Ermeni Soykırımı’nın üzerinden tam 102
yıl geçti. Kıyımlar, yıkımlar arasında soykırıma dair hiç bilinmeyen Ermeni
kadınların izini sürdük.
Xanê, Fatıkê, Zeynê, muhtar Fatma ve
kızı Alis ile Hawê’nin hikayesi, savaşın ve soykırımın, nasıl da kadın bedeni
üzerinden ayrı bir yıkıma uğratıldığını gösteriyor. Her şeye rağmen, kendinden
sonraki kuşağa yaşadıklarını aktarabilen bu kadınlar, kültürel belleğin de asıl
taşıyıcısının yine kadınlar olduğunu gösteriyor.
Ermeniler tarafından “Büyük Felaket”
olarak adlandırılan bir buçuk milyon Ermeni’nin katledildiği soykırımın
ardından bir asır geçse de İttihat ve Teraki Cemiyeti’nin Türk milliyetçiliği
saldırılarından en çok zarar gören Ermeniler, bırakmak zorunda kaldıkları
mallarına dair hala bir hak iddia edemezken, katliamın gerçekleştiği toplu
mezarlar noktaları da henüz net olarak bilinmiyor. Soykırım öncesi Ermenilerin
oldukça fala nüfusa sahip olduğu Mardin’de soykırımın izini sürdük.
Xanê ve Fatıkê’nin hikayesi
Soykırımın ardından Xanê ve Fatıkê’nin
hikayesi ortaya çıkıyor. Bu iki kadının hikayesi, esir düşen kadınların zorla
Müslümanlaştırılarak seks kölesi olarak üçüncü ve dördüncü eş alınan Ermeni
kadınların acı dolu hikayelerinden. Daha kundaktayken soykırım kafilesindeki
annesi tarafından komşusu Eyno’ya verilen ve Eyno’nun eşi Şehmus tarafından
cinsel istismara uğrayan Fatıkê ve Bêdo’nun kızı Xane’nin Der Zor kafilesinden
satın alınarak Mardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı Piran Köyü’nde uğradıkları
cinsel saldırılar üstü kapatılmış acı dolu kadın hikayelerinin sadece küçük bir
bölümü.
Kendi topraklarınızda ansızın gelişen
olayların ardından bir anda yabancı konumuna geldiğinizi düşünün. İşte
Fatıkê’nin de hikayesi böyle. Mardin’in Piran köyünde yaşayan Ermeni
kafilesinin Newala Pivaza dağlık alanında kırımdan geçirildiği dönemde doğan
Fatıkê de annesinin kucağında, kim bilir hangi cennet hayalli Müslüman’ın
kılıçtan geçirileceği 7’inci kişi olarak küçücük bedeniyle kafilenin içinde yer
alıyordu.
‘Kesecek var’ dendi mi ince bir yürüyüş
başlar
Kapıları çalan askerlerin, “kesecek var”
demesiyle aynı köyde Müslümanlar kılıçları kuşanırken, Ermeniler ise ölümünün
yaklaştığına işaret eden bu sözlerle doğup büyüdüğü evlerine son kez bakıp yola
koyuldu. Kendilerine ait sokaklarında tek sıra halinde ölüm yolculuğuna
giderken, ardından kalan evlerini kapmak için sabırsızca bekleyenlerin arasında
kim bilir hangi yıkıntı duygular yaşanmıştır. Kafilelerin arasından gidenlerin
arasından biri de henüz adını dahi almamış Fatıkê’ydi, hoş isim koymaya ne
hacet, köleleştirilen kadınların ismi de Müslümanlaştırılmıyor muydu zaten?
Kafileyle giden annesinin kucağından bir anda “bari o kurtulsun” diyerek
kundaktaki Fatıkê’yi komşusu Eyno’ya veren annesi kızının bundan sonraki
yaşamında başına geleceklerini tahmin etseydi, yine de Eyno’ya verir miydi
acaba?
7 yaşında istismar başlar
Asıl adı meçhul, Muhammed’in kızının
adını alan Ermeni kızı Fatıkê’nin hikâyesi böylece başlamış olur. Eyno ve
Şehmus’un evlatlığı olarak büyüyen Fatıkê 5 yaşına geldiğinde ise birkaç yıl
sonra evlendirilmek üzere oğulları Xeto ile kertilir. Kardeş rolleriyle büyücek
olan Fatıkê ve Xeto böylece kardeşlik evrelerini bitirdikten sonra eş rollerine
hazırlığa başlamış olur. Çocukluğu boyunca sessizliğe bürünen Fatıkê, 7 yaşına
geldiğinde ise hayatındaki en acı günleri yaşar.
