
Bizim kuşağın köy kökenli olanları eğer çocukluklarında evlerinde bir radyoları olmuşsa, dünyayı konuşan bu aletin ona kazandırdıklarını yaşamları boyunca unutmazlar. Onun için de bu alete vefa borçları vardır. Ben de bu borçlu olanlardan biriyim ve hala sabahları haberleri TV’den değil, yaşamımın bu ilk öğretmeni olan aletten dinlerim ve onun da devletin olanını seçerim.
Sabah sporumu yaparken TRT Radyosu Birinci Kanal’ını dinliyordum: Haberlerde Maraş’ın Sıkıyönetim Komutanı’ndan söz ediyorlardı. Yusuf Paşa (Yusuf Haznedaroğlu) kendini savunuyordu: suçsuzdu, kimseye işkence yapmamıştı; kanıtı olan varsa beri gelsin gibilerinden laflar ediyordu. Sabah sporumu oldum olası bir kısmını bokstan bir kısmını karateden aldığım temel hareketlerle yaparım. Yusuf Paşa, ben fark etmeden havaya savurduğum yumruklarımın hedefi oldu.
Bir talihsizlik, ama ben o zaman çalıştığım, Afşin Elbistan Termik Santralını inşa eden Amerikan şirketinin bütün üst düzey yöneticileri gibi, bu paşayı tanımıştım. Yusuf Paşa ve köpeği, bu yabancı şirketin ve onun yerli taşeronlarının verdikleri yemeklerin, kokteyllerin ve çayların baş konuğu oluyorlardı. Yusuf Paşa kadar Yusuf Paşa’nın köpeği de herkesçe biliniyordu. Çünkü Yusuf Paşa, her böylesi yemekten sonra sektirmeden, hafta içinde yemeğe katılanların çoğunu, kendisine ve köpeğine yedirdiklerinin karşılığını verir gibi, Maraş Sıkıyönetimi’ne davet ediyordu. Bu davetler öyle kırmızı mumlarla ya da yaldızlı kartlarla olmazdı elbette…
Dedem, eskiler için, “Bir daha gelmeyesi günler” derdi. Bizim için de, yani bir şekilde o günkü hükümetten önce bu iş yerinde işe girmiş, Kürt, demokrat –hele Aleviliği de varsa– olanlar için o günler “bir daha gelmez olsun” günlerdendi.
Sabah işe gidiyorsunuz, sizi çalışma ofisinizin kapısında karşılıyor jandarmalar. Gün içinde tam işinize yoğunlaşmışken çalıştığınız masanın başına dikiliyorlar. Yorgun argın evinize giremeden karşılıyorlar. Arkası açık bir cipin karşılıklı konulmuş kaba tahtadan peykeleri üzerinde, süngü takılmış tüfekli erlerin arasında evinize götürüyorlar, kitaplarınızı, kasetlerinizi alt-üst ediyorlar. Karınızın sokak çorabıyla bile girmenize müsaade etmediği evinizin kilimlerini, halılarını çamurlu postallarıyla kirletiyorlar, yataklarınız alt üst ediliyor, koltuklarınız devriliyor, bacaların kül alma kutuları yerinden çıkarılıp odalarınızın döşemesine atılıyor. Sonra çıkarıp götürüyorlar sizi evinizden. Üstünüze sıcak giysi bile almanıza müsaade etmiyorlar. Havayı koklayıp başınıza gelecekleri düşünüp önceden kıçınıza bir yerine üç beş don giymemişseniz birinci durağınız olan çalıştığınız yerin hemen yanındaki karakolda hoş geldin demek için arkanıza indirdikleri coplar, canınızı iki kere alıyor.
Bu karakolda konferans salonu diye yapılmış bir toplama salonu vardır; yaşlı, genç bütün tanıdıklarınızla oraya tıkıştırılıyorsunuz, sırayla domaltılıyorsunuz, lastik coplar arkanıza iniyor kalkıyor, kalçalarınızdan dizlerinizin arkasına kadar kömür gibi karartılıyorsunuz. Vallahi kim Maraş’ın seksen öncesi ve sonrası paşasına işkence ettirdi diyorsa ona haksızlık ediyordur!
