"Gerçeği bilmek, ne kadar ağır olursa olsun, özgürleştirici..."
İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliği’nin ‘PKK propagandası’ yaptığı gerekçesiyle kapattığı Özgür Gündem’in yazarı ve Yayın Danışma Kurulu üyesi Aslı Erdoğan’ın gözaltına alınmadan önce kişisel sitesinde "Zorunlu, önemli bir mektup" başlığıyla yazdığı yazısında, "Bana ihanet edenleri bağışlayabilirim, ama Türkiye karanlıktan geçiyor. Başımıza örülmüş, örülecek çoraplar konusunda birbirimize karşı sorumluyuz" dedi. "Gerçeği bilmek, ne kadar ağır olursa olsun, özgürleştirici" diyen Erdoğan, "Ben, bana ihanet eden insanları da anlayabilir, bağışlayabilir, hala sevebilir ve yas tutabilirim" ifadesini kullandı.
Erdoğan'ın sitesinde yayımlanan yazısı şöyle:
"Bu mektup, her ne kadar kişisel görünse de, son iki haftadır geçtiğimiz sürecin bir parçası olarak aslında benden çok sizi ilgilendirmektedir. Aylar, yıllar boyu sustuktan sonra bu gün yazmamın nedeni de günümüzün vahim koşullarıdır.
1.Uluslararası düzeyde tanınan bir erkek yazar, söz gelimi Orhan Pamuk, bilgisayarında üç adet izleme programı ve açılamayan ‘siyasi’ içerikli dosyalar bulunduğunu söyleseydi? Ortalık ayağa kalkmaz, basın ve düşünce özgürlüğü adına imzalar toplanmaz mıydı? Sayın Orhan Pamuk’tan bunları belgelemesi istenir miydi? Elbet ben bir ‘kadın’ yazar olarak, yani cinsiyetim gereği ’abartmaya’ ya da ‘uydurmaya’ meyilli olduğumdan, bir değil iki bilimsel rapor aldım. Sayın Pamuk belgelerini sunduktan sonra, onu iftira atmak, dedikodu çıkarmak amacıyla, başına ciddi işler açabilecek programları ve dosyaları kendi bilgisayarına yüklemekle kimse suçlar mıydı?
2.Bilgisayara yapılan tüm girişler kolayca tespit edildiği gibi, ‘ ‘ edilmiş, yani internet üzerinden yollanmayıp elle konmuş programların tespiti de son derece kolaydır. Programların kim tarafından konulduğunu anlamak benim durumumda çok kolaydı. (Gezi zamanı evime gelen biri, o zamanlar Türkiye’ye yeni döndüğüm için evime sadece tek bir kişi gelmiştir.) Benim sizin bilgisayarınıza izleme programları (keyloggervb) koyduğumu, ekranda belirmeyen, siyasi içerikli, yani başınıza çok ciddi işler açacak dosyalar gizlediğimi anlasanız, benim NE olduğumu düşünürdünüz?
3.Çevrenize bir uyarıda bulunmakla kendinizi yükümlü hisseder miydiniz? Sizin emailinizden, sizin adınıza, sağlık durumunuz bahane edilerek para toplansaydı, insanlara bir açıklama borçlu hissetmez miydiniz?
4.Ben SİZİN tüm yakın çevrenizle, babanız dahil, sizden habersiz iletişime geçsem ve sizinle ‘çok özel bir ilişki yaşadığımızı’, ‘ama sizin ruhsal problemleriniz olduğunu, sizin için çok endişelendiğimi’, mitomani ve paranoyaya eğilimli olduğunuzu söylesem, yakın çevrenizin sizi uyarmasını bekler miydiniz? Köşe yazarı olduğum gazeteye, siyasi çevrelere ve muhtemelen edebiyat çevrelerine de bu tür konuşmaların yapıldığını, aylar yıllar boyu tekrarlandığını yeni öğrendim.
