İlgiyle dinliyordu büyük usta Aziz Nesin.
“Biliyorsunuz ki bizim resmi ideolojide Kürt yoktur” dedim, “Dağda yaşayan Türk vardır. Bunlar dağ Türkü’dür. Dağdaki kar ayazdan sertleşir. Bu dağ Türkleri kara basınca ‘kart kurt’ diye ses çıktığı için onlara ‘Kürt’ denmiştir. Böyle diyor resmi ideoloji.’
İnce bir çizgi olarak, belli belirsiz konmuştu dudaklarına gülümsemesi:
“Bunca yıllık mizahçıyım, bunu ben bile uyduramam.”
14 Eylül 1992’de Şırnak’a doğru gidiyordu Aziz Nesin, Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) heyetiyle birlikte. Çünkü yakılıp yıkılmıştı Şırnak. Yaşanan olayların sorumlularıyla ilgili inceleme yapacaktı heyet.
Şırnak Tugay Komutanı Tuğgeneral Mete Sayar’dan da randevu alınmıştı.
Görüşmede, Tuğgeneral Sayar, belki de “Şırnak’ı kim bastı” tartışmasını sona erdirecek bir cümle söyledi:
“Ben burada güzel bir tablo yapmaya çalışıyorum. Bu tabloya küçük bir leke yapmaya kalkarlarsa o tabloyu Şırnaklıların başına geçiririm. Nitekim geçirdim de…”
Aziz Nesin bu sözün altında kalmamıştı:
“Siz kentin girişine ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazmışsınız. Ben katıksız bir Türküm ama mutlu değilim. Bir Kürt nasıl mutlu olsun!”
1990’lı yılların ikinci yarısı biterken devlet vazgeçmişti bütün Kürtleri “dağ Türkü” yapmaktan! Artık Kürt’e Kürt denilebiliyordu.
Belki de “Kürt sorunu” açısından 90’lı yılların en belirgin karekteristiklerin biri buydu.
Ancak, Kürt’ün varlığını kabul etmek zorunda kalan anlayış bu kez de “Türk’ün gücünü Kürtlere gösterme” sevdasına düşmüştü!
“Biliyorsunuz ki bizim resmi ideolojide Kürt yoktur” dedim, “Dağda yaşayan Türk vardır. Bunlar dağ Türkü’dür. Dağdaki kar ayazdan sertleşir. Bu dağ Türkleri kara basınca ‘kart kurt’ diye ses çıktığı için onlara ‘Kürt’ denmiştir. Böyle diyor resmi ideoloji.’
İnce bir çizgi olarak, belli belirsiz konmuştu dudaklarına gülümsemesi:
“Bunca yıllık mizahçıyım, bunu ben bile uyduramam.”
14 Eylül 1992’de Şırnak’a doğru gidiyordu Aziz Nesin, Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) heyetiyle birlikte. Çünkü yakılıp yıkılmıştı Şırnak. Yaşanan olayların sorumlularıyla ilgili inceleme yapacaktı heyet.
Şırnak Tugay Komutanı Tuğgeneral Mete Sayar’dan da randevu alınmıştı.
Görüşmede, Tuğgeneral Sayar, belki de “Şırnak’ı kim bastı” tartışmasını sona erdirecek bir cümle söyledi:
“Ben burada güzel bir tablo yapmaya çalışıyorum. Bu tabloya küçük bir leke yapmaya kalkarlarsa o tabloyu Şırnaklıların başına geçiririm. Nitekim geçirdim de…”
Aziz Nesin bu sözün altında kalmamıştı:
“Siz kentin girişine ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazmışsınız. Ben katıksız bir Türküm ama mutlu değilim. Bir Kürt nasıl mutlu olsun!”
1990’lı yılların ikinci yarısı biterken devlet vazgeçmişti bütün Kürtleri “dağ Türkü” yapmaktan! Artık Kürt’e Kürt denilebiliyordu.
Belki de “Kürt sorunu” açısından 90’lı yılların en belirgin karekteristiklerin biri buydu.
Ancak, Kürt’ün varlığını kabul etmek zorunda kalan anlayış bu kez de “Türk’ün gücünü Kürtlere gösterme” sevdasına düşmüştü!
