Gazeteci yazar Fehim Taştekin, Türkiye
ve ÖSO güçlerinin Afrin’e girmesini ve Afrin’de yaşananları değerlendirdi.:
Türkiye’nin Afrin’e girmesinin Suriye
savaşını yeni bir alana taşıdığını ifade eden Taştekin, “Mesele koca bir
devletin YPG’yi yenilgiye uğratma kapasitesi değil, ısrarla tartışmayı buraya
çekmenin anlamı yok. Mesele Kürtlerle yeni düşmanlıklar üretme, bu bölgenin
başına bela edilen cihatçılara yeni korunaklı alanlar açma, başıbozuk savaş
ağalarını palazlandırma, insani krizlere yol açma ve bu şekilde Suriye’deki
sorunu daha fazla çıkmaza sürükleme bakımından müdahalenin tehlikeli bir macera
olmasıydı. Afrin uzun vadede Türkiye’nin başına ciddi belalar açacağı gibi
Kürtler arasında da, üçüncü yol stratejisinden sapmalar dahil, belli kritik
konularda önemli tartışmaları beraberinde getirecektir” ifadelerini kullandı.
Taştekin’in Gazete Duvar’da yayınlanan
'Afrin’in Fethi' ve nasipse 'Birinci Tayyip Dönemi' başlık yazısının bir bölümü
şöyle:
Uğruna İstiklal Marşı’nın ardılı bir
marş yazılması uygun görüldüyse demek ki zafer büyüktür! Madem Çanakkale
Savaşı’na denk bir zaferdir, o halde, yedi düveldir düşürülen! Çaldıran’da
Safevilerin düştüğünü farz edin, Tuna’da Avusturya’nın, Kırım’da Rusların…
Dünyanın onuncu büyük ordusu, NATO’nun
ikinci büyük ortağı, bir obüs atımlık Afrin’i zapt etti. İsterse 1 gecede
girebilirdi, iki ay sürdü. 59 günlük avans!
‘Zeytin’ halkı Zeytin Dalı ile
yerlerinden edildi. Dahası ‘fetihte bir gelenek’ diriltildi; ev ve işyerleri
yağmalandı. “Şu vakte kadar ganimet olarak ne bulursanız” mottosuyla her şey
yağmalandı. Otomobil, traktör, motosiklet ya da jeneratör bulanlar şanslıydı.
Kiminin nasibine inek, keçi, koyun, mutfak tüpü, yatak, yorgan, kimininkine
birkaç kutu ketçap, mayonez, salça, bisküvi düştü. Yağmanın fotoğrafı artık
Zeytin Dalı’nın künyesine yazılmıştır. İster “Bu konuda çok hassasız” denilsin,
ister mahkemeler kurulup birkaçı yargılansın, yağma dediğin bir vakte kadardır
ve o vakit geçmiş vakittir. Gelenek yerini bulmuştur. Afrin’e taşınan
cihatçılar ‘ganaim’ hükmünü ezberden okurlar, ganimeti hak bilirler ve
inandıklarını harfiyen yerine getirirler.
Bu bir tekerrürdür. 2012’den sonra
Halep’te yüzlerce fabrikayı yağmalayıp Kilis, Hatay ve Gaziantep’te satanların
Afrin’de erdemli olacağını bekleyenler için o fotoğraf kuşkusuz bir detaydır.
Ama düşen halkın hafızasına başka türlü kazınmıştır. Yaklaşık 200 bin insan
şimdi Tel Rıfat’ta, Menbic’te ya da Halep’te sığınmacıdır; sevdikleri
öldürülmüş, malları yağmalanmış, hayatları karartılmıştır.
Merhameti, şefkati, insaniyeti,
“Yaratılanı yaratandan dolayı severiz” sözünü diline pelesenk edenler için de
bu sonuç bir detaydır. Fethe dair tarih kitapları, satırlarından düşürülmüş bu
tür detaylarla doludur! Bayrak diktiğine göre bu bir ‘fetih’tir! Çıkmak zorunda
kalacağı güne kadar fethin sandıktaki ‘çarpan etkisi’ asıl ganimet
sayılacaktır. Nevzuhur ‘fatihan’ için “Ya nasiptir” parola. Teferruat ise
düşenin nasibi.
Dahası Halep gibi yerlerden atılan
cihatçılara Afrin’le birlikte Azez’den İdlib’e gerilen bir hilal
bahşedilmiştir. Bu onlar için Türk kalkanıdır; Doğu Guta’dan sonra kuzeye
ağırlık vermesi beklenen Suriye ordusunun bombardımanından korunacakları yeni
bir sığınaktır. Aynı zamanda hükmedip sömürecekleri yeni bir fırsat dünyasıdır.
