Son yıllarda kadın hareketinin en önemli gündem konusu, kadına yönelik şiddet ve tacizin önlenmesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Küresel Sanayi İşçileri Sendikası (IndustriALL Global Union) yakın zamanda yapılan bir araştırmada cinsiyet eşitliğinin şu anki koşullarda herhangi bir değişiklik olmazsa ancak 217 yıl sonra gerçekleşebileceğini belirtmektedir.
2018 yılı aynı zamanda İngiltere’de oy hakkında eşitlik için kadın sendikacıların mücadelesinin başlamasının 100. yılıdır. İngiltere’de başlayan ve dünya genelinde 100 yıllık mücadelenin sonucunda oy hakkı konusunda önemli ilerlemeler kaydedilmekle birlikte eşitlik açısından istenilen, hedeflenen düzeyin çok gerisinde kaldığımız da üzücü bir gerçekliktir.
Kadına, çocuğa yönelik şiddet ve taciz hemen her toplumda gözlemlenebilmektedir. Bu sorunla yüzleşmek önemli bir adımdır. Ancak daha fazla çabaya, daha fazla mücadeleye gerek vardır.
Mücadelenin hedeflerine ulaşabilmesi için her toplumda, her toplum kesimindeki eksikleri tanımlamak ve bunların giderilmesi için bir programla ilerleme gereği kaçınılmazdır.
Geçtiğimiz günlerde, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR) tarafından yayımlanan bir araştırmanın verileri bu anlamda bizlere bazı ipuçları vermekte, bazı bilinenleri rakamlarla teyit etmektedir.[1]
Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği başlığını taşıyan, işçilerin çalışma ve yaşama koşulları ile algı ve tutumları kapsayan araştırmanın sonuçları ana akım medya dâhil çok geniş bir alanla ilgi gördü.
Bu yazımızda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde, özet rapordaki çok sayıda veri ve grafik içinde “kadın” alanını biraz daha öne çıkarmayı deneyeceğiz.
Özet raporda yapılan açıklamada araştırmada kullanılan “işçi” kavramının, 4857 sayılı İş Kanunu çerçevesinde “15 yaş ve üzeri ücretli” çalışan/çalıştırılan anlamını taşıdığı anlaşılmaktadır.
Kadınların toplam işçi sınıfı içindeki yeri
Araştırma sonuçları Türkiye’deki işçilerin yüzde 29’unun kadınlardan oluştuğuna işaret etmektedir. Araştırma sonucu SGK istatistiği ile hemen hemen aynı sonucu vermiştir. Kasım 2017 itibariyle toplam sigortalı çalışan işçiler içinde erkeklerin oranı yüzde 71,9 iken kadınların oranı yüzde 28,1’dir.
Son yayımlanan nüfus istatistiğindeki (2017), kadın nüfus oranı (yüzde 49,8)[2] ile karşılaştırıldığında, kadın işçilerin toplam içindeki yerinin oldukça düşük olduğu söylenebilir.
Aldıkları eğitim yönünden kadın işçiler
Aldıkları eğitim yönünden kadın ve erkek işçiler karşılaştırıldığında ilginç bir tablo karşımıza çıkmaktadır.
Erkek işçilerin yarısından fazlasının eğitim düzeyi ilköğrenim ve altı iken kadın işçilerde bu oran yalnıza yüzde 42’de kalmaktadır.
Özellikle yükseköğrenim mezunu kadın işçilerin oranı, erkek işçilerin belirgin şekilde üzerindedir.
Bu durum toplumsal olarak bulundukları konum ile eğitimleri arasında da bir eşitsizlik olduğu sonucunu doğurmaktadır.
Ücretler yönünden cinsiyet ayrımı
Araştırma, kadın işçilerin ortalama aylık giydirilmiş net ücretlerinin erkeklere kıyasla yaklaşık yüzde 9 oranında daha düşük olduğunu ortaya koymuştur.
SGK Kasım 2017 günlük ortalama ücret verilerine baktığımızda bu farkın yüzde 7,6 olduğu görülmektedir.