‘KÜRT OLUŞUMU ASLA!’
Şu anda içinde yaşadığımız sürecin en belirgin karakteristiği de hâlâ daha, “Türk’ün gücünü göreceksiniz” kıvamında.
Devlet politikası olarak başlayan bu yaklaşım Kürtlerin yaşadığı bölgelerden Türkiye’nin batısına, güneyine, kuzeyine doğru yayılıyor.
En üst kademelerden aşağıya doğru uygulanan bu pratik artık halkın içine, mahalle aralarına kadar bir “Kürt düşmanlığı” olarak nüfuz ediyor.
Resmi “Kürt karşıtlığı”, sivil hayatın bir parçası olarak yaygınlaştıkça bu ülke geri dönüşü zor bir gerilim ve çatışma ortamına doğru yol alıyor.
Sakın ola ki, “Kürtler bizim kardeşimizdir. Biz PKK’ye, teröre karşıyız” demeyin. Bu, “Kürt karşıtlığını” gizlemek için takılmış bir maskedir.
Bu politika zaten sadece Türkiye ile de sınırlı değil. Irak’tan Suriye’ye kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış durumda.
Bu tutumu ustalıkla gizlemeye çalışsalar da, zaman zaman iktidar sözcüleri ağızlarından kaçırıp gerçek niyetlerini “faş” ediyorlar.
Örneğin 22 Ağustos 2016’da yapılan Bakanlar Kurulu toplantısından sonra açıklama yapıyor Başbakan Binali Yıldırım:
“Türkiye’nin güneyinde bir Kürt oluşumu meydana getirmek, bu asla Türkiye olarak bizim kabul edebileceğimiz birşey değildir. Komşu ülke olarak Türkiye, yakından ilgili İran başta olmak üzere Rusya, Amerika, hatta bazı körfez ülkeleri de Suudi Arabistan’ın da rol alacağı bir modelle artık daha fazla zaman kaybetmeden Suriye’de yeni bir sayfanın açılması hayati öneme sahip.”
Yani, İran olur, Amerika olur, Rusya olur, hatta Körfez ülkeleri de, Suudi Arabistan da olur ama asla Kürtler olmaz…
Dil sürçmesi olamaz, çünkü Başbakan Yıldırım iki gün sonra ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden görüşmesi sonrası da aynı “dil sürçmesi”ni yaşıyor:
“Güney sınırımızda yeni bir Kürt oluşumu kabul etmiyoruz.”
Oysa Başbakan Yıldırım’ın bu ayın başında gittiği Diyarbakır’da dili hiç “sürçmüyor”du!
“Bizim dünyanın hiçbir yerinde Kürtlere karşı mücadelemiz yok, aksini söyleyen Diyarbakır meydanına gelsin!”
Aslında bugünkü Suriye ile ilgili yapılan “Kürt oluşumu” 1990’lı ve 2000’li yıllar boyunca Irak’ta kurulan Kürdistan Özerk Bölgesi için de yapılmıştı. Devleti yönetenler “Kuzey Irak’ta bir oluşuma izin vermeyiz” diyorlardı.
Devletin bu tavrı AKP iktidara geldikten sonra da sürdü. 6 Haziran 2007’de Kanal 24’te canlı yayına çıkan dönemin başbakanı Erdoğan, “Bizim muhatabımız oradaki Kürt liderler değildir” görüşündeydi:
“Bizim muhatabımız Irak’ın Merkezi Hükümetidir. Ben Merkezi Hükümetin Cumhurbaşkanıyla da görüştüm, Başbakanıyla da görüştüm. Bunun dışındaki bir kabile reisi ile ben görüşemem.”
Bugün AKP iktidarının “Kuzey Irak’taki Kürt oluşumu”nun başındaki Barzani ile “can ciğer kuzu sarması” olması hayli uzun sürmüştü. Şimdi aynı durum yıllar sonra Suriye üzerinden yaşanıyor.
Devlet politikası olarak başlayan bu yaklaşım Kürtlerin yaşadığı bölgelerden Türkiye’nin batısına, güneyine, kuzeyine doğru yayılıyor.