5.Avusturya’da ağır bir kanama nedeniyle hastanede yatarken ırkçı bir doktorun işkencesine maruz kaldığımı herhalde duymuşsunuzdur. (Hastane benden resmen özür dilemiştir, bu korkunç olayla ilgili uluslararası basında çıkan tüm yazılar sitemdedir.) Basına anlatamadığım kısmı şu: Skandalı kapatmak isteyen konsolosluk beni Viyana’ya aldırmış, rahmime verilen zararı tespit ettirip en yakın arkadaşım olduğunu söyleyen birinin Viyanaya gelmek üzere olduğunu haber vermiştir. Bu ‘yakın arkadaş’ konusunda beni uyarmış, onu ve o yapıdan kimseleri evine kabul etmeyeceğini bildirmiş, ikisi arasında yaşanan gerilimden sonra, konsolos hukuki durumumu 24 saat içinde öğreneceğini belirtmiş, bu yakın arkadaşsa bana cemaatin beni tutuklatmayacağı güvencesini vermiştir. (Elbet ben kendini önemli göstermek isteyen bir kızcağızın devlet bağlantısı varmış rolü oynadığını düşündüm!!) Ne tesadüf, skandalı büyüten Kanaltürk ve benim hakkında yıllar önce ‘ahlaken şaibeli’ haberlerini yapan Nokta yakınlarda kapatıldı! Konsolosun, yani devletin, beni hangi yapı ve üyeleri hakkında uyardığını anlamışsınızdır. Ben devleti ciddiye almayı biraz geç öğrendim.
6.Gezi günleri… En yakın arkadaşınız Cihangir’de operasyon yapıldığı bahanesiyle sizde kalmaya başlıyor, birden yakın takipte olduğunuzu fark ediyorsunuz… Gezi bastırıldıktan 4 gün sonra, tam da yakın arkadaşınıza konumunuza bildirdikten 10 dk sonra saldırıya uğruyor, ertesi gün için BİRGÜN gazetesine söz verdiğiniz yazıyı kaçırıyorsunuz… Gece karakolda sorguya çekiliyor, daha 12 saat geçmeden aynı arkadaşınızın üzerinize kaynar su dökmesiyle ağır biçimde, üçüncü dereceden yanıyorsanız… Hakikaten bunların kaza ya da tesadüf olduğuna inanır mıydınız? Hem de tam aynı günlerde bilgisayarınıza üç adet casus yazılımı konmuşsa… Saldırıya uğradığım gece annem karakoldaydı, yandığım gün olan korkunçlukların da birebir tanıdığıdır. ( Konsolosa benzer tepki göstermiş, evde polis istemediğini söylemiştir.) Yanık ve saldırıyla ilgili polis tutanağı ve hastane kayıtları mevcuttur, MOBESE kayıtlarına ulaşılamamıştır.
1.2013 senesinden 2015 Temmuzuna dek email hesaplarıma sürekli izinsiz girilmiş, yazışmalarım silinmiş, benim adıma abuk sabuk mailler yollanmış, hesaplar açılmış ve para toplanmıştır. Bunu yapan şahıs, profesyonel bir şirket yardımıyla telefonu üzerinden tespit edilmiştir, elbet en yakın arkadaşımın telefonunu tanırım. Tanıklar, belgeler bir düzinenin üzerindedir. En son tanık 2015 yılı boyunca bilgisayarlarını kullandığım Polonya’daki yazarlar evidir. Ne yazık ki onların resmi yazışmaları da silinmiş, Polonya’ya dava açma hakkı doğmuştur.
2.Bu tanıklardan 8’i resmen tanıklık yapmayı kabul etmiş, savcılığa avukatım Erdal Doğan başvurmuştur. (Tanıklardan biri ‘hizmetçi parçası ‘ diye aşağılanmış, Alevi olmasına rağmen o günden beri BİRGÜN gazetesine el sürmemiştir !! Aynı hanım evimde bulunan ve başıma iş açabilecek diğer şeylerin de tanığıdır ama avukatımın tavsiyesiyle bunu yargıya taşımadık.)