Yalnız işkence ettirmemekle kalmadı tabii Yusuf Haznedaroğlu, o spor salonun soyunma hücrelerinde insanlara coplarla tecavüz de ettirmedi. O soyunma odalarında kaç kişi katlettiler, ne kimse gördü, ne de şahit oldu! Gözlerimizi kanlı kadife bezlerle bağlarlarken, bizden korktuklarını sanmıştık, aldanmışız. Onlar bu günlere gelineceğini tahmin ediyormuş ve onun için bağlıyorlarmış gözlerimizi, o duvarların dili olsaydı da söyleseydi…
Sonra Maraş, yani “Ring.” Yine gözleriniz kanlı kadife bezlerle bağlanıyor, ayaklarınızın ucunu bile görmeyesiniz diye burundan dolayı aralık duran yerlere pamuk sıkıştırılıyor. Askerler memleketinizi soruyor, beğenmedikleri bir yerdenseniz küfür ediyorlar. Siz de küfür ederseniz kadife bezin üzerine yumruklar, sırtınıza dipçikler iniyor, el ele tutuşturulup alçak kapılardan, merdivenlerden geçiriliyorsunuz. Seslerin yankısından Ring’e yani işkence edileceğiniz spor salonuna girdiğinizi biliyorsunuz. Bütün gün yapılan işkence seslerini bütün gece ses kayıt cihazlarından dinliyorsunuz, uyutulmuyorsunuz, sandıklara kapatılıyorsunuz, ayaklarınızın altı şişince tuzlu sularda yürütülüp acı çektiriliyorsunuz.
Ne demeli? Yusuf Paşa’ya nasıl “işkence yaptırdı” diyeceksiniz? Kendi adınızı bile unutturulduğunuz o cehennemde yapılanları nasıl kanıtlayacaksınız? Elli iki saat aç tutulduktan sonra nöbeti sırasında yesin diye cebine tıkıştırılmış tayinini benimle bölüşen, asker olduğunu elbiselerinin kokusundan bildiğiniz eri nasıl bulup şahitlik ettireceksiniz?
Yusuf Paşa döneminde Maraş'ta işkencede katledilen Ali Ekber Yürek. Radikal'den İsmail Saymaz'ın haberi için tıklayın.

Yusuf Paşa döneminde Maraş’ta işkencede katledilen Ali Ekber Yürek. Radikal’den İsmail Saymaz’ın haberi için tıklayın.
Bu köpeği o zamanın iktidar partisi CHP’den sonra idareye gelen yönetimin –sanırım “milliyetçi cephe” hükümetlerinin biriydi– eski yönetim döneminde bu iş yerinde işe girmiş olanları işten atmak için bir bir gözaltına alıp attıkları, soyunma hücreleri işkence hücreleri haline getirilmiş, Ring diye adlandırılan o spor salonunda da görmüştüm. Parlayan siyah iki ayakkabı çiftinden birinin yanındaki köpek, hücrelerden gelen bağırma seslerine karşı havlayarak isyan ediyordu; ya da ben o zaman öyle yorumlamıştım, köpekler insanlardan daha insan diye.
Köpek, ayakkabı çiftinden birinin üstünde yükselen pantolonun paçalarını çekiştiriyordu. Köpek, köpeklik içgüdüleriyle daha önce şirket davetlerinde gördüğü adamı tanımış olmalı ki gözlerim kapalı oturduğum yerde, bacaklarımın arasına gelip sevgi gösterisinde bulundu. Paşa gözlerimi örten kan kokan kalın örtünün altında gözlerimin üzerine yerleştirilmiş pamukların düştüğünü bilmiyordu elbette. İki çift ayak köpeği almak için yaklaşıp ne iş yaptığımı sormuştu.
– Yanında bir beş binlik banknot varsa ne iş yaptığımı söyleyeceğim, diye söylendim.
Bana soruyu soran adamın olmayan ses.
– Var demişti ve gülmüştü, bu tam şaki yahu, baksana gözleri bağlı bile bizi soyacak, dedi: Ne yapacaksın? Sen bu banknotlardan bir sürü alıyorsun, gözünü bizimkine mi diktin?
O zamanlar bu banknot çok yeniydi ve birçok işçinin maaşı bu paradan azdı.
– O paranın üzerinde santralin bir resmi vardır.
– Evet var, dedi aynı ses. Sesi tanımıştım.
– İşte o resimdeki uzun köprüler ve yanındaki binan binanın bütün montajını yaptırıyorum, dedim.
– Sen kaç adam çalıştırıyorsun?
– Üç yüzün üstünde.