En üst kademelerden aşağıya doğru uygulanan bu pratik artık halkın içine, mahalle aralarına kadar bir “Kürt düşmanlığı” olarak nüfuz ediyor.
Resmi “Kürt karşıtlığı”, sivil hayatın bir parçası olarak yaygınlaştıkça bu ülke geri dönüşü zor bir gerilim ve çatışma ortamına doğru yol alıyor.
Sakın ola ki, “Kürtler bizim kardeşimizdir. Biz PKK’ye, teröre karşıyız” demeyin. Bu, “Kürt karşıtlığını” gizlemek için takılmış bir maskedir.
Bu politika zaten sadece Türkiye ile de sınırlı değil. Irak’tan Suriye’ye kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış durumda.
Bu tutumu ustalıkla gizlemeye çalışsalar da, zaman zaman iktidar sözcüleri ağızlarından kaçırıp gerçek niyetlerini “faş” ediyorlar.
Örneğin 22 Ağustos 2016’da yapılan Bakanlar Kurulu toplantısından sonra açıklama yapıyor Başbakan Binali Yıldırım:
“Türkiye’nin güneyinde bir Kürt oluşumu meydana getirmek, bu asla Türkiye olarak bizim kabul edebileceğimiz birşey değildir. Komşu ülke olarak Türkiye, yakından ilgili İran başta olmak üzere Rusya, Amerika, hatta bazı körfez ülkeleri de Suudi Arabistan’ın da rol alacağı bir modelle artık daha fazla zaman kaybetmeden Suriye’de yeni bir sayfanın açılması hayati öneme sahip.”
Yani, İran olur, Amerika olur, Rusya olur, hatta Körfez ülkeleri de, Suudi Arabistan da olur ama asla Kürtler olmaz…
Dil sürçmesi olamaz, çünkü Başbakan Yıldırım iki gün sonra ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden görüşmesi sonrası da aynı “dil sürçmesi”ni yaşıyor:
“Güney sınırımızda yeni bir Kürt oluşumu kabul etmiyoruz.”
Oysa Başbakan Yıldırım’ın bu ayın başında gittiği Diyarbakır’da dili hiç “sürçmüyor”du!
“Bizim dünyanın hiçbir yerinde Kürtlere karşı mücadelemiz yok, aksini söyleyen Diyarbakır meydanına gelsin!”
Aslında bugünkü Suriye ile ilgili yapılan “Kürt oluşumu” 1990’lı ve 2000’li yıllar boyunca Irak’ta kurulan Kürdistan Özerk Bölgesi için de yapılmıştı. Devleti yönetenler “Kuzey Irak’ta bir oluşuma izin vermeyiz” diyorlardı.
Devletin bu tavrı AKP iktidara geldikten sonra da sürdü. 6 Haziran 2007’de Kanal 24’te canlı yayına çıkan dönemin başbakanı Erdoğan, “Bizim muhatabımız oradaki Kürt liderler değildir” görüşündeydi:
“Bizim muhatabımız Irak’ın Merkezi Hükümetidir. Ben Merkezi Hükümetin Cumhurbaşkanıyla da görüştüm, Başbakanıyla da görüştüm. Bunun dışındaki bir kabile reisi ile ben görüşemem.”
Bugün AKP iktidarının “Kuzey Irak’taki Kürt oluşumu”nun başındaki Barzani ile “can ciğer kuzu sarması” olması hayli uzun sürmüştü. Şimdi aynı durum yıllar sonra Suriye üzerinden yaşanıyor.
KÜRT DÜĞÜNÜNE POLİS MÜDAHALESİ
Elbette Suriye’de yaşanan bu “Kürt gerilimi” ülke içinde, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan Kürtlerle de yaşanıyor. Bu çatışmalı süreç ülkenin dört bir yanında ilçelere, sokaklara da yansımaya başlıyor.
Daha yeni biten bayram arefesinde Sinop’un Durağan ilçesinde yaşananlara bakın…
Basit bir alacak meselesinden başlayan tartışma bir linç girişimine, bir Türk-Kürt çatışmasına dönüşüyor.
