Samir Amin, “Amerikan diplomasisi, kendi siyasal stratejileri çıkarına Siyasal İslamcıları “radikal” ve “ılımlı” diye ikiye ayırıyor. Sanki bir tarafta vahşi IŞİD, diğer tarafta “demokratik olma potansiyeli bulunan” AKP, Müslüman Kardeşler vs. varmış gibi. Bu tuzağa kesinlikle düşmemeliyiz. Bu, kendi çıkarları için bazı Siyasal İslamcı hareketlere verdiği desteği meşrulaştırmak isteyen ABD propagandasının tehlikeli bir uydurmasıdır” dedi.
Siyasal İslam üzerine yaptığı çalışmalarının yer aldığı Modernite, Demokrasi ve Din kitabı Yordam Kitap tarafından yayımlanan Samir Amin, “Radikal İslamcı denen IŞİD ile ılımlı İslamcı denen AKP özünde aynıdır. AKP yalnızca Türkiye’deki koşullar bunu dayattığı için IŞİD’e göre daha toleranslı davranıyor. Ilımlı Siyasal İslam diye bir şey yoktur, tüm Siyasal İslamcılar özünde aynıdır. Hepsi İslamın en ilkel ve gerici yorumu olan Vahhabilikle ilişkilidir. Osmanlı sultanları veya Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali bunun yüzyıllar önce farkına varmış ve bu anlayışla mücadeleye başlamıştır.” açıklamasını yaptı.
İslamcıların ‘ılımlı’ ve ‘radikal’ şeklinde sınıflandırılmasın eleştiren Amin, “Amerikan diplomasisi, kendi siyasal stratejileri çıkarına Siyasal İslamcıları “radikal” ve “ılımlı” diye ikiye ayırıyor. Sanki bir tarafta vahşi IŞİD, diğer tarafta “demokratik olma potansiyeli bulunan” AKP, Müslüman Kardeşler vs. varmış gibi. Bu tuzağa kesinlikle düşmemeliyiz. Bu, kendi çıkarları için bazı Siyasal İslamcı hareketlere verdiği desteği meşrulaştırmak isteyen ABD propagandasının tehlikeli bir uydurmasıdır.” dedi.
BirGün’den Onur Erem’e konuşan Samir Amin’in açıklamaları şöyle:
Kitabınızda Rönesans ile, Müslümanların “öze dönüş” politikası olarak tanımladığınız Nahda’yı karşılaştırırken siyasal İslamcıların, moderniteyi tanımlayan “gelenekten kopuşu” gerçekleştiremediği için başarısız olduğunu, laiklik ve demokrasinin önemini anlamadığını anlatıyorsunuz. Bu kopuşun gerçekleştirilememesinin nedeni olarak neyi görüyorsunuz?
Burada dikkat çekmek istediğim ilk nokta şu: Avrupa’ya baktığımızda Rönesans kapitalizmin koşullarını hazırlayan bir olgu değildi. Aksine, ortaya çıkmakta olan kapitalizm Rönesans’ın oluşmasına yol açan, tarihi ve dinleri yeniden okumanın mümkün olduğu o atmosferi yaratmıştı.
Oysa Doğu ülkeleri böyle bir süreci yaşamadı. Bizler hâlâ kapitalizm öncesi bir süreçteydik. Bu yüzden değişim ihtiyacı iç dinamiklerden değil, dış dinamiklerin yol açtığı bir şoktan oluştu: Avrupa’nın ilerlemesinin Doğu’da yarattığı şok. Doğu ülkeleri olarak Avrupa’ya çok yakınız, tarihi ve ticari ilişkilerimiz çok fazla. Bu yüzden Osmanlı halkları için Avrupa’nın hızla güçlenmesi, bizden daha güçlü hâle gelmesi büyük bir şok oldu.
Bunun üzerine Doğu’daki yöneticiler Avrupa’nın nasıl böyle güçlü olduğunu incelemeye başladılar ama bunun nedenini kesinlikle anlamadılar. Avrupalıların “eski köklerine” geri döndüğünü ve bu yüzden geliştiklerini düşünerek kendileri de aynısını uygulamaya çalıştılar. Oysa durum bunun tam tersiydi: Feodalist kökleriyle olan bağları kestikleri için güçlendiler.
