27 Eylül 2013'te aramızdan ayrıldığında ardında; oyuncu ve yönetmen olarak imza attığı yüzlerce sinema filmiyle, aldığı onlarca ödülle, Yılmaz Güney'le olan büyük dostluğuyla, Güney’le beraber Türk sinemasına damga vuruşuyla ve yarım yüzyılı aşan sanat geçmişi ile ödüllendirdiği milyonlar bıraktı.
İlk akla gelen nedir? Tuncel Kurtiz dendiğinde, son kuşağa gelene kadar akla ilk gelen Yılmaz Güney olurdu. Yüz kişiye sorsanız en az doksan dokuzundan bu cevabı alırdınız. Son kuşağı da dahil edince Ramiz Dayı cevabı ağır basar oldu. Sonra Haziran Dİrenişi yaşandı ve tekrar Yılmaz Güney öne geçti sanırım. Her iki türlü, de iyi hatırlanıyordu, Yılmaz Güney'in dostu olarak da, Ramiz Dayı olarak da iyi bir miras bıraktı bu memlekete.
HER ZAMAN MÜCADELESİ İLE VAR OLDU
Tiyatrosuyla var oldu hafızalarda, sinemasıyla var oldu. Hep emekten, emekçiden, memleketten yana olan tavrı ile ve hep mücadelesi ile. Umut filmi'ni Cannes'e çıkarmanın kendsi bile mücadeleye dönüştü yeri geldi. Ve Kurtiz böyle anlattı o hikayeyi:
“Umut’u Cannes’a götürmenin yolunu arıyoruz, bir türlü bulamıyoruz. Arif Keskiner, Osmaniyeli eski komünist Arif, aldı, ‘Ben götürürüm filmi’ dedi. Gitti Yeşilköy Havaalanı’na, bavulun içine koydu filmi. Bir hamala verip ‘ Al sana 500 lira’ dedi. ‘Bu bavulu uçağın yanında göreyim, sana 500 daha vereceğim.’ Hamal götürdü oraya, geldi beş yüz lirasını da aldı. Bin liraya Cannes’a uçtu. Benim uçakla girişim tehlikeliymiş. Kara yolundan çıkardılar beni. Çıktım Cannes’a gittim. Kanadalı bir yapımcıyla filmleri konuşurken haber geldi; filmleri bağlayamıyorlar. Karmakarışık bobinler halinde doldurmuşlar filmi bavula. Filmi bilen bir tek ben varım. ‘Hadi Arif’ dedim, girdik. Oradan bağla, oraya bağla, şunu yap, bunu yap derken filmi bitirdik, bağladık ve doğrudan sinemaya gönderdik. Büyük alkışlarla karşılandı film. Sahneye çıktık ve dedik ki: ’İşte bu filmi yasaklıyor bizim faşistlerimiz.’”
Her zaman emekten, emekçiden yanaydı, sanat emekçisiydi kendisi de. Her emekçi gibi zor dönemler, düştüğü anlar yaşamasını bildi. Alkol problemi yüzünden kötü bir hadise yaşayıp 'Bakırköy'e düştüğü' de oldu, sürgün sebebiyle annesinin cenazesine gidememe acısını da yaşadı. Her onurlu emekçi gibi kalkıp mücadele etmesini de bildi. Nereden geldiğini, kim olduğunu ve en önemlisi hangi tarafta olduğunu hiç unutmadı. Eşit ve özgür bir ülke kuramamanın sıkıntısını hep yaşadı.
"BEN NEREDEN GELDİĞİMİ BİLİYORUM"
Aramızdan ayrılışının üçüncü yılında saygı ve özlamle anarken Tuncel Kurtiz'in sözleriyle bitirelim yazıyı:
"Ben nereden geldiğimi biliyorum; Anadolu yollarının tozunu yuttum, sırtımda kalas taşıdım, dekor taşıdım. Valiler, belediye başkanları beni yemeğe beklerlerdi, gitmezdim; önce kamyona yüklerdim son malzemeyi. Kısacası, bu şöhretin bana kazandırdığı, fazladan hissettirdiği bir şey yok. Geçenlerde tinerci bir çocuk yakaladı beni kolumdan, şaşırdım, ‘Yapmayın böyle’ dedim ama konuşmadı benimle, kolumu bıraktı, üzüldüm... Sonra elini cebine attı, ne yapacak diye bakakaldım, yüzünde garip bir ifade vardı. Cebinden cüzdanı çıkardı ve içinden de benim fotoğrafımı... Ne yapayım şimdi, bir hüzün bastı içime. Bu çocuklar bizim çocuklarımız, bu çocuklar kim? Devlet anamızın memelerinden bu tarafa böyle süt gidiyor da, öbür tarafa gitmiyor. Ben ne yapayım böyle bir durumda, ben ne yapabilirim? Onun sıkıntısı içindeyim. Başka ne olabilir ki?”
Umut Barış Uçan