Birçoğu da işin başında ganimet paylaşımı için birbirine giren, yarın da
kontrol kavgası için birbirine girecek olan savaş ağasıdır.
Suriye krizinin başında “Şam’ı
kurtardığımızda ‘Birinci Tayyip Dönemi’ni ilan ederiz” diyenler vardı. Fetih
havası öylesine kesif ki bunun için Afrin’i de kâfi görebilirler.
Fetih ile başlayan söz “Afrin’i asıl
sahiplerine bırakacağız” ile bitiyor. Ne var ki gasba uğrayandır ‘asıl’ olan.
Abdülaziz Temmo gibi PYD’ye muhalif birkaç Kürt’ün “Afrin özgürleştirildi”
demesinin yerelde anlamlı bir karşılığı yok. Sonuçta evlerini terk edenlerin
gözünde gelenler işgalcidir! Yanlarında birkaç Kürt’ün olması genel yargıyı
etkilemiyor.
Kuşkusuz “Afrin, Afrinlilere
bırakılacak” sözünün altını doldurmak için planlar eksik değil: Afrinlilerden
oluşan bir heyet teşkil edilecek ve kısa sürede bunlar vitrine konulacak. Nasıl
ki Suriye’yi yönetmek üzere İstanbul’da muhaliflerden oluşan bir konsey ve bir
hükümet kurulduysa hafta sonu. Gaziantep’te bir otel odasında bir araya gelen
PYD düşmanı Afrinlilerle de aynısı yapılacak. Bundan ne çıkacağını merak
edenler Suriye Ulusal Konseyi, Suriye Muhalif ve Devrimciler Ulusal Koalisyonu
ve Gaziantep’te meskûn geçici hükümetin ayak izlerine bakabilir. Her biri laf
kalabalığıyla cilalanmış müflis hikâyedir. Zeytin Dalı’nda öne sürülen ve
‘Suriye Milli Ordusu’ adı verilen yağmacılar ne denli ‘milli’ ise Afrin’de
kurulacak yönetim de o denli ‘yerel’ olacaktır.
Mesele koca bir devletin YPG’yi
yenilgiye uğratma kapasitesi değil, ısrarla tartışmayı buraya çekmenin anlamı
yok. Mesele Kürtlerle yeni düşmanlıklar üretme, bu bölgenin başına bela edilen
cihatçılara yeni korunaklı alanlar açma, başıbozuk savaş ağalarını
palazlandırma, insani krizlere yol açma ve bu şekilde Suriye’deki sorunu daha
fazla çıkmaza sürükleme bakımından müdahalenin tehlikeli bir macera olmasıydı.
Mesele ırkçı, milliyetçi ve hamasi sapmalarla insan canının iç tüketim
malzemesine dönüştürmesiydi.
Elbette projeksiyonu YPG’ye
döndürdüğümüzde yaşanan sürece dair söylenecek ya da tartışılacak çok şey var.
15 Mart’ta Kürt hareketinin önde gelen
iki ismine öngördüğüm bir senaryoyu aktarıp ne düşündüklerini sordum: “Raco ve
Cinderes’teki hızlı çekilme bir şeye işaret ediyor: YPG ya şehir savaşına
hazırlanıyor ya da Afrin merkezini de bırakabilir. Yıkıcı bir savaşı uzatıp
bütün potansiyelini kaybetmekten kaçınmak için çekilme seçeneği daha güçlü bir
ihtimal. Suriye ordusuna bırakmak da bir seçenekti ama bu saatten sonra artık
çok geç. Suriye ordusu en fazla Tel Rıfat taraflarına girebilir. Sizin tarafta
durum nedir?”
İki isim de birbirinden habersiz olarak
açık alanlarda savaş uçaklarına karşı bir şey yapılamadığını, bombardımanı
önlemek için TSK ve ÖSO’nun Afrin içine girmesine izin verileceğini, ‘iç içe
geçme’ taktiğinin izleneceğini, böylece Türk ordusunun kendi adamlarını
vurmamak için hava operasyonlarını keseceğini ve şehir savaşıyla Afrin’i sonuna
kadar savunacaklarını söyledi.
Fakat söylenenden farklı bir şey oldu.
Sanırım Kürtlerden daha fazla şu sorunun
yanıtını arayan yoktur: Kürt bölgelerinin çok ötesinde Rakka, Tabka ve Deyr el
Zor gibi yerler için ağır bedel ödeyen YPG bu kadar çok önem verdiği hatta
simgeselleştirdiği Afrin’den neden bu denli hızlı çekildi?
Son günlerde benim en fazla
karşılaştığım soru bu.
