1 Eylül 2016 Perşembe

Bir Efkan Ala portresi: Süper vali, süper bürokrat, sıradan siyasetçi

Fotoğraf: REUTERS/Ümit BektaşRoma’da, Osmanlı’da oyun çokmuş ya ikisinin mirasçısı TC’nin de efsanesi çok. “Farklı bürokrat”, misal: Cefakâr öğretmen, vefakâr savcı, kanaatkâr mal müdürü, fedakâr subay, titiz bekçi…
Bir de “farklı mülki amir” var. Her dönem medya birine yapışır. “İşte o!” diye. O hiyerarşiye bakmayan, o Kürt Türk ayırmayan, o fakir zengin gözetmeyen, o doğruyu doğru bildiği gibi yapan, o büyüklerini sayan, küçüklerini seven… Erken ölenlerin efsanesi sürer, en fazla bir kuşak; Gaffar Okkan, Recep Yazıcıoğlu filan…
PARASIZ YATILI
Efkan Ala da işte o bürokratlardan. Halk sevmiş. Medya sevmiş. Hükümet sevmiş. Devlet sevmiş. Medya öyle diyor. “Nimet” diye yazılmış hakkında. Şimdilerde de cumhurbaşkanı seviyor, halktan, hükümetten, medyadan, her şeyden farklı bir yapı kuran cumhurbaşkanı. Hani şu dikey devletini tamama erdirmek üzere olan.
Parasız yatılı okumuş. Devlet dersi görmüş yani. Orta ikiden terk değil, mezun. Parasız yatılının kaderidir, orta ikiden terk etmezsen, o yayın seni fırlatacağı yer hiç belli olmaz. Yoksul halk çocuklarından biri olarak Maveraünnehir nereye dökülür sorusunu ve yanıtını bilir mi?
Parlak bir kaymakam olarak nereye dökülmesi gerektiğini de bilir. Etkili bir bürokrat olarak elbette nereye dökülmemesi gerektiğini de. Kudretli bir politikacı olarak nerede yatağın değişmesi gerektiğini, nerede baraj kurulması gerektiğini, kimin barajın altında kalması gerektiğini, barajın suyunun kime gitmesi gerektiğini de.
ÇALIŞMAK MECBURÎDİR
Öğrenci Efkan Ala, sınıfta kalma, başarısız olma, başarıyı erteleme lüksüne sahip olamayacak kadar yoksuldu. Hep çalışmak zorundaydı, hep çalıştı.
İlkokul arkadaşları, “İkna yeteneği çok iyiydi” diyorlarsa da tersi doğru olmalı: İkna olma yeteneği çok iyi olmak zorundadır yoksul bozkır çocuklarının, aileden uzakta, ranzalarda, sıralarda aksatmadan ders çalışmaya ikna olmak, bir yetenektir. Bozkır çocuklarının yalnızlık, sessizlik içinde geliştirdikleri bir yetenek.
Bürokrat Efkan Ala, aynı çalışkanlıkla işe koyuldu. Yoksul parasız yatılı bozkır çocuğunun tek disiplini. Temizlik düşkünlüğü, öğrencilik yıllarından, ama o düşkünlüğün bir karakter özelliği göstermesi, bürokrasi yıllarından. Kirlenmekten korkmadan devlet işini yapmak mümkün mü? Kısa sürede parlak başarılar. Yoksa gencecikken Diyarbakır’a vali yaparlar mı kimseyi?
GÖSTERİ MAKAMI
Başarılar, başarılı olanın özelliklerini de ortaya döker, çünkü görülmüştür. Valilik çünkü, gösteri alanıdır. Görüyoruz ya, valiler durmadan bir şeyler gösteriyorlar bize. Efkan Ala da Devlet dersinde aldığı yaraların bilincinde olduğunu gösterdi. Medya mercek altına alıp bir daha gösterdi. Devlet denilen o heyulanın açtığı yaraları pansumana gelmişti, yaraları bilen olarak. Lafları güzeldi: Açık toplum. Açık sistem. Şık demokrasi. Katılımcı yönetim. Yatay ilişki. Empati. Şeffaflık. “Sadece vergi alan değil, vergi veren de devlettir.” …
Hele Amed’de, Kürdistan’da ne şık duruyordu bu sözler: Devlet dersinin iki defa yaraladığı topraklarda. Gösterisi, salt gösteriş miydi? Değildi muhtemelen. Fakat o devlette yürürken, devlet de onda yürüdü. Hangi yoksul çocuk devletten hızlı koşabilmiş? Hem de artık valiyken? Hızla merkeze çekildi. Müsteşar.
KANUN BESTELEMEK
“Yasalar” diyor “beste gibidir.” Yani? Musikişinas. Dinlemeyi de söylemeyi de seviyor. Haktan, adaletten çok bahsediyor. Popper’ı çok seviyor. Cemil Meriç’i çok seviyor. Kıyası çok seviyor bir de.
“Yasalar beste gibidir. Türk sanat müziğindeki bir besteyi bir Hamiyet Yüceses, Zeki Müren, Müzeyyen Senar ve Bülent Ersoy gibi okumak var bir de rutin bir yorumcu gibi.”
Yani? Yorum önemli? Öğrenciyken yasaları nasıl yorumlardı bilemeyiz, Popper efsanelerine rağmen. Bürokratken medyada yazdığı gibi yorumlardı bilemeyiz, Popper ve Cemil Meriç’li röportajlara rağmen. Şu günlerde Müslüman Bonapart’ın icra heyetinde bir vokal, onu biliyoruz.
