Cumhuriyet yazarı Özgür Mumcu, Demirtaş'ın 2010 referandumu süreci ile ilgili söyledikleri için "Demirtaş’ın bu hafta mahkemede söyledikleri, demokrasiyle yönetilen bir ülkede dile getirilseydi yer yerinden oynardı" dedi
Mumcu'nun Cumhuriyet'te yayınlanan "Demirtaş’ın savunması" başlıklı yazısı şöyle;
Bu hafta Selahattin Demirtaş, 15 ay sonra ilk defa mahkemeye çıktı. Üç gündür savunma yapıyor. Meclis’in üçüncü partisinin tutuklu yargılanan eski eş genel başkanının savunması medyada kendine yer bulamıyor. Milyonlarca vatandaş böylesine önemli bir davanın içeriğinden habersiz.
Demirtaş’ın söylediklerinin iktidar baskısı altındaki medyada yayımlanmaması gayet anlaşılır. Neticede halkı bilgilendirmek, kamuoyuna demokratik bir tartışma ortamı sağlamak gibi kamusal işlevi kalmamış, sadece iktidarın propaganda makinesine dönüşmüş bir medya kendinden bekleneni yapıyor.
Oysa, Demirtaş’ın bu hafta mahkemede söyledikleri, demokrasiyle yönetilen bir ülkede dile getirilseydi yer yerinden oynardı.
Son açıklamalarla, çözüm sürecindeki tutarsızlıklar iyice belirginleşmeye başladı. Malum, önce görüşmüyoruz dendi, sonra “biz değil, devlet görüşüyor”. Nihayetinde “benim gönderdiklerim görüşüyor”.
Süreç bir ara öyle bir aşamaya geldi ki Abdullah Öcalan’ın mektubu Diyarbakır’da yüz binlerce kişinin katıldığı Nevruz’da okundu. PKK’nin devlet gözetiminde çekilmesini iktidar medyası “kamera kör, anten sağır” diye kutladı. Dolmabahçe mutabakatı yine iktidar çevrelerince büyük bir müjde olarak duyuruldu. Ta ki “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışına ve devamında HDP’nin yüzde 13 oy alarak AKP’nin tek başına iktidar olmasını engellemesine kadar.
Demirtaş, 2010 referandumunda partisi boykot kararı verdiğinde bir bakanın, Öcalan’ın el yazısı bir mektubunu “evet” oyu versinler diye kendilerine getirdiğini ileri sürüyor. İddiaya göre devletin bakanı, İmralı’dan aldığı mektupla bir partiyi kendi çizgisine çekmek istiyor.
Demirtaş’ın açıklamasına göre başkanlık seçiminden çekilmesi için iktidar yine İmralı üzerinden kendisine baskı yapmış.
Yetmemiş, 7 Haziran seçimlerine parti olarak girmemeleri ve bağımsız 20-25 milletvekiliyle yetinmeleri için yine aynı formüle başvurulmuş: “Parti olarak 7 Haziran seçimlerine girmeyelim diye İmralı üzerinden bize baskı yapmaya kalktı. ‘Çözüm sürecine aykırıdır, 20-25 milletvekili neyinize yetmiyor’ dedi. Kabul etmedik, boyun eğmedik.”
Bu iddialara henüz iktidardan herhangi bir yalanlama gelmedi. Şayet bu söylenenler doğruysa, iktidarın çözüm sürecini ancak kendi siyasi bekası için yürüttüğü sonucu çıkar.
Cemaatin yargıyı ele geçirmesiyle sonuçlanan referanduma destek, başkanlık seçiminde engel olmamak ve genel seçimlere parti olarak girmeyip bölgedeki AKP milletvekili sayısını arttırmak. Önce BDP sonra HDP’den bunlar talep edilmiş. Bu talep için siyasi bir partiye İmralı’nın telkinleri iletilmiş.
Memleketin en önemli meselelerinden biri oy ve siyasi güç hesabına mı araç edilmiştir?
Bugün Afrin’de savaşılan YPG’ye, Kobane’deki IŞİD saldırısını püskürtmesi için Barzani’nin peşmerge kuvvetlerinin Türkiye üzerinden desteğe gitmesi gibi tutarsızlıkların izahı da mı buna bağlı?
Şayet Demirtaş, iktidarın İmralı üzerinden kendisine yöneltilen teklifleri kabul etseydi bugün hapiste olur muydu?
Keşke o dönem neler olduğunu açıkça tartışabilecek kadar bir demokraside yaşasaydık. Yurttaşlar olarak kararlarımızı hamasete değil maddi gerçeğe dayandırabilseydik.