Bu yüzden Rönesans’ın (yeniden doğuş) aslında nesans (doğuş) olarak tanımlanması gerektiğini söylüyorsunuz. Peki Doğu neden bunu yanlış anladı?
Çünkü toplumlarımızda kapitalizme dair herhangi bir öğe yoktu. İnsanların bu soruyu düzgün bir şekilde sorup değerlendirebilecek durumu yoktu. İnsanlar toplumlarının yapı taşlarını ancak içlerinde bulundukları koşullar kendilerine dayattığı zaman sorgulamaya başlar.
İslam’ın kendisinin “gelenekten kopuş” için bir engel oluşturmadığını da söylüyorsunuz…
Kesinlikle. Avrupa ülkelerinin ve bizim ülkelerimizin tarihsel gelişimlerindeki farkı Hıristiyanlık ve İslam arasındaki farkla açıklamak tam bir saçmalıktır. İslam aynen Hıristiyanlık veya herhangi bir din gibidir. Önemli olan koşulların toplumlara neyi dayattığı, değişimi dayatıp dayatmadığıdır.
Son dönemde İslamcı hareketlerden dikkat çeken laiklik açıklamaları geldi. Tunus’ta Nahda’nın lideri Gannuşi laikliği benimseyen bir konuşma yaparak “Artık Siyasal İslam’ı bırakıp Demokratik İslam’a geçiyoruz” dedi. Kısa süre sonra Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in Şûra Konseyi üyesi Cemal Haşmet “Müslüman Kardeşler üyeleri artık dinî ve siyasi faaliyetlerin ayrılması noktasında fikir sunuyor” açıklamasında bulundu. Bu İslamcı hareketlerin gerçekten değişmeye başladığını düşünüyor musunuz?
Bu söylem değişikliği kesinlikle oportünizmdir, katıksız bir yalandır. Bu yalanı da bilinçli olarak söylüyorlar. Çünkü Mısır’da 1 yıllık Mursi hükümeti döneminde de gördüler ki Siyasal İslam ile halk mutlu olmuyor, halkın gerçek sorunlarına çare üretemiyorlar. Halkın gerçek sorunu din değil işsizlik, eğitim, sağlık vs. Bunlara saf bir şekilde oy veren insanlar da artık bunları kabul etmiyor. Bu yüzden söylemlerini değiştirmek zorunda kaldılar. Bu tam bir oportünizmdir. Asla din ile siyaseti ayırmak gibi bir niyetleri yok.
Siyasal İslam’ın kısa vadeli (5-10 yıl) geleceğinde neler öngörüyorsunuz?
Kesinlikle tamamen yenilmiş olacaklar. Buna Suudi Arabistan ve Katar gibi birkaç ülke istisna olabilir. Türkiye’de de yenilmiş olacaklar. Bu yüzden AKP çok endişeli. Bu yüzden Erdoğan tüm iktidarı kendine bağlayacak bir anayasa değişikliği istiyor. Çünkü sonunun geldiğini görüyor.
Siyasal İslamcıları yenecek özne kim olacak? Baas benzeri siyasal hareketler mi, mevcut veya yeni ortaya çıkacak sol hareketler mi
Kimlerin yeneceği her ülkenin iç dinamiklerine göre değişir. Ama bu bahsettiğiniz yapıların bir karışımıyla yenileceklerin düşünüyorum.
Çünkü halklar Siyasal İslamcılardan bıktı. Suriye’de IŞİD’den veya Mısır’da Müslüman Kardeşler’den kurtulanlara bakın: Herkes seviniyor, “Oh be, gitti şu herkesi öldüren çirkin, sakallı adamlar” diyor.
Ama bu yeterli değil. Yerlerine gelecek alternatif ne olacak? Bu çok karışık, karmaşık, kendi iç çelişkilerini barındıran ve limitleri olan bir alternatif olacak.
Örneğin Türkiye’de eski Kemalistler ile gelişmekte olan yeni hareketler, Kürt yanlısı dense de aslında sadece Kürt yanlısı değil aynı zamanda demokrasi yanlısı olan ve son seçimde geniş bir destek alan HDP bunun içinde olacaktır. Türkiye’yi yalnızca ilerici ve demokratik güçlerin bir ittifakı kurtarabilir AKP’den.
