Mezopotamyaajansı'nda yer alan habere göre; Manisa’nın Soma ilçesinde 13 Mayıs 2014’te Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. tarafından işletilen kömür maden ocağında 301 işçinin yaşamını yitirmesine neden olan iş cinayetine ilişkin 3 yıldır görülen davada savcı mütalaasını açıkladı. Sabotaj iddiaları üzerine mahkeme, 14 aydır gizli yürütülen soruşturmanın sonucunu bekliyordu. Önceki gün görülen davada mahkeme kararının ardından iddia makamı mütalaasını açıkladı. İddianamede, “Olası kastla adam öldürme” suçlamasına karşı aralarında işletme sahipleri Alp Gürkan ve oğlu Can Gürkan’ın da bulunduğu 7 sanığın “Bilinçli taksirle adam öldürme” ve “Bilinçli taksirle adam yaralama” suçlamalarından 22 yıl 6’şar ay hapis cezası verilmesini istedi.
Savcılık mütalaası kamuoyunda “Sanıkların cezasında indirim” olarak yorumlanırken, dosyanın avukatlarından Nergiz Tuba Aslan da, savcılık mütalaası için “Savcılık makamı mütalaasında ‘olası kast’ tespitlerine yer vermesine rağmen ‘bilinçli taksir’ unsurlarına göre ceza istedi” diye yorumladı.
‘DOSYAYA SİYASİ MÜDAHALE VAR’
Savcılık mütalaasının açıklamak için 14 ay beklenilmesinin hiçbir gerekçesi olmadığının ortaya çıktığını kaydeden Aslan, “14 ay önce dosyada yapılması gereken yargılama faaliyetleri tamamlanmıştı. Ama ondan sonra dosyada ilginç şeyler olmaya başladı. Önce dosyaya hakim olan mahkeme savcısının görev yeri değiştirildi. Diyarbakır’a gönderildi. Yerine gelen savcı, duruşmada ‘ben hazırım. Tevsii tahkikat talebim yok. Mütalaamı vereceğim’ dedi. Mahkeme bir saatlik yemek arası verdikten sonra aynı savcı ‘mütalaamı vereceğimi söylemiştim ama vazgeçtim, vermiyorum’ dedi. O günden sonra 14 aydır mütalaanın verilmesini bekliyorduk. Bir şeyler döndüğünü o zamanlar anlamıştık. Ondan sonra Manisa Cumhuriyet Savcılığı’nın yazmış olduğu bir yazı ile Can Gürkan’ın avukatının savcılığa bir şikayet dilekçesi vererek, başka bir adli makam üzerinden dosyaya müdahale edilmesi çabasına girildiğini öğrendik. Ardından dosyaya halim olan mahkeme heyeti ve savcısının Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) kararnamesi ile yerlerinin değiştirildi. Sürekli mahkemeyi kilitleme hesapları içinde hareket edildi. Sonuç olarak başından beri dosyaya siyasi iradenin müdahale ettiğini anlamış olduk. Gelinen süreçte ‘sabotaj’ iddiası ile yürütülen soruşturmanın boş bir dosya olduğunun ortaya çıktı” diye konuştu.
‘OLASI KAST YAZIŞMALARDA MEVCUT’
Gelinen aşamada zorla da olsa savcı mütalaanı açıklandığını ifade eden Aslan, şöyle devam etti: “Biz ‘olası kast’ noktasında netiz. Bilinçli taksir mi olası kast mı noktasında bir tartışma yapılacak olursa bu dosya kadar sabit olan başka bir dosya yok. Sadece ölüm sayısı üzerinden söylemiyoruz. Şirket yetkililerinin göz göre göre, katliamı öngörmüş olması ve kendi beyanlarından TKİ (Türkiye Kömür İşletmeleri) ve MİGEM’le (Maden İşleri Genel Müdürlüğü) yazışmalarından anlıyoruz. Bir sorun olduğu ve bu sorunun hızla çözülmesi gerektiği kendi yazışmalarında mevcut.”