Kadınlar erkeklere oranla daha eğitimli olmalarına karşın ortalama ücretler bakımından daha düşük gelir kazanabilmektedir.
Kadının çalışma yaşamındaki yeri
Türkiye İstatistik Kurumu’nun Kasım 2017 istihdam verilerine göre Türkiye genelindeki kayıt dışı istihdam oranı yüzde 33,6 olarak saptanmıştır. Tarım dışı sektörlerde kayıt dışı çalışanların oranı ise yüzde 22’dir[3].
Bu verilerle DİSK’in araştırmasını karşılaştırdığımızda benzeri sonuçlara ulaşılmaktadır. Araştırma sigortasız çalışanların oranını yüzde 18 olarak saptamıştır.
Araştırmada konumuz açısından önemli nokta, kadınlarda kayıt dışı çalışmanın erkeklere oranla daha fazla çıkmış olmasıdır.
Kayıt dışı istihdamın bir diğer göstergesi bakımından düzenli ve düzensiz çalışma yönünden kadın işçilerin durumu incelendiğinde bir önceki veri ile uyumlu bir sonuç görülmektedir.
Yüzde 21 oranındaki kayıt dışı çalışma ve yüzde 12 oranındaki düzensiz, geçici çalışma ile kadınların çalışma yaşamındaki konumunu bize vermektedir.
Kadının çalışma yaşamındaki yeri eğitim durumu ne olursa olsun, “geçici” bir konumdadır. Bu sonucun birden fazla nedeni olduğu ise açıktır.
Kadının çalışma yaşamındaki yerinin geçiciliği ortalama kıdem süresi ile de belirginlik kazanmaktadır. Erkek işçilerin ortalama kıdem süresi 10,9 yıl iken, kadın işçilerin kıdem süresi 7,8 yıla düşmektedir.
Aile içinde (geleneksel veya dayatılmış) görev dağılımı bakımından kadın ve çocuk arasındaki bağlar, kadının çalışma yaşamında eğreti duran konumunun en önemli ayaklarından birisi gibi durmaktadır.
Mevzuatta çocuk bakım yurdu açma zorunluluğu bulunan işyerlerinde bile bu hizmetin verilmemesi koşulları kadınların aleyhine olacak şekilde biçimlendirmektedir.
Araştırma verileri işyerlerinin yüzde 86’sında çocuk bakım yurtlarının (kreş) bulunmadığı veya bunu destekleyecek bir hizmetin sağlanmadığına işaret etmektedir.
Bu durum bir anlamda, üstü kapalı bir ayrımcılıktan başka bir sonuç yaratmamaktadır. Yasanın uygulanmaması ve uygulamayanlara göz yumulması bu ayrımcılığın sistematik olduğunun bir kanıtı olarak görülebilir.
İşyerinde ayrımcılık ve kadınlar
Ayrımcılık konusunda toplumda yeterli bir algı düzeyi olduğunu söylemek oldukça zordur.
Özellikle yerleşik kalıplar veya öğretilmiş çaresizliklerin belirgin olduğu koşullarda toplumsal cinsiyet yönünden ayrımcılık, taciz, şiddet vs. konularında çözüme yönelik mücadele giderek zorlaşmaktadır.
Araştırma toplumsal cinsiyet yönünden işçilerdeki algıyı da ölçmeye çalışmıştır. Araştırmaya katılanların eğilimleri dikkate alındığında en yoğun cinsiyet ayrımcılığının işe alımlarda (yüzde 23,2) olduğu yönündedir.
Örgütlenme ve mücadelede kadınlar
Araştırmanın ve diğer istatistik verilerinin ortaya koyduğu basit sonuç, kadınların çalışma yaşamındaki yerinin erkeklerle eşit olmadığını belirgin biçimde resmetmektedir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre (Ocak 2018) sendikalı işçi oranı yüzde 12,4’tür. Araştırmanın ulaştığı sonuç ise yüzde 12,8’dir. Her iki verinin ortak noktası, büyük çoğunluğun örgütsüz olduğu gerçeğidir.
