Dünyanın ilk üniversitesinin, ilk yatılı kız okulunun kurulduğu, beyaz gülleriyle ünlü Nusaybin bugün iyileştirilmesi güç bir yara almış. Onca acıdan sonra kentte gözaltılar, tutuklamalar ve avukatların ifadesiyle 'hukuk cinayetleri' sürüyor.
Bombalanmış, yıkılmış kentin ortasındaki alanda duran zırhlı araçtan yapılan anons duyuluyor arka planda:
“Kendinizi kurtarın, ailenizi kurtarın, hayatınızı kurtarın. Bize güvenin. Son bir dakika…”
Sonra görüntüye teslim olan PKK’liler giriyor. Önde sedyede yatan bir yaralı var. Arkasına yüzükoyun uzanmış genç kadınlar ve erkekler. Hepsi de silahsız.
Bu çarpıcı görüntünün eşliğinde verilen mesaj şu; çağrı yapıldı, PKK’liler de gelip teslim oldu.
Bütün medyaya servis ediliyor bu görüntü. “PKK’liler teslim oldu”, “Örgütte büyük çözülme” başlıklarıyla ekranlara taşınıyor haber olarak. Yandaş ve biat etmiş merkez medyanın birinci sayfalarında kocaman fotoğraflarla yer alıyor. Teslim olan çoğu Nusaybinli gencin görüntüleri yayınlanıyor bolca; güvenlik güçlerinin ikram ettiği meyve suyunu içerken, kekleri yerken…
Ancak birkaç gün geçmeden You Tube’a bir görüntü düşüyor. Bir çeşit “kamera arkası” çekimi.
Zırhlı araçtan anons yapılırken teslim olanların yanındaki askerler herkese yatması gereken yeri gösteriyor. Arkasından bir asker sedyede yatan yaralının üzerini örtüp “çekime hazır” hale getiriyor.
Yaratılan imaj Nusaybin’de PKK’lilerin artık başka çaresi kalmadığı için teslim olmasıyla güvenlik güçlerinin çok büyük bir zafer kazandığı yönündeydi.
Ama gerçekten öyle miydi? Bu sorunun yanıtını verebilmek ve Nusaybin’deki 82 gün süren operasyonun bazı ayrıntılarına dikkatlice bakmak belki de burada yaşanılan gerçeğe ilişkin başka ipuçları verebilir.
Gerçekten de MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin söylediği yapılmaya çalışılmıştı Nusaybin’de.
“Onlara üç gün mühlet verin ve şehirleri tahliye etmelerini sağlayarak herkesi emniyetli yerlere alın. Arkasından da Nusaybin’de taş üstünde taş, baş üstünde baş koymayın” demişti partisinin grup toplantısında Bahçeli.
Gerçi bu sözün aslı “baş üstünde baş koymayın” değil, “omuz üstünde baş koymayın” olacaktı ama biz yine de Türk milliyetçisi bir parti liderinin Türkçe’yi bu kadar yanlış kullanmasına takılmayalım.
NUSAYBİN’DEKİ DERİN ‘ÇATLAK’
25 Mayıs’ta kentteki savaşı sürdüren taraflardan Halk Savunma Birlikleri (YPS) Genel Koordinatörlüğü Nusaybin’den çekildiğini açıklamıştı ama operasyonu yürüten askerlere göre çatışmalar hala sürüyordu.
İşte o günlerde 25’er, 42’şer teslim olmaya başladı “PKK’li” denilenler. Bu görüntüler de öyle ortaya çıktı. Bir gün sonra YPS bir açıklama daha yapacaktı.
“Şu anda Nusaybin şehrinde herhangi bir silahlı birimimiz kalmamıştır. Bu durumda AKP devletinin şehri daha fazla yakıp yıkma faaliyetini sürdürme gerekçesi de ortadan kaldırılmıştır. Bu saatten itibaren Türk devlet güçlerinin Nusaybin’de sıkacağı her mermi, silahsız-sivil insanlara sıkılmış olacaktır. Bununla birlikte Alika (Tunç) Mahallesi’nde kalan sivil analar ve çocuklar vardır. Onlarla birlikte yerel ve sivil gençlerden bazı yaralılar da bulunmaktadır. Silahsız olarak bulunan bu insanların yaşamı şu anda tehlike altındadır.” (Cumhuriyet, 27 Mayıs 2016)
O günlerde ve sonrasında kentte konuşulanlara göre bodrum katlarında insanların katledildiği bir ikinci Cizre olayı yaşanmasın diye çıkmışlardı Nusaybin’den. İşte bu teslim olma görüntüleri de bundan sonra ortaya çıkmıştı.