Kitabınızda ‘ılımlı’ ve ‘radikal’ İslamcı diye tanımlanan siyasal hareketlerin özünde birbiriyle aynı olduğunu yazdınız. Bunu biraz daha açıklayabilir misiniz? Örneğin IŞİD, Hamas ve AKP’nin özünde bir farkları yok mu? Eğer özünde farkları yoksa, bu tür İslamcı örgütlerle mücadelenin ortak yönleri ne olmalı?
Radikal İslamcı denen IŞİD ile ılımlı İslamcı denen AKP özünde aynıdır. AKP yalnızca Türkiye’deki koşullar bunu dayattığı için IŞİD’e göre daha toleranslı davranıyor. Ilımlı Siyasal İslam diye bir şey yoktur, tüm Siyasal İslamcılar özünde aynıdır. Hepsi İslamın en ilkel ve gerici yorumu olan Vahhabilikle ilişkilidir. Osmanlı sultanları veya Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali bunun yüzyıllar önce farkına varmış ve bu anlayışla mücadeleye başlamıştır.
Fakat Amerikan diplomasisi, kendi siyasal stratejileri çıkarına Siyasal İslamcıları “radikal” ve “ılımlı” diye ikiye ayırıyor. Sanki bir tarafta vahşi IŞİD, diğer tarafta “demokratik olma potansiyeli bulunan” AKP, Müslüman Kardeşler vs. varmış gibi. Bu tuzağa kesinlikle düşmemeliyiz. Bu, kendi çıkarları için bazı Siyasal İslamcı hareketlere verdiği desteği meşrulaştırmak isteyen ABD propagandasının tehlikeli bir uydurmasıdır.
Suriye’de olanlara bir bakın! Batı, ABD ve Fransa El Nusra’yı destekliyor! Nusra El Kaide’nin bir koluydu, IŞİD’den bir farkı yoktur. Bunlar için “iyi, demokratik hareket” diyorlar. Bu kabul edilemez, en az diğerleri kadar kötüdür ‘ılımlı’ dedikleri.
Bu yüzden AKP’yle, IŞİD’le, hepsiyle mücadele etmeliyiz. Tabii ki mücadele yöntemleri farklı ülkelerdeki durumlara göre farklılık gösterir. Örneğin Suriye’de IŞİD’e karşı silah olmadan mücadele etmek mümkün değil ama AKP’ye karşı siyasal yollardan bir mücadele yürütülebilir.
Eğer özlerinde aynı olduğunu söylüyorsanız gerekli koşullar oluştuğunda AKP IŞİD’leşebilir, IŞİD de AKP’leşebilir demektir…
Evet, kesinlikle öyle. AKP gücü ellerinde tutmak için daha da vahşileşebilir.
AKP iktidara geldikten sonra iktidarı kaybetmemek için elinden gelen her şeyi yaptı. Medyayı sermaye ilişkileri aracılığıyla kontrol altına aldı, devlet televizyonlarını muhalefete kapattı, karşısında duran büyük iş gruplarını sindirdi… Buna rağmen 7 Haziran’da Meclis’teki çoğunluğu kaybetti fakat iktidarı bırakmamak için savaş ve katliamlarla dolu bir sürecin kapısını açtı. AKP’nin bir gün iktidardan inmesinin nasıl mümkün olacağını düşünüyorsunuz?
Söyledikleriniz, maalesef, kesinlikle doğru ve sadece bu bile AKP’nin demokrasiyle ilgisi olmadığını gösteriyor. AKP mutlak güç sahibi olacağı ve sonsuza kadar iktidarda kalacağı rejimi kurmak için seçimleri bir araç olarak kullanıyor. İktidarı kaybetmektense ülkeyi iç savaşa sürüklemeyi tercih edecek bir parti ne yazık ki. Tek umursadıkları şey iktidar ve onun için her şeyi yaparlar – buna iç savaş çıkarmak da dahil.
Şimdi de Kürt meselesini kullanıyorlar. Demokratik bir Türkiye’de Kürt meselesinin çözülmesi kesinlikle zor olmazdı. Yoksa bir devlet içinde neden 2 ayrı dil konuşan 2 halk yaşayamasın? Fakat Türkiye’de, maalesef, Atatürk de dahil olmak üzere egemenler ve egemen sınıflar asla demokratik olmadı. Türkiye’nin geleceğinin demokrasiye muhtaç olduğunu, dolayısıyla Kürtlerin haklarının tanınması gerektiğini anlayamadılar.
Türkiye halklarına bir mesajınız var mı?