Yanındaki ses:
– Komutanım diyeceksin, dedi.
Paşanın köpeği ve iki çift ayak görme menzilimin dışına çıkarken Paşa,
– Vay be, demek bu askerde olsa rütbesi yüzbaşı, binbaşı belki de yarbay olur, dedi.
“Paşa” yarbaydı.
“”Tanıdığımız kaç insan arandığı için kendi ayaklarıyla gitti, ölüsü geldi.””]Elbette Paşa ne eline cop almıştır ne de sandığa kapatmıştır insanları. Gözlerimiz kapalı görmüyorduk, ama sonradan duyduk: Yusuf Paşa gözaltında işkenceyi polislere yaptırıyormuş. Polis de bu işten şikâyetçiymiş ama yapacakları bir şey yokmuş, sıkıyönetim varmış ve polis de onun emrindeymiş.
Sonraları bu polislerden biri, bir dükkânda otururken yanıma gelmiş onu tanıyıp tanımadığını sormuştu. Kendisini değil ama sesini tanımıştım. Başta çıkaramadım. Küçük bir ipucu verdikten sonra tanıdım. İşkence polislerinden biriydi. Bana iyilik yapmak istiyormuş, o da benim gibi Kürt’müş, zaman kaybetmeden buralardan çıkıp gitmem gerekiyormuş, onun için beni bulmuşmuş. Santralın yanına kurulduğu köy, ülkenin en çok sakatını barındıran bir yermiş, bu sakatlardan birini öldürüp bir dereye atıp suçu benim üstüme atarlarsa kendimi sittin sene kurtaramazmışım.
Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın demeyip hemen oralardan kaçtım. Zaten gözaltına alındıktan sonra işinize devam edemezdiniz, bunun için askeriyeden “çalışabilir” diye bir belge getirmeniz gerekiyordu ki bu belgeyi almaya gidip oradan dönmemeniz ihtimali de vardı işin ucunda. Tanıdığımız kaç insan arandığı için kendi ayaklarıyla oraya gitmiş, ölüsü gelmişti
Ring’de adaletsiz bir dövüş vardı. Pazarcık ilçesinden bütün bir köyün oturanları, muhtarı, kadını, kızıyla getirdikleri oluyordu. Komutan dedikleri kişi bağırıyordu: “Ulan şu Pazarcığın kökünü getirmezsem bana da adam değilsin desinler!” Babalara kızlarının, gelinlerinin cinsel organını elletiyorlardı:
– Tanıdın mı ulan bu .mı, diyorlardı, bu senin kızın, bu senin gelinin.
Elbette Yusuf Paşa işkence yapmadım diyorsa doğru söylüyor. Kendisi yapmamıştır.
– Söyle ulan! diyorlardı. Falanca kişiyi sen mi işe aldın.
– Evet ben işe aldım.
– Niye ulan, Halk Partili diye mi?
– İşi biliyor diye aldım.
– Ama Halk Partili olduğunu biliyordun,
– Biliyordum, ama ben partili değilim.
– Biliyoruz seni, senin partin olmaz, senin partin Moskova’da, sen komünistsin, namaz kılmazsın, oruç tutmazsın…
– Tutanlara karışmıyorum ama…
– Sus ulan Allah’ını ..ktiğimin… iktidara gelirseniz camileri kapatacaksınız öyle mi?
– Sovyetler’de camiler de kiliseler de açık.
– Sus ulan Allahsız, kitapsız, Allah’ını kitabını ..ktiğimin kitapsızı…
Eve gelince karınızın yaptığı ilk iş sizi soyup arkanıza bakmak oluyor. “Elleri kırılsın, gözleri önüne aksın vicdansızların!” sızlanmaları başlıyor. Ama Ring’dekilerin ne elleri kırılıyordu ne gözleri önüne akıyordu. Siz size yapılanla kalıyordunuz.
“”Ağlamak insan işi, Maraş’ın paşası beni yarım insan etti.””]Bu kadar yıl sonra Yusuf Paşa’nın köpeği ölmüştür herhalde, o da kendine başka bir köpek edinmiştir. Belki de edinmemiştir, çünkü o zaman karısının bir vakfı vardı ve bizim sarı sendikacılar oraya düzenli yardım ediyorlardı; Yusuf Paşa emekli maaşıyla bir köpeğe mama yedireceklerden değil.
FUAT YILDIRIM
Gezite.org