Bir “kazanılan zafer” öyküsü anlatılıyordu ama süreç güvenlik güçlerinin kendi aralarındaki sorunlar nedeniyle çok sancılı geçmişti.
Bu konudaki “çatlağı” ilk duyuran gazetecilerden biri Sözcü yazarı Saygı Öztürk’tü. 29 Mart 2016 tarihli yazısı “Nusaybin’de vali-asker uyuşmazlığı” başlığını taşıyordu.
Öztürk’ün, yaklaşık 10 gün sonra yazdığı 8 Nisan 2016 tarihli köşesinde ilginç bir bilgi yer alıyordu:
“Nusaybin İlçe Emniyet Müdürlüğü, terör örgütüyle ilgili önemli bilgilere sahipti. Bunları operasyonu yöneten komutana teslim ettiler. İlginç bir durum da, operasyonlar başlamadan 5 gün önce İlçe Emniyet Müdürü Kadir Baş’ın istememesine rağmen 5 gün izne gönderilmesiydi. Baş, operasyon başladıktan bir gün sonra görevinin başındaydı ama ilçeyi bilen müdür, 10 gün brifinglere hiç çağrılmadı.”
Son operasyonda askerin ve polisin çok kaybı oldu. Sinirler iyice gerilmişti. Nusaybin’de yolunda gitmeyen birşeyler vardı. Nitekim bu yazıdan iki gün sonra “Nusaybin’de komutayı değiştiren güvenlik raporu” haberleri çıkmaya başladı yandaş medyada.
“Nusaybin’de şehit sayısının artması ve güvenlik birimlerinin hazırladığı rapor sonucunda komuta validen alınarak askere verildi.”
Nusaybin’de teslim olanların görüntüleri “PKK’liler teslim oldu” şeklinde aktarılmıştı.
YANDAŞ MEDYAYA GÖRE İHANET EDEN GENERAL
Tam sorunun burada çözüldüğünü zannederken, 15 Temmuz darbe girişiminin yaklaşık bir ay sonrasında, 17 Ağustos’ta yine yandaş medyada yayınlanan bir haber herkesin tüylerini diken diken etti. Hatta, “Ya bu darbe girişimi olmasaydı, 60 askerin ölüme gönderilmesi gizli mi kalacaktı” sorusunu gündeme getirdi.
Haberin başlığı “FETÖ generalinden kahreden ihanet”ti.
Haberin içeriği daha da ürkütüyordu insanı:
“Mardin Nusaybin’de terör örgütü PKK’lılara yönelik yürütülen operasyonlarda FETÖ’nün darbe girişiminde rol oynayan ve tutuklanan Tuğgenaral Salih Kırhan’ın askerleri bile bile ölüme gönderdiği ortaya çıktı. Sadece iki ayda teröristlerin EYP ile tuzakladığı sokaklara zırhlı araçlar yerine Kırhan’ın emriyle yaya gönderilen 60 asker şehit oldu.”
Haberin sonunda bir bilgi notu da var:
“Hükümeti terörle mücadelede zayıf göstermeyi ve artan şehit cenazeleriyle toplumsal kavgayı körüklemeyi amaçlayan hain, darbe sonrası tutuklanmış.”
Habere göre, şikayetler artınca Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar Nusaybin’e gitmiş ve incelemesinin ardından görev değişikliği yapılıp Kırhan’ın yerine başka bir general atanmış.
Bu sürece bakınca zaten neden bir “kahramanlık ve zafer öyküsü”ne ihtiyaç duyulduğu ortaya çıkıyor.
82 gün süren operasyonlar bittikten sonra Mardin Valiliği 3 Haziran’da bir açıklama yapıyor. “496 terörist etkisiz hale getirilmiş, 70 güvenlik görevlisi şehit olmuş.” Yukarıdaki haberde ölüme gönderilen asker sayısının 60 olduğunu dikkate alırsak, geri kalan 10 “şehit”in de polis olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Ama gerçekten öyle mi?