Yaşasın dayanışmamız, Türkler, Kürtler ve Araplar olarak Siyasal İslam’a ve emperyalizme karşı ortak mücadelemiz!
AKP’nin Orta Doğu ile ilişkisini ve “İslam coğrafyasının lideri” olma söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP’nin Orta Doğu’ya bakışı önemli bir problem. Ben AKP’yi gerici, diktatörlük hedefleyen ve bunu kendi çıkarı için hedefleyen bir örgüt olarak tanımlıyorum.
Türkiye’nin “İslam coğrafyasının lideri olma” iddiası kesinlikle gerçeklik dışı, üstelik Türkler ve Araplar için de tehlikeli bir söylem. Bu, yeni-Osmanlıcı alt emperyalizmdir ve amacı da Amerikalıların manipülasyonu ve hegemonyasıdır.
Erdoğan’ın doğru bir tercih yaptığını söyleyemem. Türkiye için doğru tercih, iktidarda kim olursa olsun, NATO’dan ayrılmak ve AB üyesi olma hayalinden vazgeçmektir. Türkiye bir Doğu ülkesi olduğunu kabul etmeli. Doğu ülkesi olmasının nedeni Müslüman nüfusu olması değil, kapitalizmin çevre ülkesi olmasıdır. Türkiye Batılı emperyalist ülkelerin boyunduruğu altındadır. Bu yüzden Türkiye halklarının ve demokrasisinin geleceği Araplarla dayanışma ve kardeşliktir. Emperyalizme ve ve onun ittifaklarına , Siyasal İslama karşı birlikte mücadele etmeliyiz.
İslamcılık ve kapitalizme yönelik şu ifadeleri kullanıyorsunuz: “Siyasal İslam, son tahlilde kapitalist kompradorlaşmaya uyum sağlamaktan başka bir şey değil. (…)”. Bu durumda, küresel kapitalizm var oldukça Siyasal İslam da var olmaya devam edecek mi?
Küresel kapitalizm sürdüğü sürece Batılı güçler manipülasyonlarına devam edecek ve Siyasal İslam’ın varlığını sürdürmesini isteyecek. Biliyorsunuz, küresel kapitalizm ve Siyasal İslam partnerlerdir. Meşruiyet sağlamak için ikisinin de birbirine ihtiyacı var. ABD ve Avrupa’daki egemen sınıfların terörizme ihtiyacı var. Çünkü terörizmin yarattığı atmosfer sayesinde politikalarını ve güçlerini meşrulaştırıyorlar.
Siyasal İslam üzerine yaptığı çalışmalarının yer aldığı Modernite, Demokrasi ve Din kitabı Yordam Kitap tarafından yayımlanan Samir Amin, “Radikal İslamcı denen IŞİD ile ılımlı İslamcı denen AKP özünde aynıdır. AKP yalnızca Türkiye’deki koşullar bunu dayattığı için IŞİD’e göre daha toleranslı davranıyor. Ilımlı Siyasal İslam diye bir şey yoktur, tüm Siyasal İslamcılar özünde aynıdır. Hepsi İslamın en ilkel ve gerici yorumu olan Vahhabilikle ilişkilidir. Osmanlı sultanları veya Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali bunun yüzyıllar önce farkına varmış ve bu anlayışla mücadeleye başlamıştır.” açıklamasını yaptı.
İslamcıların ‘ılımlı’ ve ‘radikal’ şeklinde sınıflandırılmasın eleştiren Amin, “Amerikan diplomasisi, kendi siyasal stratejileri çıkarına Siyasal İslamcıları “radikal” ve “ılımlı” diye ikiye ayırıyor. Sanki bir tarafta vahşi IŞİD, diğer tarafta “demokratik olma potansiyeli bulunan” AKP, Müslüman Kardeşler vs. varmış gibi. Bu tuzağa kesinlikle düşmemeliyiz. Bu, kendi çıkarları için bazı Siyasal İslamcı hareketlere verdiği desteği meşrulaştırmak isteyen ABD propagandasının tehlikeli bir uydurmasıdır.” dedi.
BirGün’den Onur Erem’e konuşan Samir Amin’in açıklamaları şöyle:
Kitabınızda Rönesans ile, Müslümanların “öze dönüş” politikası olarak tanımladığınız Nahda’yı karşılaştırırken siyasal İslamcıların, moderniteyi tanımlayan “gelenekten kopuşu” gerçekleştiremediği için başarısız olduğunu, laiklik ve demokrasinin önemini anlamadığını anlatıyorsunuz. Bu kopuşun gerçekleştirilememesinin nedeni olarak neyi görüyorsunuz?
