CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun,
“casusluk” suçlamasıyla 25 yıl hapis cezası verilerek tutuklanması, siyasal
alana dair ablukanın Meclisin üçüncü partisi HDP’nin ardından, Meclisin ikinci
partisini de içine alarak genişlemeye aday olduğunu gösterdi. Bunun, iktidar
partisi içinde bile, liderin tercihlerinden sapma gösterenin başına neler
gelebileceğine dair bir mesaj olarak okunduğunu tahmin etmek zor değil.
Enis Berberoğlu, Aydınlık gazetesinde,
21 Ocak 2014 tarihinde “İşte TIR’daki cephane” manşetiyle yayınlanan haberin,
14 ay sonra, 29 Mayıs 2015 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmış olduğu,
yani ‘sır’ olmaktan çoktan çıktığı gerçeğine rağmen tutuklandı.
Deniz Zeyrek, Hürriyet Gazetesi’nde işin
bu yanına dair önemli bir hatırlatma yaptı: “Sır kavramıyla ilgili Yargıtay’ın
2010/1586 sayılı kararında da şu yorum yapılıyor: ‘...eğer bu çeşit bir bilgi
yayınlanıp açıklandığı tarihte esasen daha önce kamuoyunun bilgisi olmuş ve
herkes tarafından bilinmekte ise ortak bir sır olma vasfını kaybeder...’ ”
(Deniz Zeyrek, ‘Sır’ ve ‘casusluk’ açısından Berberoğlu kararı, Hürriyet, 16
Haziran 2017)
Ben, dikkat çektiği noktanın önemi
nedeniyle Deniz Zeyrek’in yazısını Twitter’da paylaştıktan sonra da, Prof. Dr.
Yaman Akdeniz, bu paylaşımın altında, üzerinden atlanmaması gereken önemli bir
noktaya dikkat çekti: “Bu değerlendirme ifade özgürlüğü ve kamu yararı
değerlendirmeleri açısından eksik. Sır olsa bile açıklanmasında kamu yararı
olabilir.”
Evet, hem ‘sır’ olmaktan çoktan çıkmış
ve dolayısıyla verilen mahkumiyet kararının temelsiz olduğunu gösteren bir
durumla karşı karşıyayız, hem de Prof. Dr. Yaman Akdeniz’in dikkat çektiği gibi
‘kamu yararı’ açısından fikir özgürlüğü çıtasının bu kadar düşürülmüş olması da
kabul edilemez bir başka gerçekliğe işaret ediyor.
Berberoğlu’na 25 yıl hapis cezası veren
heyetteki üyenin, 10 ay önce hâkim olduğu da kararın veriliş süreci bakımından
tartışılmaya uzun süre devam edecek bir başka noktayı oluşturuyor.
Hukuki, teknik ve ifade özgürlüğü
bağlamına ek olarak, siyasi açıdan da çok katmanlı okunalibecek bir kararla
karşı karşıyayız.
Katar krizine dair gelişmeler,
Türkiye’nin de benzer suçlamaların hedefine girebilmesinin ihtimal dışı
olmadığını gösterdi. Ve, ‘Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Sırbistan Devlet
Başkanı Miloşeviç’i ‘savaş suçu sanığı’ ilan ederek yargılaması, sıradan birisi
için yakın döneme dair bir siyasi tarih bilgisidir. Devletler ve liderler
açısından ise, uluslararası dengeler içinde pusuda bekleyen bir kabustur.
Berberoğlu’nun ‘sızdıran’ kişi olduğu iddiasıyla tutuklandığı haber, mükerreren
çıkmış olsa da, kamuoyunun gündemine daha güçlü bir biçimde oturma haliyle ve
‘uluslararası bir yargılamanın’ konusu olabilme potansiyeliyle devletin
zirvesini zıplatan bir gelişme oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte MİT’in
de bu davanın müdahil tarafını oluşturması, biraz da buradan geliyor.
Buna bir de, 16 Nisan 2017’de
gerçekleşen referandumun ortaya koyduğu siyasal tablonun, Cumhurbaşkanı Erdoğan
ve AKP kurmayları açısından, enselerindeki büyük bir tehlike anlamına gelmesini
ekleyin. Cumhuriyet’in ardından Sözcü gazetesine dönük operasyon ve CHP
Milletvekili Berberoğlu’nun tutuklanması, ‘hayır’ cephesinin kanatlarını
kırmaya dönük hamleler zincirinin birer halkası olarak okunmalı.
CHP VE ADALET YÜRÜYÜŞÜ
Tüm bunların arasında CHP’nin,
Berberoğlu’nun tutuklanması üzerine başlattığı ‘Adalet Yürüyüşü’, geç kalmış
bir doğru tavırdır. CHP’nin, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına
yol vermiş olmasının sonuçlarının bugün CHP’yi de vuran bir gerçekliğe
dönüştüğü, o dönemde ‘hayır’ demiş olan CHP’li vekillerce de dillendiriliyor.
Ancak bunu, CHP’nin bugün sokağa çıkarak adalet talep etmesini önemsiz kılıcak
bir yakın dönem bilgisi olarak öne sürmek de çok yaratıcı bir politika pratiği
değil.
TUTUKLANAN VEKİLLER İHRAÇ EDİLEN
AKADEMİSYENLER...
Tutuklanan vekiller, haksız, hukuksuz
bir biçimde ihraç edilen akademisyenler ve kamu çalışanları, yasaklanan
grevler, kayyım atanan belediyeler, tutuklu gazeteci sayısının 170 gibi rekor
bir düzeye varmış olması, kapatılan basın kurumları gibi gündemler, sokaktaki
adalet arayışının çok temel gerekçeleri olarak önümüzde duruyor.
Adaleti sokakta birlikte de, ayrı ayrı
da talep etmenin önünde bir engel yok.
Nedim Türfent davasında görüldüğü gibi,
bir gazeteciyi mahkum ettirmek için 24 tanık oluşturulduğu ve ilk duruşmada
ifade veren 13 tanıktan 12’sinin kendilerinden işkence altında ifade alındığını
dile getirmiş olmasına rağmen, gazetecinin tutukluluğuna devam edildiği bir
Türkiye tablosunun içinde yaşıyoruz. Bu tablo, farklı ve çok geniş bir kesimi
belki Türkiye tarihinde ender rastlanır bir biçimde içine alıyor.
Bu, aynı zamanda referandumda ‘hayır’ın
üzerinde yükseldiği zemindir. Bu nesnel zeminin herkese yanındakinin yarasını
görebilmenin önemini de hatırlattığı inkar edilebilir mi?
Ve bu zemin, aslında kimsenin, bir
partiye güvenmek ya da güvenmemek ikilemi arasına kendisini sıkıştırmasına
gerek bırakmayacak kadar geniş bir zemindir. Bu geniş zeminde, kendisi için
adalet ve demokrasi isteyenlerin, başkasının yarasına da dokunmayı başarması, o
‘adalet’ ve ‘demokrasi’nin içinin doldurulması bakımından da hayati önem
taşıyor.
kaynak; Evrensel