3.Sıradan bir hacking davasının nasıl müştekinin kabusuna dönüştürüldüğünü avukatımdan öğrenebilirsiniz. Üşenmezseniz bir avukat aracılığıyla dosyayı inceleyebilir, ‘tuhaflıkları’ kendi gözünüzle görebilirsiniz.Kısacası ‘emailimin’ resmen incelenmesini talep edip de kabul edilmeyen ilk kişi olarak adalet tarihine bir imza attım. Elbet savcılık sonucunu avukatlardan önce öğrenen ‘şüpheli’ konumundaki kişidir, derhal, avukatımdan 40 dk önce beni aramıştır!!
İki yıl email kullanamamak, Ekim 2015den beri evimde bilgisayar bulunduramamak ( ben bir yazarım!), birkaç burs ya da davet kaçırmak… Geceyarısı Harbiye’de saldırıya uğramak, 46 gün yanık tedavisi görmek…Bunlar sonradan yaşadıklarımın yanında hiç kaldı. Kanaltürk’ün haberiyle başlayan süreçte tam anlamıyla rezil edildim, edilmişim. Yakın zamana kadar hakkımdaki delidir, yalancıdır, hastalık hastasıdır vb söylentilerden haberim bile yoktu.
Bu söylentilerin benim yurt dışında olduğum 2015 senesinde çok tehli boyutlar aldığını, neredeyse bütün İstanbul’a, farklı çevrelerde, farklı farklı söylentiler yayıldığını, dedikodu çıkarmak, iftira atmak, örgüt üyesi olup tehdit etmek ya da ettirmekle itham edildiğimi duyunca gerçekten KORKTUM. (Son derece devlet kokan bir savunma biçimi.) Biliyorsunuz ama gene de tekrarlayayım: Örgüt üyesi değilim, bir örgütün benim talimatımla kendisine ilişmemiş birine mafyatik tehditler savurması epeyce akıldışı! Hayatım boyunca da tek kişiyi tehdit etmedim, hakkımda abuk sabuk kitap yazmış birine karşı bile şiddet ya da intikam yoluna gitmedim.
TAM TERSİ! Ortalığı ayağa kaldırabilecekken sustum, PEN’e bile başvurmadım.(Açıkçası bir arkadaşım Sabri Kuşkonmaz’la konuşmam için o kadar çok üsteledi ki, şüphelendim! Elbet o arkadaşım da çoktan satmıştı beni!!) Atilla Keskin olayın detaylarını biliyor, ispiyonculuk yapmama adına neleri sineye çektiğimi bilir.Elbet bilgisayarımda dosyalar bulunduğunda kapıldığım panikle hatalar yaptım, bütüyle susmam gerekirken konuştum. (Zaten çevremdeki herkesin, yani sizlerin, epeydir benimle ilgili ne safsatalar dinlediğini bilemezdim!) Niyetim bu olsaydı, dedikoduya çok daha müsait açıklar bildiğim gibi, işin devlet boyutuyla ilgili Avusturya’dan beri susmaktayım(En yakın arkadaşımın yazılarımdan alenen çalmasına bile ses çıkarmadım. İNSAF!!)Bir kez yüz yüze— gene tanıklar önünde— buluştum, benden uzak durmasını, böyle yollara saparak kendi hayatını mahvettiğini söyledim. Ve açıkçası, aktif siyasetle uğraşmadığım için, kim muhbirmiş, kim değilmiş,beni pek ilgilendirmezdi.Ama öte yandan yakın çevremi, özellikle muhalifleri, gazeteyi uyarmakla, adıma toplanan paraları geri ödemekle yükümlü hissettim kendimi. Ama benimle kimin, hangi çevrenin nasıl sistematik biçimde uğraştığını ancak şimdi, son iki haftada anladım. Herhalde tek kurban ya da hedef ben olamam, politik açıdan öyle bir önemim yok.