Burada dikkat çekmek istediğim ilk nokta şu: Avrupa’ya baktığımızda Rönesans kapitalizmin koşullarını hazırlayan bir olgu değildi. Aksine, ortaya çıkmakta olan kapitalizm Rönesans’ın oluşmasına yol açan, tarihi ve dinleri yeniden okumanın mümkün olduğu o atmosferi yaratmıştı.
Oysa Doğu ülkeleri böyle bir süreci yaşamadı. Bizler hâlâ kapitalizm öncesi bir süreçteydik. Bu yüzden değişim ihtiyacı iç dinamiklerden değil, dış dinamiklerin yol açtığı bir şoktan oluştu: Avrupa’nın ilerlemesinin Doğu’da yarattığı şok. Doğu ülkeleri olarak Avrupa’ya çok yakınız, tarihi ve ticari ilişkilerimiz çok fazla. Bu yüzden Osmanlı halkları için Avrupa’nın hızla güçlenmesi, bizden daha güçlü hâle gelmesi büyük bir şok oldu.
Bunun üzerine Doğu’daki yöneticiler Avrupa’nın nasıl böyle güçlü olduğunu incelemeye başladılar ama bunun nedenini kesinlikle anlamadılar. Avrupalıların “eski köklerine” geri döndüğünü ve bu yüzden geliştiklerini düşünerek kendileri de aynısını uygulamaya çalıştılar. Oysa durum bunun tam tersiydi: Feodalist kökleriyle olan bağları kestikleri için güçlendiler.
Bu yüzden Rönesans’ın (yeniden doğuş) aslında nesans (doğuş) olarak tanımlanması gerektiğini söylüyorsunuz. Peki Doğu neden bunu yanlış anladı?
Çünkü toplumlarımızda kapitalizme dair herhangi bir öğe yoktu. İnsanların bu soruyu düzgün bir şekilde sorup değerlendirebilecek durumu yoktu. İnsanlar toplumlarının yapı taşlarını ancak içlerinde bulundukları koşullar kendilerine dayattığı zaman sorgulamaya başlar.
İslam’ın kendisinin “gelenekten kopuş” için bir engel oluşturmadığını da söylüyorsunuz…
Kesinlikle. Avrupa ülkelerinin ve bizim ülkelerimizin tarihsel gelişimlerindeki farkı Hıristiyanlık ve İslam arasındaki farkla açıklamak tam bir saçmalıktır. İslam aynen Hıristiyanlık veya herhangi bir din gibidir. Önemli olan koşulların toplumlara neyi dayattığı, değişimi dayatıp dayatmadığıdır.
Son dönemde İslamcı hareketlerden dikkat çeken laiklik açıklamaları geldi. Tunus’ta Nahda’nın lideri Gannuşi laikliği benimseyen bir konuşma yaparak “Artık Siyasal İslam’ı bırakıp Demokratik İslam’a geçiyoruz” dedi. Kısa süre sonra Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in Şûra Konseyi üyesi Cemal Haşmet “Müslüman Kardeşler üyeleri artık dinî ve siyasi faaliyetlerin ayrılması noktasında fikir sunuyor” açıklamasında bulundu. Bu İslamcı hareketlerin gerçekten değişmeye başladığını düşünüyor musunuz?
Bu söylem değişikliği kesinlikle oportünizmdir, katıksız bir yalandır. Bu yalanı da bilinçli olarak söylüyorlar. Çünkü Mısır’da 1 yıllık Mursi hükümeti döneminde de gördüler ki Siyasal İslam ile halk mutlu olmuyor, halkın gerçek sorunlarına çare üretemiyorlar. Halkın gerçek sorunu din değil işsizlik, eğitim, sağlık vs. Bunlara saf bir şekilde oy veren insanlar da artık bunları kabul etmiyor. Bu yüzden söylemlerini değiştirmek zorunda kaldılar. Bu tam bir oportünizmdir. Asla din ile siyaseti ayırmak gibi bir niyetleri yok.
Siyasal İslam’ın kısa vadeli (5-10 yıl) geleceğinde neler öngörüyorsunuz?