Bölgede, çoğu yüz yıllar önce göçmüş 30 bine yakın Kürt’ün yaşadığı tahmin ediliyor.
Merkez medyanın sıradan bir olay gibi göstermeye çalıştığı olaylarla ilgili sosyal medyaya düşen görüntüler ciddi bir linç girişimini, Kürtlere dönük saldırıyı gözler önüne seriyor.
16 yaşında bir çocuğun yaşamını yitirdiği, 14 kişinin yaralandığı, ev ve işyerlerinin tahrip edildiği, üç Kürt muhtarın görevden alındığı, sokağa çıkma yasağı ilan edildiği olaylarla ilgili ortaya çıkan görüntüler gelecekte Türkiye’nin başka bölgelerine yayılma eğilimi taşıyan çatışmanın vahim bir habercisi.
Görüntüde yüksekçe bir yere çıkmış komutan var. Irkçı göstericiler “Komutanım bunları Durağan’a sokmamaya gücünüz yetiyor mu? Eğer bunlar girerse silahlanıyoruz. Haberiniz olsun. Bu bayrağın altında PKK sempatizanlarına bu sloganları arttırmayız biz” diye bağırıyor. Başka bir görüntüde, “Buraşı Şırnak, Cizre değil, burası Durağan. İstemiyoruz” diyorlar.
Görüntülere atılan sloganlar da yansıyor:
“Her Şey Vatan İçin”, “Bu Gelen Türk’ün Ayak Sesleri”, “Buralar Bizimdir, Bizim Kalacak”, “Allah-u Ekber”, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene”.
JİNHA’dan Sibel Yükler’in bu haberinde yer alan ayrıntıları uzun bayram tatili boyunca; yandaş medyada, biat etmiş merkez medyada göremediniz elbette.
Bu Türkiye’nin kuzeyinde yaşanan bir olaydı. Mersin’de önceki gün, yani Türkiye’nin güneyindeki bir habere de bakalım. Bu haber Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi’nde “Kürtçe şarkılardan rahatsız olan polisler düğün evine saldırdı” başlığıyla çıktı önceki gün:
“Mersin’in Toroslar ilçesine bağlı Demirtaş Mahallesi’nde dün gece yapılan bir sokak düğününe polis saldırdı. Yeni evlenen Kürt bir çiftin düğüne katılan davetlilerin yöresel kıyafetler giymesinden ve düğün esnasında Kürtçe şarkılar çalınmasından rahatsız olan polisler, düğünün yapıldığı sokağa gelerek düğüne katılanlara saldırdı. Damadın babası Maruf Dündar, o anları şu sözlerle anlattı: Düğün alanına gelen polisler, Kürtçe şarkılar çalınmayacağını ve geleneksel kıyafet giyen davetlilerin ise emniyete götürüleceğini söyledi. Davetlileri kendilerine teslim etmeyeceğimi söylemem üzerine ise polisler biber gazı ve silahlarla düğünü dağıttı.”
Daha yeni biten bayram arefesinde Sinop’un Durağan ilçesinde yaşananlara bakın…
Basit bir alacak meselesinden başlayan tartışma bir linç girişimine, bir Türk-Kürt çatışmasına dönüşüyor.
Bölgede, çoğu yüz yıllar önce göçmüş 30 bine yakın Kürt’ün yaşadığı tahmin ediliyor.
Merkez medyanın sıradan bir olay gibi göstermeye çalıştığı olaylarla ilgili sosyal medyaya düşen görüntüler ciddi bir linç girişimini, Kürtlere dönük saldırıyı gözler önüne seriyor.
16 yaşında bir çocuğun yaşamını yitirdiği, 14 kişinin yaralandığı, ev ve işyerlerinin tahrip edildiği, üç Kürt muhtarın görevden alındığı, sokağa çıkma yasağı ilan edildiği olaylarla ilgili ortaya çıkan görüntüler gelecekte Türkiye’nin başka bölgelerine yayılma eğilimi taşıyan çatışmanın vahim bir habercisi.