20 yıllık yazarlığım, köşe yazılarım ve kitaplarım ortada. İlkelerim ve mücadelem ortada. Bunları bir kenara bırakalım, belgeler, tanıklar, raporlar ortada… Ama öylesine dışlanıp aşağılandım, öyle suçlamalara maruz kaldım ki havsalam durdu: Deli, mitoman, iftiracı, tehditçi… Aylarca nesnesi olduğum her türden söylentinin asıl mağduru olduğumu (bir kısmını Polonya dönüşü öğrendim), asıl yalnızlaştırılanın, dışlananın, şaibeli konumda bırakılanın, tipik bir taciz—tecavüz davasında olduğu gibi— kurbanın bizzat kendisi olduğunu kimse göremedi mi gerçekten? Bir kez olsun benimle konuşmak, belgelere bakmak, tanıkları dinlemek kimsenin aklındanneden geçmedi, hem de işi gerçekle olan yazarların, gazetecilerin? Sanırım sırf kadın olduğum için bunun kişisel bir hikaye, abartı, dramatize etme olarak görmek yoluna saptınız, aslında ‘kafaya alındınız.’
Köşe yazılarımda da, kişisel hayatımda da yalan söylemem, kanıtlayabileceğimi söylemeye ve yazmaya özen gösteririm (Ne de olsa ben bir fizikçiyim!) Edebi başarılarım gibi travmalarım da bana aittir, bir tekine bile saygısızlık ettirmem. Bunca mağduriyetten sonra bir daha ‘sanık’ sandalyesine oturtulup, bir de hesap vermek zorunda bırakılmaya niyetim yok. Gazetemin ya da avukatımın dediği gibi bana karşı bir psikolojik savaş uygulandı ve ben de yenildim! On yıldır hiçbir geliri olmayan, tek bir senaryo yazmamış, epeyce lüks bir hayat süren birinin, son iki üç yılda ateşli muhalif kesilip kendini de böyle yutturabilmesini havsalam almıyordu! Üstelik elli yaşında, yedi kitap yazmış, yıllarca köşe yazarlığının bedelini ödemiş bir yazar hakkında, hem de bizzat onu tanıyanlara atıp tutarak kendine bir önem atfetmesi: (Ben o kadar önemliyim ki, tehdit dahi ediliyorum. Ama şikayetçi değilim, bizim Aslı biraz çatlak!!!)
Sadede gelelim: İşin son boyutu şu son iki haftada çözüldü. Gerçeği bilmek, ne kadar ağır olursa olsun, özgürleştirici. Ben, bana ihanet eden insanları da anlayabilir, bağışlayabilir, hala sevebilir ve yas tutabilirim. Ama Türkiye karanlık bir süreçten geçiyor, başımıza örülmüş, örülecek çoraplar konusunda birbirimize karşı sorumluyuz.
Selamlar, Aslı"
Erdoğan'ın sitesinde yayımlanan yazısı şöyle:
"Bu mektup, her ne kadar kişisel görünse de, son iki haftadır geçtiğimiz sürecin bir parçası olarak aslında benden çok sizi ilgilendirmektedir. Aylar, yıllar boyu sustuktan sonra bu gün yazmamın nedeni de günümüzün vahim koşullarıdır.
Sorular:
1.Uluslararası düzeyde tanınan bir erkek yazar, söz gelimi Orhan Pamuk, bilgisayarında üç adet izleme programı ve açılamayan ‘siyasi’ içerikli dosyalar bulunduğunu söyleseydi? Ortalık ayağa kalkmaz, basın ve düşünce özgürlüğü adına imzalar toplanmaz mıydı? Sayın Orhan Pamuk’tan bunları belgelemesi istenir miydi? Elbet ben bir ‘kadın’ yazar olarak, yani cinsiyetim gereği ’abartmaya’ ya da ‘uydurmaya’ meyilli olduğumdan, bir değil iki bilimsel rapor aldım. Sayın Pamuk belgelerini sunduktan sonra, onu iftira atmak, dedikodu çıkarmak amacıyla, başına ciddi işler açabilecek programları ve dosyaları kendi bilgisayarına yüklemekle kimse suçlar mıydı?