Kesinlikle tamamen yenilmiş olacaklar. Buna Suudi Arabistan ve Katar gibi birkaç ülke istisna olabilir. Türkiye’de de yenilmiş olacaklar. Bu yüzden AKP çok endişeli. Bu yüzden Erdoğan tüm iktidarı kendine bağlayacak bir anayasa değişikliği istiyor. Çünkü sonunun geldiğini görüyor.
Siyasal İslamcıları yenecek özne kim olacak? Baas benzeri siyasal hareketler mi, mevcut veya yeni ortaya çıkacak sol hareketler mi
Kimlerin yeneceği her ülkenin iç dinamiklerine göre değişir. Ama bu bahsettiğiniz yapıların bir karışımıyla yenileceklerin düşünüyorum.
Çünkü halklar Siyasal İslamcılardan bıktı. Suriye’de IŞİD’den veya Mısır’da Müslüman Kardeşler’den kurtulanlara bakın: Herkes seviniyor, “Oh be, gitti şu herkesi öldüren çirkin, sakallı adamlar” diyor.
Ama bu yeterli değil. Yerlerine gelecek alternatif ne olacak? Bu çok karışık, karmaşık, kendi iç çelişkilerini barındıran ve limitleri olan bir alternatif olacak.
Örneğin Türkiye’de eski Kemalistler ile gelişmekte olan yeni hareketler, Kürt yanlısı dense de aslında sadece Kürt yanlısı değil aynı zamanda demokrasi yanlısı olan ve son seçimde geniş bir destek alan HDP bunun içinde olacaktır. Türkiye’yi yalnızca ilerici ve demokratik güçlerin bir ittifakı kurtarabilir AKP’den.
Kitabınızda ‘ılımlı’ ve ‘radikal’ İslamcı diye tanımlanan siyasal hareketlerin özünde birbiriyle aynı olduğunu yazdınız. Bunu biraz daha açıklayabilir misiniz? Örneğin IŞİD, Hamas ve AKP’nin özünde bir farkları yok mu? Eğer özünde farkları yoksa, bu tür İslamcı örgütlerle mücadelenin ortak yönleri ne olmalı?
Radikal İslamcı denen IŞİD ile ılımlı İslamcı denen AKP özünde aynıdır. AKP yalnızca Türkiye’deki koşullar bunu dayattığı için IŞİD’e göre daha toleranslı davranıyor. Ilımlı Siyasal İslam diye bir şey yoktur, tüm Siyasal İslamcılar özünde aynıdır. Hepsi İslamın en ilkel ve gerici yorumu olan Vahhabilikle ilişkilidir. Osmanlı sultanları veya Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali bunun yüzyıllar önce farkına varmış ve bu anlayışla mücadeleye başlamıştır.
Fakat Amerikan diplomasisi, kendi siyasal stratejileri çıkarına Siyasal İslamcıları “radikal” ve “ılımlı” diye ikiye ayırıyor. Sanki bir tarafta vahşi IŞİD, diğer tarafta “demokratik olma potansiyeli bulunan” AKP, Müslüman Kardeşler vs. varmış gibi. Bu tuzağa kesinlikle düşmemeliyiz. Bu, kendi çıkarları için bazı Siyasal İslamcı hareketlere verdiği desteği meşrulaştırmak isteyen ABD propagandasının tehlikeli bir uydurmasıdır.
Suriye’de olanlara bir bakın! Batı, ABD ve Fransa El Nusra’yı destekliyor! Nusra El Kaide’nin bir koluydu, IŞİD’den bir farkı yoktur. Bunlar için “iyi, demokratik hareket” diyorlar. Bu kabul edilemez, en az diğerleri kadar kötüdür ‘ılımlı’ dedikleri.
Bu yüzden AKP’yle, IŞİD’le, hepsiyle mücadele etmeliyiz. Tabii ki mücadele yöntemleri farklı ülkelerdeki durumlara göre farklılık gösterir. Örneğin Suriye’de IŞİD’e karşı silah olmadan mücadele etmek mümkün değil ama AKP’ye karşı siyasal yollardan bir mücadele yürütülebilir.
Eğer özlerinde aynı olduğunu söylüyorsanız gerekli koşullar oluştuğunda AKP IŞİD’leşebilir, IŞİD de AKP’leşebilir demektir…
Evet, kesinlikle öyle. AKP gücü ellerinde tutmak için daha da vahşileşebilir.