‘SAVCI DOSYAYA HAKİM DEĞİL’
Savcının dosyaya tamamıyla hakim olmadığını, kavramları telaffuz etmekte ve mütalaayı okumakta zorlandığını vurgulayan Aslan, şunları dile getirdi: “Olayın oluş şekline dair geniş bir süreçten bahsetti. Soma A.Ş.’den önce maden sahibi olan Park Teknik A.Ş.’den alarak süreci anlattı. Oldukça yerinde tespitler vardı. Yani aslında dosya sanıklarının bütün yaptığı işler, almadığı tedbirler, görmezden geldiği bütün her şeyle ilgili ayrıntılı tespitler vardı. Ve aslında gerekçenin kendisinin gelişi bir ‘olası kast’ tarifiydi. Ama anlamlandıramadığımız bir şekilde savcılığın sunduğu mütalaanın gerekçesi ile sonuç kısmında dağlar kadar fark olduğu ortaya çıktı. Bu kadar ayrıntılı bir sorumluluk tarifi üzerine özellikle patron ve işveren vekillerinin kast tartışması yönünden ‘olası kast’ olmadığını ‘bilinçli taksir’ düzeyinde kalmış olduğunu söyledi. Tarifi olası kast tarifiydi. Çok ayrıntılı bir tarifti. Ama nihayetinde talep kısmına gelince ‘bilinçli taksir’ düzeyinde olduğunu söyledi. Yine çok ağır sorumluluğu olan bazı sanıklar yönünden yine ayrıntılı tarif sonucunda her nedense taksir düzeyinde sorumlu tuttu. Çok ciddi kritik noktada sorumlulukları bulunan bazı sanıklar yönünden beraat talep etti. Örneğin havalandırma mühendisi için. Sorumluluğu olmadığını söyledi. Bu kadar ayrıntılı bir tariften sonra ‘havalandırma mühendisinin sorumluluğu yoktur’ demek ciddi bir tutarsızlıktır.”
‘SAVCI DEVLET REFLEKSİ İLE HAREKET ETTİ’
Özelleştirilmiş olsa dahi maden ocağı işletmesinde TKİ, MİGEM, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile ilgili sorumlulukları olduğu tespitleri yaptığını hatırlatan Aslan, ancak tüm tespitlere rağmen savcılığın soruşturmaya ilgili devlet kurumlarının dahil edilmesi konusunda bir beyanda bulunmadığını söyledi. Savcılığın devlet kurumlarının sorumluluklarını sıralamasının ardından “illiyet bağı kurulamadığı” yönündeki mütalaasının devlet refleksi olduğunu vurgulayan Aslan, şunları söyledi: “Savcı bir devlet refleksi ile hareket edip soruşturmanın başka bir yere sıçramasının önüne geçmeye çalışan bir tavır sergiledi. Genel olarak yargının gelenekselleşmiş refleksi ile hareket edildi. Özellikle sermayedarların, patronların yargılandığı dosyalarda sınıfsal meselelerde karşıda mağdur işçi varsa, bu sadece sınıfsal meselelerde değil ezen ve ezilen noktasında da bakabiliriz, genellikle devlet refleksi budur. Sermayedarı korumayı tercih eder. Çünkü kendi devamı bekası ona bağlıdır. Çok yakın direk ilişkisi vardır. Birbirlerine karşı borçları ve sorumlulukları, talepleri vardır. Sanıklarda dosyaya yaptıkları müdahaleleri bu özgüven ve bu güçle yapıyorlar. Hiçbirimizin aklından geçiremeyeceği taleplerde bulundular ve başarılı da oldular. Savcı da bu refleksle hareket etti ve sanıklar için olabilecek en iyi cezayı istedi. Savcı açıkça ceza hukuku kavramlarını alaşağı etti. Sermaye ve patronlardan yana tavır aldı. Bunu kabul etmek mümkün değil.”
‘CESUR BİR KARAR EMSAL TEŞKİL EDER’
Mütalaa çerçevesinde karar verilmesi durumunda Yargıtay içtihatlarının genel refleksinden farklı bir tavır olmayacağını dil getiren Aslan, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Elbette ki; ailelerin bir adalet isteği var. Bütün suçluların etkili bir şekilde cezalandırılmasını istiyorlar. Ama aynı zamanda bu kadar büyük bir katliamın davasında çıkacak karar çok ciddi emsal teşkil edecektir. Özellikle bundan sonra yaşanacak olası iş cinayetleri dosyasında emsal teşkil etmesi anlamında çok önemli. Bu konuda cesur bir karar verilmesi çok önemli bir mihenk taşı olacak. Mahkemenin ne yönde bir karar vereceğini bilmiyoruz. Halen de umudumuz var, cesur bir karar çıkması yönünde. Ancak olumsuz bir karar verilmesi ki; ‘bilinçli taksirle’ denilerek ceza verilmesi olumsuz bir karardır. Çünkü 301 kişinin ölümüne ilişkin tek bir ceza anlamına geliyor. O da maksimum 22.5 yıl. Bunu kabul etmek mümkün değil. Tüm iç hukuk yollarını sonuna kadar kullanmak konusunda kararlıyız. Ancak iç hukuk yolları tükenirse uluslararası hukuk mekanizmalarını da sonuna kadar kullanacağız. Toplumsal anlamda önemli bir dava olduğu aşikar. Bu nedenle sadece hukuki yollar yetmiyor. O yüzden ciddi bir kamuoyu desteği her zaman gerekiyor. Bu davanın tarihsel öneminin unutulmayacağı bir dava olduğunu düşünüyoruz.”