2.Bilgisayara yapılan tüm girişler kolayca tespit edildiği gibi, ‘ ‘ edilmiş, yani internet üzerinden yollanmayıp elle konmuş programların tespiti de son derece kolaydır. Programların kim tarafından konulduğunu anlamak benim durumumda çok kolaydı. (Gezi zamanı evime gelen biri, o zamanlar Türkiye’ye yeni döndüğüm için evime sadece tek bir kişi gelmiştir.) Benim sizin bilgisayarınıza izleme programları (keyloggervb) koyduğumu, ekranda belirmeyen, siyasi içerikli, yani başınıza çok ciddi işler açacak dosyalar gizlediğimi anlasanız, benim NE olduğumu düşünürdünüz?
3.Çevrenize bir uyarıda bulunmakla kendinizi yükümlü hisseder miydiniz? Sizin emailinizden, sizin adınıza, sağlık durumunuz bahane edilerek para toplansaydı, insanlara bir açıklama borçlu hissetmez miydiniz?
4.Ben SİZİN tüm yakın çevrenizle, babanız dahil, sizden habersiz iletişime geçsem ve sizinle ‘çok özel bir ilişki yaşadığımızı’, ‘ama sizin ruhsal problemleriniz olduğunu, sizin için çok endişelendiğimi’, mitomani ve paranoyaya eğilimli olduğunuzu söylesem, yakın çevrenizin sizi uyarmasını bekler miydiniz? Köşe yazarı olduğum gazeteye, siyasi çevrelere ve muhtemelen edebiyat çevrelerine de bu tür konuşmaların yapıldığını, aylar yıllar boyu tekrarlandığını yeni öğrendim.
5.Avusturya’da ağır bir kanama nedeniyle hastanede yatarken ırkçı bir doktorun işkencesine maruz kaldığımı herhalde duymuşsunuzdur. (Hastane benden resmen özür dilemiştir, bu korkunç olayla ilgili uluslararası basında çıkan tüm yazılar sitemdedir.) Basına anlatamadığım kısmı şu: Skandalı kapatmak isteyen konsolosluk beni Viyana’ya aldırmış, rahmime verilen zararı tespit ettirip en yakın arkadaşım olduğunu söyleyen birinin Viyanaya gelmek üzere olduğunu haber vermiştir. Bu ‘yakın arkadaş’ konusunda beni uyarmış, onu ve o yapıdan kimseleri evine kabul etmeyeceğini bildirmiş, ikisi arasında yaşanan gerilimden sonra, konsolos hukuki durumumu 24 saat içinde öğreneceğini belirtmiş, bu yakın arkadaşsa bana cemaatin beni tutuklatmayacağı güvencesini vermiştir. (Elbet ben kendini önemli göstermek isteyen bir kızcağızın devlet bağlantısı varmış rolü oynadığını düşündüm!!) Ne tesadüf, skandalı büyüten Kanaltürk ve benim hakkında yıllar önce ‘ahlaken şaibeli’ haberlerini yapan Nokta yakınlarda kapatıldı! Konsolosun, yani devletin, beni hangi yapı ve üyeleri hakkında uyardığını anlamışsınızdır. Ben devleti ciddiye almayı biraz geç öğrendim.
6.Gezi günleri… En yakın arkadaşınız Cihangir’de operasyon yapıldığı bahanesiyle sizde kalmaya başlıyor, birden yakın takipte olduğunuzu fark ediyorsunuz… Gezi bastırıldıktan 4 gün sonra, tam da yakın arkadaşınıza konumunuza bildirdikten 10 dk sonra saldırıya uğruyor, ertesi gün için BİRGÜN gazetesine söz verdiğiniz yazıyı kaçırıyorsunuz… Gece karakolda sorguya çekiliyor, daha 12 saat geçmeden aynı arkadaşınızın üzerinize kaynar su dökmesiyle ağır biçimde, üçüncü dereceden yanıyorsanız… Hakikaten bunların kaza ya da tesadüf olduğuna inanır mıydınız? Hem de tam aynı günlerde bilgisayarınıza üç adet casus yazılımı konmuşsa… Saldırıya uğradığım gece annem karakoldaydı, yandığım gün olan korkunçlukların da birebir tanıdığıdır. ( Konsolosa benzer tepki göstermiş, evde polis istemediğini söylemiştir.) Yanık ve saldırıyla ilgili polis tutanağı ve hastane kayıtları mevcuttur, MOBESE kayıtlarına ulaşılamamıştır.
