18 Haziran 2017 Pazar

Adalet için yürümek ve başkasının yarasına dokunabilmek..!

CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun, “casusluk” suçlamasıyla 25 yıl hapis cezası verilerek tutuklanması, siyasal alana dair ablukanın Meclisin üçüncü partisi HDP’nin ardından, Meclisin ikinci partisini de içine alarak genişlemeye aday olduğunu gösterdi. Bunun, iktidar partisi içinde bile, liderin tercihlerinden sapma gösterenin başına neler gelebileceğine dair bir mesaj olarak okunduğunu tahmin etmek zor değil.
Enis Berberoğlu, Aydınlık gazetesinde, 21 Ocak 2014 tarihinde “İşte TIR’daki cephane” manşetiyle yayınlanan haberin, 14 ay sonra, 29 Mayıs 2015 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmış olduğu, yani ‘sır’ olmaktan çoktan çıktığı gerçeğine rağmen tutuklandı.
Deniz Zeyrek, Hürriyet Gazetesi’nde işin bu yanına dair önemli bir hatırlatma yaptı: “Sır kavramıyla ilgili Yargıtay’ın 2010/1586 sayılı kararında da şu yorum yapılıyor: ‘...eğer bu çeşit bir bilgi yayınlanıp açıklandığı tarihte esasen daha önce kamuoyunun bilgisi olmuş ve herkes tarafından bilinmekte ise ortak bir sır olma vasfını kaybeder...’ ” (Deniz Zeyrek, ‘Sır’ ve ‘casusluk’ açısından Berberoğlu kararı, Hürriyet, 16 Haziran 2017)
Ben, dikkat çektiği noktanın önemi nedeniyle Deniz Zeyrek’in yazısını Twitter’da paylaştıktan sonra da, Prof. Dr. Yaman Akdeniz, bu paylaşımın altında, üzerinden atlanmaması gereken önemli bir noktaya dikkat çekti: “Bu değerlendirme ifade özgürlüğü ve kamu yararı değerlendirmeleri açısından eksik. Sır olsa bile açıklanmasında kamu yararı olabilir.”
Evet, hem ‘sır’ olmaktan çoktan çıkmış ve dolayısıyla verilen mahkumiyet kararının temelsiz olduğunu gösteren bir durumla karşı karşıyayız, hem de Prof. Dr. Yaman Akdeniz’in dikkat çektiği gibi ‘kamu yararı’ açısından fikir özgürlüğü çıtasının bu kadar düşürülmüş olması da kabul edilemez bir başka gerçekliğe işaret ediyor.
Berberoğlu’na 25 yıl hapis cezası veren heyetteki üyenin, 10 ay önce hâkim olduğu da kararın veriliş süreci bakımından tartışılmaya uzun süre devam edecek bir başka noktayı oluşturuyor.
Hukuki, teknik ve ifade özgürlüğü bağlamına ek olarak, siyasi açıdan da çok katmanlı okunalibecek bir kararla karşı karşıyayız.
Katar krizine dair gelişmeler, Türkiye’nin de benzer suçlamaların hedefine girebilmesinin ihtimal dışı olmadığını gösterdi. Ve, ‘Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Sırbistan Devlet Başkanı Miloşeviç’i ‘savaş suçu sanığı’ ilan ederek yargılaması, sıradan birisi için yakın döneme dair bir siyasi tarih bilgisidir. Devletler ve liderler açısından ise, uluslararası dengeler içinde pusuda bekleyen bir kabustur. Berberoğlu’nun ‘sızdıran’ kişi olduğu iddiasıyla tutuklandığı haber, mükerreren çıkmış olsa da, kamuoyunun gündemine daha güçlü bir biçimde oturma haliyle ve ‘uluslararası bir yargılamanın’ konusu olabilme potansiyeliyle devletin zirvesini zıplatan bir gelişme oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte MİT’in de bu davanın müdahil tarafını oluşturması, biraz da buradan geliyor.
Buna bir de, 16 Nisan 2017’de gerçekleşen referandumun ortaya koyduğu siyasal tablonun, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP kurmayları açısından, enselerindeki büyük bir tehlike anlamına gelmesini ekleyin. Cumhuriyet’in ardından Sözcü gazetesine dönük operasyon ve CHP Milletvekili Berberoğlu’nun tutuklanması, ‘hayır’ cephesinin kanatlarını kırmaya dönük hamleler zincirinin birer halkası olarak okunmalı.
CHP VE ADALET YÜRÜYÜŞÜ
Tüm bunların arasında CHP’nin, Berberoğlu’nun tutuklanması üzerine başlattığı ‘Adalet Yürüyüşü’, geç kalmış bir doğru tavırdır. CHP’nin, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yol vermiş olmasının sonuçlarının bugün CHP’yi de vuran bir gerçekliğe dönüştüğü, o dönemde ‘hayır’ demiş olan CHP’li vekillerce de dillendiriliyor. Ancak bunu, CHP’nin bugün sokağa çıkarak adalet talep etmesini önemsiz kılıcak bir yakın dönem bilgisi olarak öne sürmek de çok yaratıcı bir politika pratiği değil.
TUTUKLANAN VEKİLLER İHRAÇ EDİLEN AKADEMİSYENLER...
Tutuklanan vekiller, haksız, hukuksuz bir biçimde ihraç edilen akademisyenler ve kamu çalışanları, yasaklanan grevler, kayyım atanan belediyeler, tutuklu gazeteci sayısının 170 gibi rekor bir düzeye varmış olması, kapatılan basın kurumları gibi gündemler, sokaktaki adalet arayışının çok temel gerekçeleri olarak önümüzde duruyor.
Adaleti sokakta birlikte de, ayrı ayrı da talep etmenin önünde bir engel yok.
Nedim Türfent davasında görüldüğü gibi, bir gazeteciyi mahkum ettirmek için 24 tanık oluşturulduğu ve ilk duruşmada ifade veren 13 tanıktan 12’sinin kendilerinden işkence altında ifade alındığını dile getirmiş olmasına rağmen, gazetecinin tutukluluğuna devam edildiği bir Türkiye tablosunun içinde yaşıyoruz. Bu tablo, farklı ve çok geniş bir kesimi belki Türkiye tarihinde ender rastlanır bir biçimde içine alıyor.
Bu, aynı zamanda referandumda ‘hayır’ın üzerinde yükseldiği zemindir. Bu nesnel zeminin herkese yanındakinin yarasını görebilmenin önemini de hatırlattığı inkar edilebilir mi?
Ve bu zemin, aslında kimsenin, bir partiye güvenmek ya da güvenmemek ikilemi arasına kendisini sıkıştırmasına gerek bırakmayacak kadar geniş bir zemindir. Bu geniş zeminde, kendisi için adalet ve demokrasi isteyenlerin, başkasının yarasına da dokunmayı başarması, o ‘adalet’ ve ‘demokrasi’nin içinin doldurulması bakımından da hayati önem taşıyor.

kaynak; Evrensel