Bir süre sonra kayıplar hakkında açıklama yapan YPS’ye göre ise durum tam tersidir:
“Nusaybin’de 548 asker ya da polis, 51 HPG/YPS/ YPS JİN savaşçısı yaşamını yitirdi.”
İki açıklamada da, operasyonlar sırasında yaşamını yitiren sivillerle ilgili bir veri yoktu. Ancak TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin yaptığı çalışmaya göre Nusaybin’de en az 22 sivil yaşamını yitirmişti.
Nusaybin’in yerel yöneticilerine göre de kentte ilan edilen tüm yasaklar boyunca 97 cenazeye ulaşılmış. Ancak şu anda çevresi tel örgülerle çevrili yasaklı mahallelerde kaç cenaze olup olmadığı bilinmiyor.
KAMERALARIN ÖNÜNDE KEK İKRAMI, SONRA…
Belediye Eş Başkanı Sara Kaya, çatışmalar bittikten sonra teslim olan 75 kişinin tutuklandığını anlatırken başka ayrıntılar da veriyor.
“Teslim olmalarına biz çok sevindik, Nusaybin’de ikinci bir Cizre yaşanmadı diye. Ancak önce kameralar önünde su, kek vermişler. Ancak sonra gördükleri işkenceden tanınmayacak hale getirilmiş gözaltına alınanlar.”
Teslim olduktan sonra “samimi itirafta” bulunanların yüzde 95’inin ifadelerini reddettiğini anlatıyor Nusaybinli bir avukat.
“İfadelerin çoğu avukatsız alınmış. Sonra da sanki CMUK avukatları yanlarındaymış gibi tutanaklar imzalatılmış. Teslim olduklarında kameralar önünde verilen meyve suları, kekler, sular toplatılmış kameralar gidince, dayak başlamış. Teslim olduktan sonra 1,5 gün bir okulun bahçesinde bekletilmişler. Sonra Mardin TEM’e götürülmüşler. Burada ağır işkence görmüşler. İnsan teşhiste bile zorlanıyordu. Büyük bölümü verdikleri ifadeleri kabul etmiyor. Ancak içlerinde 205 kişinin ismini tek tek verenler de var.”
Bugünlerde büyük bir gözaltı dalgası yaşanıyor kentte. “Aynı zamanda büyük hukuk cinayetleri de işleniyor” diyen Nusaybinli avukat kentin girişinde güvenlik güçlerinin elinde gördüğümüz bir tür okul yıllığı ya da fotoğraflı kataloğun da “sırrı”nı anlatıyor:
“Bir gayri resmi defter yapılmış. Kimine göre 800, kimine göre de iki bin kişinin fotoğraflı nüfus bilgileri var. Buna ‘GBT faal dışı olmasından kaynaklı resim benzerliği uygulaması’ diyorlar. Bu deftere bakarak insanları gözaltına alıyorlar. Sonra savcıya haber veriyorlar. Ancak OHAL’in 30 günlük gözaltı süresi burada pek kullanılmıyor. Her gün yoğun biçimde gözaltı olduğu için bir günde savcılığa çıkartıyorlar. Nusaybin açıldığından bu yana 100’ü, 150’yi geçti gözaltı sayısı. Ancak ellerindeki defterde sekiz aydır, bir yıldır cezaevinde olanların da adları var.”
Nusaybin’de teslim olanlar, toplu olarak bir spor salonuna götürüldüler.
SERBEST BIRAKAN HAKİM TUTUKLAMIŞ
Nusaybin’in hendekli, barikatlı, çatışmalı, ölümlü bir sürece girmesinde de kentte yaşanan büyük gözaltı dalgalarının, ev baskınlarının etkili olduğu ortaya çıkıyor insanlarla konuşurken. Belediye Eş Başkanı Sara Kaya o süreci bire bir yaşayanlardan:
“Hendekler, barikatlar yokken büyük gözaltı dalgası vardı kentte. Her gece en az beş altı kişi gözaltına alınıyor, çoğu tutuklanıyordu. Daha ‘özyönetim’ ya da ‘özsavunma’ ilan edilmeden iki de yargısız infaz oldu. Biz gece sabaha kadar basılan evlere gidiyorduk. Gittiğimiz her yerde altı üstüne getirilmiş, dağıtılmış evlerle, dayak yemiş insanlarla karşılaşıyorduk. Sonunda 9 Ağustos’ta Halk Meclisi özyönetim ilan etti.”