Görüntüde yüksekçe bir yere çıkmış komutan var. Irkçı göstericiler “Komutanım bunları Durağan’a sokmamaya gücünüz yetiyor mu? Eğer bunlar girerse silahlanıyoruz. Haberiniz olsun. Bu bayrağın altında PKK sempatizanlarına bu sloganları arttırmayız biz” diye bağırıyor. Başka bir görüntüde, “Buraşı Şırnak, Cizre değil, burası Durağan. İstemiyoruz” diyorlar.
Görüntülere atılan sloganlar da yansıyor:
“Her Şey Vatan İçin”, “Bu Gelen Türk’ün Ayak Sesleri”, “Buralar Bizimdir, Bizim Kalacak”, “Allah-u Ekber”, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene”.
JİNHA’dan Sibel Yükler’in bu haberinde yer alan ayrıntıları uzun bayram tatili boyunca; yandaş medyada, biat etmiş merkez medyada göremediniz elbette.
Bu Türkiye’nin kuzeyinde yaşanan bir olaydı. Mersin’de önceki gün, yani Türkiye’nin güneyindeki bir habere de bakalım. Bu haber Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi’nde “Kürtçe şarkılardan rahatsız olan polisler düğün evine saldırdı” başlığıyla çıktı önceki gün:
“Mersin’in Toroslar ilçesine bağlı Demirtaş Mahallesi’nde dün gece yapılan bir sokak düğününe polis saldırdı. Yeni evlenen Kürt bir çiftin düğüne katılan davetlilerin yöresel kıyafetler giymesinden ve düğün esnasında Kürtçe şarkılar çalınmasından rahatsız olan polisler, düğünün yapıldığı sokağa gelerek düğüne katılanlara saldırdı. Damadın babası Maruf Dündar, o anları şu sözlerle anlattı: Düğün alanına gelen polisler, Kürtçe şarkılar çalınmayacağını ve geleneksel kıyafet giyen davetlilerin ise emniyete götürüleceğini söyledi. Davetlileri kendilerine teslim etmeyeceğimi söylemem üzerine ise polisler biber gazı ve silahlarla düğünü dağıttı.”
BÜTÜN KÜRTLER HEDEFTE
Büyük bir çatışma sürecinden geçiyor Türkiye. Ana nedeni de “Kürt sorunu”.
Bir yıla yakın süredir Kürt kentleri bombalandı, yıkıldı, yüzlerce insan yaşamını yitirdi.
Kürtlerin kazandığı belediyelerden 24’üne kaymakamlar, vali yardımcıları kayyum olarak atandı.
Zaten bugüne kadar da seçilen Kürt belediye başkanları, meclis üyeleri, görevden alınmış, bir kısmı tutuklanmış, bir kısmı ağır cezalara çarptırılmıştı.
TBMM’de dokunulmazlıkları kaldırılan HDP’li vekillere savcılıklar ifade vermeleri için çağrı üzerine çağrı yapıyor. Yandaş kalemler, “Bazı HDP’li vekiller tutuklanacak” diye yazıyor. Bölgeden seçilen Kürt milletvekillerinin çok büyük bölümü tutuklanmak tehlikesiyle karşı karşıya.
Kürtlerin kurduğu partilerin genel başkanları, merkez yöneticileri; il, ilçe başkanları, yerel Kürt siyasetçiler gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Son olarak 11 binden fazla öğretmen görevden alındı. İşin ilginci bu operasyon da ağırlıklı olarak Kürtlere yönelik. Çünkü görevden alınan eğitim emekçilerinin büyük bölümü KESK’e bağlı Eğitim-Sen üyesi. Büyük bölümü Kürt. Aleviler, devrimci demokrat öğretmenler de var içlerinde. Görevden alınan öğretmenlerin büyük bölümü Kürtlerin yaşadığı kentlerden; Diyarbakır, Dersim, Mardin, Batman, Van, Adıyaman, Şanlıurfa, Bitlis, Elazığ, Iğdır, Gaziantep….
Dün başlayan yeni ders yılında öğretmensiz kalan lise öğrencileri Diyarbakır’da, “Öğretmenimi istiyorum” diye gösteri yaptıkları için yaka paça gözaltına alınıyordu. Üzerlerinde “Öğretmenime dokunma” yazan tişörtler giyen öğretmenler gözaltına alınıyordu.