Sesini tam ayarlayamıyor ama: Bazen vali gibi kükrese de, birden sesi düşüyor. Sonra bir vali gibi babacanlaşıyor. Sonra bir vali gibi öfkeleniyor. Sonra bir vali gibi şefkat gösteriyor. Fakat bazen, bazen tekleyip yutkunuyor, sadece yere bakarak bir süre geçiriyor, bir iki saniye… İşte oralarda bir yerde çalışkan yoksul çocukla çalışkan yoksul gencin idealist siluetleri görünür gibi oluyor gözlüklerinin camından. Görünüp kayboluyor. Söyleşilerde adını çok andığı Cemil Meriç’in, Karl Popper’ın demeçlerinde görünüp kaybolması gibi.
POPPER DE, SONRA UNUT
Karl Popper, Kemal Tahir, Cemil Meriç, Alev Alatlı derken, hiçbir görev, yetki ve sıfatının olmadığı bir yerde oturmayı kabul edecek “devlet adamlığı”na terfi etti. Uçtu adeta. “Başta Papa olmak üzere harekete geçen yedi düvel” cümleciğini kurmak için, Popper’a gitmeye gerek yoktu, Alev Alatlı da yeterdi. Yargılanması gereken güvenlik görevlilerine muhakeme izni vermemek için Bekçi Murtaza olmak da yeterdi, “açık toplum, açık toplum, Popper, bir de Feyerabend” diye çırpınmak gerekmezdi.
Galiba şu Karl Popper’a, Kemal Tahir’e, Cemil Meriç’e filan birlikte hayran olmanın, sağcı olmak dışında, kolay bir yolu var: Hayran oluyorsunuz, oluyor bitiyor.
Sonra Başbakan bir gün sizi öğreniyor…
O başbakan, şimdiki genişletilmiş cumhurbaşkanı, Popper falan dinlemez, malûm. Onun ne türden kişileri yanına seçtiğini, ne türden kişileri uzaklaştırdığını git gide daha iyi anlıyoruz. Etrafında biriken heyetten anlıyoruz: Erdoğan’ın bir ihtiyacı var. Çarşıda, pazarda, ticarette, sanayide değil, bunların dışında, salt bürokraside yer alanlardan oluşan bir özel kurmay heyet ihtiyacı.
Böylece, yükselişine tanık olmuş, paydaş olmuş, ortak olmuş kimseye minneti kalmayacak. Devlet dersinde ölmemişlerden kurduğu heyetle dikey devletini pekiştirecek.
Yoksul bozkır çocuğu da, terbiye etmeye yeltendiği devletin verdiği terbiye eşliğinde fallokratik ruha teslimiyetini yükselmeye devam ederek kutlayacak: “Dik dur eğilme, Karaçoban seninle.”
EN KANLI DÖNEMİN ARDINDAN İSTİFA
O seçimde Karaçoban’dan oy alamadı. Seçildi. 1 Kasım’da da seçildi. Sonra hazır göreve başladı. İçişleri Bakanlığı’na. İçişleri Bakanlığı’nı o kadar sevmişti ki, yasa gereği seçim nedeniyle istifa etmiş olmasına rağmen, görev ondaydı. Çalışkan öğrenci, parlak bürokrat, seçilmiş siyasetçi, entelektüel mülkiyeci, müziksever yurttaş… Türkiye tarihinin en kanlı dönemlerinden birinin içişleri bakanı olarak tescillenecekti. Kanlı darbe gecesi Erzurum’daydı. O havadayken cumhurbaşkanı yerde, o yerdeyken cumhurbaşkanı havada olduğu için uzun süre görüşememişti kendisiyle izahatına göre. Bu arada iktidar partisi, meş’um darbe gecesi “aradığınız kişiye ulaşılamıyor” sesiyle yanıt verenlerin halini ahvalini merak eder, kuşkuya düşer olmuştu. Nasıl kuşkulanılmasın ki, Cumhurbaşkanı’nın en yakınına kadar sokulmuş kişiler darbeci çıkmış, iktidarın güçlü isimlerinden birinin kardeşi, bir general darbeci olmayan generalleri derdest etme işini eliyle yürütmüştü. Herkesin herkesten kuşkulanması için yeter nedeni vardı. Fakat hiçbir şey yokmuş gidiyordu bir yandan da her şey, gazeteciler, yazarlar, çevirmenler, çocuklarını filanca okullara gönderenler sorgu altında, gözaltındaken, tutuklanıyorken, parti etrafı güllük gülistanlıktı. Ya da tam siper.
Birden istifası geldi Efkan Ala’nın. O gece o birkaç saatlik kayıp zamandan ötürü kuşku altında olduğu için mi? O gece devlet teşkilatları görevlerini layıkıyla yapmadığı için mi? O geceden sonra talimatlandığı işleri kıvıramadığı ya da kıvırmak istemediği için mi? İçindeki çalışkan öğrenci, entelektüel mülkiyeci erdemli bir silkinişe girdiği için mi? Bilemeyiz. Gelecek günler gösterecek. Fakat her halükarda şunu bilebiliriz: Yoksul bozkır çocuklarından devşirilmiş bekçi Murtazaların muratları yerine gelmiyor, hangi ikbali görürse görsünler.
Karaçoban ona oy vermezken bir şeyler biliyordu belki de, halk bilgeliği bürokratik entelektüellerin göremediğini görmüştür her zaman…