Olgular, tanıklıklar
1.2013 senesinden 2015 Temmuzuna dek email hesaplarıma sürekli izinsiz girilmiş, yazışmalarım silinmiş, benim adıma abuk sabuk mailler yollanmış, hesaplar açılmış ve para toplanmıştır. Bunu yapan şahıs, profesyonel bir şirket yardımıyla telefonu üzerinden tespit edilmiştir, elbet en yakın arkadaşımın telefonunu tanırım. Tanıklar, belgeler bir düzinenin üzerindedir. En son tanık 2015 yılı boyunca bilgisayarlarını kullandığım Polonya’daki yazarlar evidir. Ne yazık ki onların resmi yazışmaları da silinmiş, Polonya’ya dava açma hakkı doğmuştur.
2.Bu tanıklardan 8’i resmen tanıklık yapmayı kabul etmiş, savcılığa avukatım Erdal Doğan başvurmuştur. (Tanıklardan biri ‘hizmetçi parçası ‘ diye aşağılanmış, Alevi olmasına rağmen o günden beri BİRGÜN gazetesine el sürmemiştir !! Aynı hanım evimde bulunan ve başıma iş açabilecek diğer şeylerin de tanığıdır ama avukatımın tavsiyesiyle bunu yargıya taşımadık.)
3.Sıradan bir hacking davasının nasıl müştekinin kabusuna dönüştürüldüğünü avukatımdan öğrenebilirsiniz. Üşenmezseniz bir avukat aracılığıyla dosyayı inceleyebilir, ‘tuhaflıkları’ kendi gözünüzle görebilirsiniz.Kısacası ‘emailimin’ resmen incelenmesini talep edip de kabul edilmeyen ilk kişi olarak adalet tarihine bir imza attım. Elbet savcılık sonucunu avukatlardan önce öğrenen ‘şüpheli’ konumundaki kişidir, derhal, avukatımdan 40 dk önce beni aramıştır!!
Mağduriyetler
İki yıl email kullanamamak, Ekim 2015den beri evimde bilgisayar bulunduramamak ( ben bir yazarım!), birkaç burs ya da davet kaçırmak… Geceyarısı Harbiye’de saldırıya uğramak, 46 gün yanık tedavisi görmek…Bunlar sonradan yaşadıklarımın yanında hiç kaldı. Kanaltürk’ün haberiyle başlayan süreçte tam anlamıyla rezil edildim, edilmişim. Yakın zamana kadar hakkımdaki delidir, yalancıdır, hastalık hastasıdır vb söylentilerden haberim bile yoktu.
Bu söylentilerin benim yurt dışında olduğum 2015 senesinde çok tehli boyutlar aldığını, neredeyse bütün İstanbul’a, farklı çevrelerde, farklı farklı söylentiler yayıldığını, dedikodu çıkarmak, iftira atmak, örgüt üyesi olup tehdit etmek ya da ettirmekle itham edildiğimi duyunca gerçekten KORKTUM. (Son derece devlet kokan bir savunma biçimi.) Biliyorsunuz ama gene de tekrarlayayım: Örgüt üyesi değilim, bir örgütün benim talimatımla kendisine ilişmemiş birine mafyatik tehditler savurması epeyce akıldışı! Hayatım boyunca da tek kişiyi tehdit etmedim, hakkımda abuk sabuk kitap yazmış birine karşı bile şiddet ya da intikam yoluna gitmedim.