Yakılıp yıkılan Kürt kentleri, yaşamını yitiren yüzlerce insan, tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya olan Kürt milletvekilleri; kaymakamların, valilerin kayyum olarak atandığı Kürt belediyeleri, görevden alınan ve çok büyük bölümü Kürt olan eğitim emekçileri, gelecekte daha da ağırlaşacak toplumsal çatışmanın vahim habercisi.
Bütün bu yaşananlar “Kürtler yoktur” cumhuriyetinden “Kürt olmak suçtur” devletine doğru koşar adım gidişin vahim işaretleri.
Büyük usta Aziz Nesin’in 1992 yılında Şırnak Komutanı Tuğgeneral Mete Sayar’a verdiği yanıt belli ki yaşadığımız bu süreci de en anlaşılır biçimde açıkladığı için bir kez daha aktaralım:
“Siz kentin girişine ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazmışsınız. Ben katıksız bir Türküm ama mutlu değilim. Bir Kürt nasıl mutlu olsun!”
Bir yıla yakın süredir Kürt kentleri bombalandı, yıkıldı, yüzlerce insan yaşamını yitirdi.
Kürtlerin kazandığı belediyelerden 24’üne kaymakamlar, vali yardımcıları kayyum olarak atandı.
Zaten bugüne kadar da seçilen Kürt belediye başkanları, meclis üyeleri, görevden alınmış, bir kısmı tutuklanmış, bir kısmı ağır cezalara çarptırılmıştı.
TBMM’de dokunulmazlıkları kaldırılan HDP’li vekillere savcılıklar ifade vermeleri için çağrı üzerine çağrı yapıyor. Yandaş kalemler, “Bazı HDP’li vekiller tutuklanacak” diye yazıyor. Bölgeden seçilen Kürt milletvekillerinin çok büyük bölümü tutuklanmak tehlikesiyle karşı karşıya.
Kürtlerin kurduğu partilerin genel başkanları, merkez yöneticileri; il, ilçe başkanları, yerel Kürt siyasetçiler gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Son olarak 11 binden fazla öğretmen görevden alındı. İşin ilginci bu operasyon da ağırlıklı olarak Kürtlere yönelik. Çünkü görevden alınan eğitim emekçilerinin büyük bölümü KESK’e bağlı Eğitim-Sen üyesi. Büyük bölümü Kürt. Aleviler, devrimci demokrat öğretmenler de var içlerinde. Görevden alınan öğretmenlerin büyük bölümü Kürtlerin yaşadığı kentlerden; Diyarbakır, Dersim, Mardin, Batman, Van, Adıyaman, Şanlıurfa, Bitlis, Elazığ, Iğdır, Gaziantep….
Dün başlayan yeni ders yılında öğretmensiz kalan lise öğrencileri Diyarbakır’da, “Öğretmenimi istiyorum” diye gösteri yaptıkları için yaka paça gözaltına alınıyordu. Üzerlerinde “Öğretmenime dokunma” yazan tişörtler giyen öğretmenler gözaltına alınıyordu.
Yakılıp yıkılan Kürt kentleri, yaşamını yitiren yüzlerce insan, tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya olan Kürt milletvekilleri; kaymakamların, valilerin kayyum olarak atandığı Kürt belediyeleri, görevden alınan ve çok büyük bölümü Kürt olan eğitim emekçileri, gelecekte daha da ağırlaşacak toplumsal çatışmanın vahim habercisi.
Bütün bu yaşananlar “Kürtler yoktur” cumhuriyetinden “Kürt olmak suçtur” devletine doğru koşar adım gidişin vahim işaretleri.
Büyük usta Aziz Nesin’in 1992 yılında Şırnak Komutanı Tuğgeneral Mete Sayar’a verdiği yanıt belli ki yaşadığımız bu süreci de en anlaşılır biçimde açıkladığı için bir kez daha aktaralım:
“Siz kentin girişine ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazmışsınız. Ben katıksız bir Türküm ama mutlu değilim. Bir Kürt nasıl mutlu olsun!”