YPG; şehirleri yıkımdan, insanları
ölümden korumaya çalıştıklarını, kesinlikle ‘çekilme’ olmadığını ve bütün Afrin
sathında gerilla savaşının süreceğini söylüyor. Birkaç gündür de Kürt medyası
farklı yerlerde zırhlı araç, tank ve kontrol noktalarına düzenlenen
saldırıların görüntülerini geçiyor.
Kentin bırakılması kaçınılmaz bir son
mu, yoksa başka hesaplara dayalı bir tercih mi? Çekilmenin arkasında sahanın
dayatmaları dışında neler var? Perde arkası bilgiler için Kürt temsilciler şu
aşamada ‘erişilemez’, açıklamalar da daha çok duruş beyanına ya da kamuoyuna
yönelik. Sanırım kısa sürede bu sorular yanıt bulacaktır. Şu aşamada çok genel
şeyler üzerinde durulabilir.
Elbette gelişmeleri Suriye denkleminden
bağımsız düşünmek mümkün değil. Başından beri defalarca yazdığımız gibi Rusya,
Şam kırsalı ve İdlib gibi yerlerde “temizlik” bitinceye dek Türkiye’yi
Suriye’de işbirliği içinde tutmak, NATO’da Türk-Amerikan çatlağını büyütmek ve
Kürtleri ABD’den uzaklaştırıp Şam’a itmek amacıyla hava sahasını açarak Zeytin
Dalı’nın yürütülmesini mümkün kıldı.
Operasyon henüz başlamadan Kürtlerin,
Afrin’in kontrolünü Suriye’ye devretmesi ve böylece Türkiye’nin müdahale
heveslerinin kırılması Rusya’nın oyun planı içindeydi. Ama Kürtler koşulsuz
devir önerisine yanaşmadı ve böylece Rus senaryosunun o ayağı çalışmadı.
Afrin, Kürtlerin kontrolünden çıkacaksa
gelenin Suriye ordusu değil Türk ordusu ve ÖSO’nun olması ABD’nin tercihidir.
Haliyle bu noktada cevaplanması gereken soru şudur: ABD, Kürtlerin Afrin’i
Suriye ordusuna devretme önerisini engelleyici bir pozisyonda oldu mu?
Bu, ABD çekip gitse bile bölgede kalıcı
olan Kürtler ve Suriye devleti arasındaki müstakbel ilişkilerin yönünü tayin
edecek bir durumdur. Kürtlerin bu konudaki yanıtını geçmiş diyaloglarımızdan
biliyorum: “Her şeyi kendi öz gücümüzle inşa ettik, hiçbir güce bağlı değiliz,
kararlarımızda bağımsız hareket ediyoruz.”
Fakat çerçeveyi büyüttüğümüzde gördüğümüz
şu: Afrin, ABD’ye fazlasıyla yaklaşmanın ve güvenmenin Kürtlere bir bedelidir.
Kürtler kendi orijinal gündemlerinden sapma gösterip Amerikan planlarına
kaydığında ortaya belli riskler çıkmıştı. Birincisi; Kürtler Suriye, Rusya ve
İran’ın alarm vermesine yol açacak şekilde operasyon alanını genişletti.
Kürtler ABD’nin desteği ve yönlendirmesiyle kontrol edemeyecekleri Arap
bölgelerine geçmiş oldu.
İkincisi; bu gelişmeye paralel olarak
özerklik projesi üç ayaklı kanton sisteminden Kuzey Suriye Demokratik
Federasyonu’na dönüştürüldü. Bu da Şam ve müttefikleri nezdinde bölünme
korkusunu tetikledi.
Üçüncüsü; Pentagon ve CIA Kürtlerin
kontrol ettiği bölgelerde üs ve merkezler edinerek ayağına iyice yer açtı.
Dördüncüsü; kontrol alanı önemli ölçüde
Suriye’nin petrol ve doğalgaz rezervlerini de kapsayacak şekilde büyüdü.
Beşincisi; Trump yönetiminin İran’ı
durdurma stratejisine prim veren açıklamalar yapıldı. Bu çerçevede Suudi
Arabistan’a da göz kırpıldı ve ABD’nin koordinasyonunda Suud destekli
aşiretlerle ortaklık daha da ilerletildi. Sonuncu adım; ABD’nin sınır ordusu
kurma planıyla Suriye’nin toprak bütünlüğüne ‘elveda’ denilecek bir yola
girilmesi oldu
Bütün bu dönemeçler diğer aktörler
açısından kışkırtıcıydı. Rusya’nın, tercihini ABD’den yana koyan Kürtlere ders
verme yoluna gidebileceği; Ankara’nın da ABD’yi “Kürtler mi, Türkiye mi”
kavşağına getirebileceği ve böylece Washington’ın NATO’daki ortağını teskin ya
da tercih etme yoluna gideceği ihtimalleri fazla önemsenmedi.
Kaynak: Gazete Duvar