Burada ilginç birkaç nokta var. Bu özyönetim ilan edilen basın açıklaması okunurken Belediye Eş Başkanı Sara Kaya da orada bulunuyor. Bu nedenle gözaltına alınıp yargıç karşısına çıkartılıyor. Suçlamalar arasında “Kandil’in talimatı doğrultusunda özyönetim ilan etmek” de var. Ancak Kandil’in özyönetim çağrısı 12 Ağustos’ta yapılmış. Nusaybin Halk Meclisi ise özyönetim ilanını Kandil’den üç gün önce, yani 9 Ağustos’ta yapmış. Kaya’nın savunmasında bu unsur da yer alıyor. Mahkeme hakimi serbest bırakılmasına karar veriyor. Ancak itiraz üzerine tutuklanması istemiyle yine aynı hakimin karşısına çıkıyor Kaya. Bu kez hakim “Özyönetim ilanıyla ilgili basın açıklamasını okuyan kişiye yakın durduğu ve delillerin karartılması şüphesi olduğu” gerekçesiyle tutuklanmasına karar veriyor. “Delil” denilen de bir tek basın açıklaması, o da zaten dosyada duruyor.
Üç ay tutuklu kalmış. Sonrasındaki yargılama sürecinde altı yıl hapis cezası almış. Şu anda dosyası Yargıtay’da. Ancak anlamakta zorlandığı birşey var Kaya’nın:
“Biz, özyönetimi şimdi gündeme getirmedik ki. Zaten parti programında var. Buradaki bütün seçimlerde Türkçesiyle de, Kürtçesiyle de ‘Özyönetim ve özgür kimliğe’ sloganını kullandık. Her seçimde bangır bangır bağırdık.”
Spor salonuna götürülenlere asker kek ve su verdi. Fakat gazetecileri gittikten sonra ikram yerini şiddete bıraktı.
ÖLÜM DEĞİL YAŞAM EKMEK
Bugünkü kan revan içerisinde, bombalanmış, yıkılmış Nusaybin’de insanların başka hayalleri varmış oysa.
Nusaybin’in karşısı Kamışlı. Tam yüz yıl önce aralarından geçen Berlin-Bağdat demiryoluyla ayrılmış aileler, akrabalar, aşiretler. Yarısı Türkiye’de, diğer yarısı Suriye’de kalmış. Bugün Kamışlı, Rojava yönetiminde.
Tarihi açıdan kentin zenginliklerini anlatırken, dünyanın ilk kız okulundan, Zeynel Abidin’den, dünyanın ilk üniversitesinden, Mor Yakup’tan söz ediyor Kaya.
Daha “çözüm süreci” yaşanırken 2015’te Dünya Kadın Yürüyüşü’nün startı Nusaybin’den verilmiş.
Kamışlı kentindeki kadınlarla kutlamışlar 8 Mart’ı, aralarındaki dikenli tellere, mayın tarlalarına rağmen.
Bir proje başlatmış Nusaybin Belediyesi. Kent bir zamanlar beyaz gülleriyle ünlüymüş. Fidanlıkta beyaz gül yetiştirip dağıtıyorlarmış, “Mayın değil gül, ölüm değil yaşam ekiyoruz” sloganıyla. Ancak ne “beyaz gül projesi” kalmış, ne fidanlık. Kentin merkezindeki Musa Anter Parkı’ndaki her biri 17 yaşında olan yedi bin ağaç da operasyonlar sırasında yok olmuş.
Tel örgüler arkasında kalan evlerinin yıkılıp yıkılmadığına bakan insanlar, altına sığınacak bir çatı bulabilmek için çevre köylere, ilçelere dağılmışlar. Ailelerin çoğu ancak gıda yardımlarıyla ayakta kalabiliyor. Yitirdikleri canlarının ardından yakmaya başladıkları ağıt hala sürüyor. Önümüzdeki günlerde okullar açılacak, eğitim büyük sorun. Yakında kış geliyor, evsiz kalmak daha da büyük bir sorun.
Bu günlerde Nusaybinliler, bir devlet hizmetinden en fazla yararlanan yurttaşların başında geliyor. Tam gün, kesintisiz “zırhlı araç” hizmeti alıyorlar; devletin “Akrep”lerinden, “Kobra”larından, “Ural”larından, “Kirpi”lerinden, “Ejder”lerinden!
Celal Bailangıç