‘Beşik kertmesi’ Xeto’nun babası Şehmus
tarafından sürekli cinsel istismara maruz bırakılam Fatıkê bunu kimseye
anlatamaz. 12 yaşına geldikten sonra Xeto’yla çocuk yaşta evlendirilmek
isteyince ise Şehmus buna karşı çıkar. 3 yıl ertelemenin ardından ise Fatıkê bu
kez ise Xeto tarafından kaçırılır. Kaçırmanın ardından Şeyhmus’un istismarı
Eyno’ya anlatmamsıyla, Eyno gidip Fatıkê’yi alır ve küçük kızı Şehmus’la
evlendirir.
Büyüttüğü kızı zorla evlendirtmeyi
kendine yediremeyen Eyno, köyü ve tüm yaşadıklarını geride bırakarak Mardin
yakınlarında Qesra Hesenê Qenco konağına sığınır. Birkaç yılın ardından
bölgedeki en bilindik alternatif tıpçı olarak tanınan Eyno burada sayısız
topraklar alırken, savaşın bitmesiyle beraber yeni Türkiye’nin de kıtlık dönemi
tamamen etki etmeye başlar. Şehmus’un açlığını fırsat bilen Eyno, Fatıkê’yi
yanına alarak burada birlikte bir hayat sürerler.
Der Zor kafilesinin kölesi Xanê
Anadolu kafilesiyle Suriye’de bulunan
Der Zor çölüne gönderilme bahanesiyle yola koyulan ve Mardin yakınlarında
topluca katledilen grubun satılık kadınları arasında yerini alanlardan biri de
Bêdo’nun kızı (Xana Bêdo) Xanê’ydi. Deyim yerindeyse Ermeni cesetlerinin
akbabası kadın simsarı Hesen tarafından satın alınan Xanê 10 yaşındaki erkek
kardeşini de yanına alma şartıyla Hesen’le gider.
Piran köyünde Şehmusê Heci’ye satılan
Xanê ‘ikinci eş’ olarak yaşam mücadelesi verirken erkek kardeşinin adı ise
Muhammed olarak değiştirilir. Bir yandan hiç bilmediği Kürtçeyi öğrenmeye
çalışan Xanê, bir yandan kadınların dışlayan tavırları ve eziyeti altında
tutunmaya çalışırken, bir yandan da her gece “koca” sıfatlı erkek tarafından
tecavüze maruz bırakıldı. Kendisi gibi sesinin de çok güzel olduğu hala
köylülerce söylenen Xanê tüm yaşananları Ermeni ezgilerini söyleyerek üzerinden
atmaya çalışırken, tüm olanlara anlam veremeyecek kadar küçük olan Ermeni
kardeşi Muhammed ise yeni tanıştığı adı ve diniyle yeni bir yaşam kurar
kendine.
Zeynê, muhtar Fatma ve kızı Alis
Gelelim Maraşlı Der Zor kafilesinden
Zeynê ve yine aynı kafileden yeni adı Fatma’yla küçük kızı Alis’in hikayesine…
Kendi topraklarında esir düşenlerden Fatma ve Alis aynı ailenin baba oğluna
satılırken, Der Zor kafilesinden Maraşlı Zeynê ise yok olan yaşamının ardından
yeni bir hayatın içinde yer alır.
Türkiye’nin hiç Türkçe bilmeyen
Kürdistan’ında 7 köye muhtarlık yapan Türkiye’nin ilk kadın muhtarı Fatma ve
kendisiyle çocuklarına zorla din dersi verilen Hawê’nin (Hawa Êgo) portresini
konu alacağız. Der Zor kafilesinden Maraşlı Fatma üzerine yük edilen yeni adı
gibi, dilini bilmediği coğrafyanın insanlarıyla satılık bir kadın olarak, kadın
olmanın en büyük mücadelesini verirken, kendi topraklarında esir düşen Hawê ise
kuran okuma ve tespih çekme zorunluluğuyla, zorla evlendirildiği din adamı Şêx
Ömer’den doğurduğu 3 oğlunu da din alimi olarak büyütmek zorunda kalan hikayesi
soykırımın Ermeni izlerinden geriye kalan küllerinden.
Soykırımın köleleri
Fatma ve kızı Alis, ailelerinin
gözlerinin önüne “kesilecek” kafilesine katılırken, bulundukları evde yıllardır
eşinin arkadaşı olan Mustafa tarafından satın alınır ve yine evleri aynı kişi
tarafından yağmalanır. Alis’i de oğlu Resul’e alan Mustafa’nın çocukları Fatma
ve Alis’in acıları yetmezmiş gibi onları çekemez ve her gün fiziksel şiddet
uygular. Zorlu kış günlerine dağda bayırda çalıştırılan anne kız, yaz aylarında
saatlerce tarlada çalıştıktan sonra gece ise satın alındıkları erkekler
tarafından tecavüz saldırısına uğrayarak geçirmek zorunda kalırlar.