Araştırmaya katılan işçilerin yüzde 77’sinin ücret düşüklüğünden, yüzde 47’sinin kayıt dışı çalıştırılmaktan, yüzde 43’ünün uzun çalışma saatlerinden şikâyet ettiği koşullarda bu denli örgütsüz kalmaları özel olarak incelemeye değer bir konudur.
Bununla beraber, araştırmaya yanıt veren işçilerin yüzde 75’inin işsiz kalmaktan korktuğunu ifade etmesi bir ipucu olarak değerlendirilmelidir.
Araştırma sonuçlarına göre sendika üyeliğini kadın ve erkek işçiler açısından incelediğimizde yine başka bir olumsuzlukla karşılaşılmaktadır.
Kadın işçilerin çalışma yaşamına katılımları gibi sendika üyeliğine katılımları da düşük çıkmaktadır.
Demokratik bir toplumda, ayrımcılık başta olmak üzere birçok sorunun çözümü için birlikte hareket etmek hayati değerdedir.
Ortak sorunlar veya amaçlar etrafında birleşmek, bu birlikteliği ortak hukuk içinde biçime kavuşturmak, amaca yönelik söylem ve eylem geliştirmek demokrasinin doğasında vardır.
İşçiler açısından birlikteliğin yaygın biçimi sendikadır. Türkiye’de büyük bir toplumsal kırılma noktası olan 12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra, işçilerin sendika üyesi olma eğilimlerinde gözle görülür düşüşler yaşanmıştır. Bunda dış koşullar kadar sendikal yapıların kimi kusurlarının da etkisi olduğu açıktır.
Aslında araştırma bize çok kötümser olmamamız gerektiğini de göstermektedir. Sendika üyeliğinin işsizlik ile eşdeğer olduğu, işçilerin yüzde 75’inin işsiz kalmaktan korktuğu bir ülkede sendika üyelerinin oranının düşük olması rastlantı değildir.
İşçilerin yüzde 60’ının sendika üyesi olmayı düşünmediğini belirtmesinin bir nedeni de yukarıda belirtilen korku olabilir. Öte yandan aynı işçilerin yüzde 44’ünün sendikalara olumlu gözle baktığını ifade etmeleri ise karanlığın ortasında yanan bir mum gibi umut vericidir.
Ayrımcılığa karşı mücadele için örgütlenmek
Yazımızın başında da belirtiğimiz gibi “Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği” araştırmasındaki verilere kadın işçiler yönünden mercek tutmaya çaba gösterdik.
Araştırmada henüz açıklanmamış veya henüz detaylarını bilmediğimiz çok sayıda veri olduğu belirtilmiştir. Bunlar ortaya konulduğunda, bazı sorunlar daha da berraklaşmış olacak.
Her adımda yeni bir umutla, eşitsizliğin kabuğu kırılacaktır.
Kadınlara yönelik şiddetin ve tacizin önlenmesi bu sürecin olmazsa olmaz parçalarından birisi.
Her yerde ayağa kalkıp, şiddeti ve tacizi “meşru”laştırmaya yönelik düzenlemeleri, davranış kalıplarını ve zihniyeti yıkmak için ortak mücadele kaçınılmazdır. Kadınların hak ve özgürlükler mücadelesinde erkekler de yer almalı ve eşitlikçi bir biçimde yarını bugünden kurmanın çabasına katkı vermelidir.
İşçiler açısından bunun ortak zemini sendikalardır. Sendika içinde ayrımcılığı önlemek, şiddete ve tacize taviz vermeyen bir ortak hukuk oluşturmak ileriye dönük umut verici bir yaklaşım olacaktır.
Dipnotlar:
[1] http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2018/02/DISK-Turkiye-Isci-Sinifi-Arastirmasi-Basin-Toplantisi-Ozet-Rapor.pdf
[2] http://www.tuik.gov.tr/HbGetirHTML.do?id=27587
[3] http://www.tuik.gov.tr/HbGetirHTML.do?id=27687
Ergün İşeri
Sendika.org