AKP iktidara geldikten sonra iktidarı kaybetmemek için elinden gelen her şeyi yaptı. Medyayı sermaye ilişkileri aracılığıyla kontrol altına aldı, devlet televizyonlarını muhalefete kapattı, karşısında duran büyük iş gruplarını sindirdi… Buna rağmen 7 Haziran’da Meclis’teki çoğunluğu kaybetti fakat iktidarı bırakmamak için savaş ve katliamlarla dolu bir sürecin kapısını açtı. AKP’nin bir gün iktidardan inmesinin nasıl mümkün olacağını düşünüyorsunuz?
Söyledikleriniz, maalesef, kesinlikle doğru ve sadece bu bile AKP’nin demokrasiyle ilgisi olmadığını gösteriyor. AKP mutlak güç sahibi olacağı ve sonsuza kadar iktidarda kalacağı rejimi kurmak için seçimleri bir araç olarak kullanıyor. İktidarı kaybetmektense ülkeyi iç savaşa sürüklemeyi tercih edecek bir parti ne yazık ki. Tek umursadıkları şey iktidar ve onun için her şeyi yaparlar – buna iç savaş çıkarmak da dahil.
Şimdi de Kürt meselesini kullanıyorlar. Demokratik bir Türkiye’de Kürt meselesinin çözülmesi kesinlikle zor olmazdı. Yoksa bir devlet içinde neden 2 ayrı dil konuşan 2 halk yaşayamasın? Fakat Türkiye’de, maalesef, Atatürk de dahil olmak üzere egemenler ve egemen sınıflar asla demokratik olmadı. Türkiye’nin geleceğinin demokrasiye muhtaç olduğunu, dolayısıyla Kürtlerin haklarının tanınması gerektiğini anlayamadılar.
Türkiye halklarına bir mesajınız var mı?
Yaşasın dayanışmamız, Türkler, Kürtler ve Araplar olarak Siyasal İslam’a ve emperyalizme karşı ortak mücadelemiz!
AKP’nin Orta Doğu ile ilişkisini ve “İslam coğrafyasının lideri” olma söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP’nin Orta Doğu’ya bakışı önemli bir problem. Ben AKP’yi gerici, diktatörlük hedefleyen ve bunu kendi çıkarı için hedefleyen bir örgüt olarak tanımlıyorum.
Türkiye’nin “İslam coğrafyasının lideri olma” iddiası kesinlikle gerçeklik dışı, üstelik Türkler ve Araplar için de tehlikeli bir söylem. Bu, yeni-Osmanlıcı alt emperyalizmdir ve amacı da Amerikalıların manipülasyonu ve hegemonyasıdır.
Erdoğan’ın doğru bir tercih yaptığını söyleyemem. Türkiye için doğru tercih, iktidarda kim olursa olsun, NATO’dan ayrılmak ve AB üyesi olma hayalinden vazgeçmektir. Türkiye bir Doğu ülkesi olduğunu kabul etmeli. Doğu ülkesi olmasının nedeni Müslüman nüfusu olması değil, kapitalizmin çevre ülkesi olmasıdır. Türkiye Batılı emperyalist ülkelerin boyunduruğu altındadır. Bu yüzden Türkiye halklarının ve demokrasisinin geleceği Araplarla dayanışma ve kardeşliktir. Emperyalizme ve ve onun ittifaklarına , Siyasal İslama karşı birlikte mücadele etmeliyiz.
İslamcılık ve kapitalizme yönelik şu ifadeleri kullanıyorsunuz: “Siyasal İslam, son tahlilde kapitalist kompradorlaşmaya uyum sağlamaktan başka bir şey değil. (…)”. Bu durumda, küresel kapitalizm var oldukça Siyasal İslam da var olmaya devam edecek mi?
Küresel kapitalizm sürdüğü sürece Batılı güçler manipülasyonlarına devam edecek ve Siyasal İslam’ın varlığını sürdürmesini isteyecek. Biliyorsunuz, küresel kapitalizm ve Siyasal İslam partnerlerdir. Meşruiyet sağlamak için ikisinin de birbirine ihtiyacı var. ABD ve Avrupa’daki egemen sınıfların terörizme ihtiyacı var. Çünkü terörizmin yarattığı atmosfer sayesinde politikalarını ve güçlerini meşrulaştırıyorlar.