TAM TERSİ! Ortalığı ayağa kaldırabilecekken sustum, PEN’e bile başvurmadım.(Açıkçası bir arkadaşım Sabri Kuşkonmaz’la konuşmam için o kadar çok üsteledi ki, şüphelendim! Elbet o arkadaşım da çoktan satmıştı beni!!) Atilla Keskin olayın detaylarını biliyor, ispiyonculuk yapmama adına neleri sineye çektiğimi bilir.Elbet bilgisayarımda dosyalar bulunduğunda kapıldığım panikle hatalar yaptım, bütüyle susmam gerekirken konuştum. (Zaten çevremdeki herkesin, yani sizlerin, epeydir benimle ilgili ne safsatalar dinlediğini bilemezdim!) Niyetim bu olsaydı, dedikoduya çok daha müsait açıklar bildiğim gibi, işin devlet boyutuyla ilgili Avusturya’dan beri susmaktayım(En yakın arkadaşımın yazılarımdan alenen çalmasına bile ses çıkarmadım. İNSAF!!)Bir kez yüz yüze— gene tanıklar önünde— buluştum, benden uzak durmasını, böyle yollara saparak kendi hayatını mahvettiğini söyledim. Ve açıkçası, aktif siyasetle uğraşmadığım için, kim muhbirmiş, kim değilmiş,beni pek ilgilendirmezdi.Ama öte yandan yakın çevremi, özellikle muhalifleri, gazeteyi uyarmakla, adıma toplanan paraları geri ödemekle yükümlü hissettim kendimi. Ama benimle kimin, hangi çevrenin nasıl sistematik biçimde uğraştığını ancak şimdi, son iki haftada anladım. Herhalde tek kurban ya da hedef ben olamam, politik açıdan öyle bir önemim yok.
20 yıllık yazarlığım, köşe yazılarım ve kitaplarım ortada. İlkelerim ve mücadelem ortada. Bunları bir kenara bırakalım, belgeler, tanıklar, raporlar ortada… Ama öylesine dışlanıp aşağılandım, öyle suçlamalara maruz kaldım ki havsalam durdu: Deli, mitoman, iftiracı, tehditçi… Aylarca nesnesi olduğum her türden söylentinin asıl mağduru olduğumu (bir kısmını Polonya dönüşü öğrendim), asıl yalnızlaştırılanın, dışlananın, şaibeli konumda bırakılanın, tipik bir taciz—tecavüz davasında olduğu gibi— kurbanın bizzat kendisi olduğunu kimse göremedi mi gerçekten? Bir kez olsun benimle konuşmak, belgelere bakmak, tanıkları dinlemek kimsenin aklındanneden geçmedi, hem de işi gerçekle olan yazarların, gazetecilerin? Sanırım sırf kadın olduğum için bunun kişisel bir hikaye, abartı, dramatize etme olarak görmek yoluna saptınız, aslında ‘kafaya alındınız.’
Köşe yazılarımda da, kişisel hayatımda da yalan söylemem, kanıtlayabileceğimi söylemeye ve yazmaya özen gösteririm (Ne de olsa ben bir fizikçiyim!) Edebi başarılarım gibi travmalarım da bana aittir, bir tekine bile saygısızlık ettirmem. Bunca mağduriyetten sonra bir daha ‘sanık’ sandalyesine oturtulup, bir de hesap vermek zorunda bırakılmaya niyetim yok. Gazetemin ya da avukatımın dediği gibi bana karşı bir psikolojik savaş uygulandı ve ben de yenildim! On yıldır hiçbir geliri olmayan, tek bir senaryo yazmamış, epeyce lüks bir hayat süren birinin, son iki üç yılda ateşli muhalif kesilip kendini de böyle yutturabilmesini havsalam almıyordu! Üstelik elli yaşında, yedi kitap yazmış, yıllarca köşe yazarlığının bedelini ödemiş bir yazar hakkında, hem de bizzat onu tanıyanlara atıp tutarak kendine bir önem atfetmesi: (Ben o kadar önemliyim ki, tehdit dahi ediliyorum. Ama şikayetçi değilim, bizim Aslı biraz çatlak!!!)
Sadede gelelim: İşin son boyutu şu son iki haftada çözüldü. Gerçeği bilmek, ne kadar ağır olursa olsun, özgürleştirici. Ben, bana ihanet eden insanları da anlayabilir, bağışlayabilir, hala sevebilir ve yas tutabilirim. Ama Türkiye karanlık bir süreçten geçiyor, başımıza örülmüş, örülecek çoraplar konusunda birbirimize karşı sorumluyuz.
Selamlar, Aslı"