uygulamasının İslami toplumu yaratmak amacına doğru
atılmış bir adım olduğunu görmek için yüksek zekalı olmaya gerek yoktur.
Toplumu İslami kurallara göre dizayn
etmenin yeni bir adımı olan bu uygulamanın kabul edilmesi, engellenemeyerek
pratikleşmesi halinde, bunların devamı, katlanarak gelecektir. Bu ve
benzeri uygulamalarla, her ne kadar
doğrudan Alevilik hedef alınmamış gibi görünse de, işin aslı tam tersinedir.
Çünkü bu ve benzeri uygulamalar, daha çok Alevilerin yaşam tarzını aşağılamakta
onları rencide etmektedir. Alevilerin kadın- erkek bir arada olma
anlayışlarının sapkınlık olarak tanımlanması, bu anlayıştan beslenmektedir.
Böylece, bu uygulamayla Alevilik itham edilmekte, aşağılanmaktadır.
Erdoğan’ın bu politikası, Türk
devletinin rutin politikası değil, Erdoğan’ın İslami devlet ve toplum yaratma
politikasının bir parçasıdır ve rutin dışıdır. O nedenle Erdoğan’nın bu
politikalarına karşı başta Aleviler olmak üzere tüm demokrasi güçleri, en
kararlı, en net ve en önemlisi de, rutin dışı, yeni, özgün yol, yöntem ve
araçlarla mücadele etmelidirler.
Eğer bu saldırılara ve spesifik olarak
ayrı vagon uygulamasına karşı, zamanında ve etkin bir karşı koyuş
geliştirilemez ve bu ahlaksız uygulama engellenemezse, sonuçları tüm toplumun
teslim alınmasına doğru sürdürülmek istenecektir. Bu yolla vw şekilde oluşturulacak
olan toplumsal baskıyla tüm kadınlar, bu uygulamaya uymak zorunda
bırakılacaklardır.
Türkiyenin demokrasi güçleri ve Alevi
örgütlülüğü, bu gelişmelere karşı sadece mücadele etmeye değil, aynı zamanda bu
mücadeleyi kazanmaya mahkumdurlar. Erdoğan’ın ve belediyelerinin geliştireceği
bu tür uygulamaları ret edilmeli, engellenmelidir. Bu durum, acil ve zorunlu
bir görev olarak ele alınmalıdır. Hiçbir mazeret, hiç bir yetersizlik ve hiç
bir eksikiik bu tarihi mücadeleden, ihmale düşmeyi ve kaybetmeyi haklı
çıkartamaz. Bu anlamda özellikle Alevi örgütlüğünün, yapılanlardan daha
fazlasını yapması gerektiği açıktır.
Avrupa da ve ülkede önemli bir
örgütlülüğü bulunan Alevilerin, kendi yaşamlarına yönelik bu saldırıları
püskürtebilecek gücü ve enerjiyi taşıdığını söylemek, buna inanmak yanlış
değildir. Bütün mesele bu sürecin planlı bir pratiğe dönüştürülmesidir. Türkiye’nin
demokrasi birikimi, Kürtler, Aleviler, demokratlar, sosyalistler ve tüm
ezilenler, karanlıklar prensinin karanlık hesaplarını bozacak güce, yeteneğe ve
basirete sahiptir. Erdoğan, afra tafra atarak toplumu etkilemeye, yalanlarına
inandırmaya çalışmaktadır. İnanmayın palavra..
Biz kazanıyoruz, onlar kaybediyorlar..
Aziz Tunç