İntikam kadın bedeni üzerinden alınır
Gel zaman git zaman tüm zulme dayanan
Fatma’ya kinini büyüten çocuklar yine tarlada çalışmakta olan Fatma’nın
kafasını taşlarla ezerek taş kümesi altına saklarlar. Mustafa’nın tüm
arayışları sonuçsuz kalırken, çocuklar olayı babalarına hiç anlatmazlar. Aylar
sonra cesedin taş kümesinin altında bulunmasıyla çocuklar suçunu itiraf
ederken, baba ise intikamını yine küçük kız üzerinden alır. Mustafa Resul’ün
satın aldığı ganimet gördüğü Alis’e el koyar ve dini nikah kıyar.
Kadın bedeni üzerinden intikamın
alındığı bu olayın ardından ise Alis’in korkunç hikayesi kişilerin değişimiyle
kaldığı yerden devam eder.
Zeynê’nin ‘satılık’ hayatı
Maraşlı Der Zor kafilesinden Zeynê’nin
hikayesi de tüm Ermeni kadınlarınkine benzer. Kadın simsarı Heciyê Merdini
tarafından Mardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı Piran köyünden Eminê Mısto’ya
satılan Zeynê, köylülerin Türkçeyi bilmemesini fırsat bilip oğlu Ali’ye önce
Türkçe öğretir ve hemen ardından ise tüm yaşadıklarını. Ermeni kızı Zeynê
günler süren aç susuz kafilenin ölüm yürüyüşünün ardından ailesinin gözlerinin
önünde katledilmesini, çocuklara tecavüz edilmesini, kanlı kıyafetlerin dahi
yağmalanmasını oğluna anlatır ve zorlu yaşamına son verir.
Türkiye’nin ilk kadın muhtarı Fatma
Maraş’tan toplatılan Der Zor kafilesi
içinde yer alan önceki meçhul Fatma, Mardin yakınlarında tek sıra haline
getirilerek “Ya İslam ya ölüm” şartına “ölüm” diyen grubun içinde yer alıyordu.
Kurşunlanarak yere yığılan grubun arasında kendisi de kurşunlardan nasibini
alan Fatma, sonradan başına geleceklerine bakılırsa şans eseri mi bilinmez
hayata kalmayı başarır. Ölülerin arasında gün boyu baygın kalan Fatma, akşam
akbaba misali yağmacıların gürültüsüyle uyansa da yardım istemeye korkar. Bir
kadının kanlı kıyafetlerini çıkarmaya çalışmasıyla elini ağzına götürerek
bakışlarıyla kimseye söylememesi için yalvaran Fatma’yı kadın yüz üstü
çevirerek böylece yüzünün gözükmemesini sağlar.
Kanlı kıyafetleriyle satılan kadınlar
Akşamın tam çökmesini fırsat bilen
Fatma, ölüleri üzerinden atarak yürümeye başlasa da saatler geçmesine rağmen
işine devam eden yağmacılardan kadın simsarı Heciyê Merdini’nin ağına takılır.
Soykırımın yeni mesleklerinden kadın simsarlarından Heciyê Merdini’nin kadın
grubuyla yakınlarda bulunan bir evde balık istifi gibi sıralanıp burada 20 gün
kalır. Her gün müşterisinin eksilmediği bu evde kadınlar üzerinde kuruyan kanlı
elbiseleriyle bir bir satılırken, Fatma’ya da kadınların satıldığını duyar
duymaz ordan buradan borç ettiği paralarla satın alan Tezne köyünün en işe
yaramaz Ebo ile evlendirilir. Oldukça zeki olan Fatma’ya da böylesi bir hayat
düşer.
Tek Türkçe bilen oydu
Ebo’nun zincirine takılıp köyün yolunu
tutan Fatma, Ermeni ve Kürtlerin yaşadığı bu köyde Ermenilerin bir anda yok
olmasıyla hiç Ermenice konuşulmamasıyla kendini bir anda bilmediği dilin
konuşulduğu bir yerde bulur. Yılların ardından yeni Türkiye’nin ilanıyla
birlikte Fatma geçen yıllar içinde ayrıca Kürtçeyi de öğrenmiş olurken, köylere
muhtarlık zorunlu hala getirtildiğinden askerler kapı kapı dolaşıp muhtar adayı
arar. Ama ne yazık ki Mardin Mazıdağı bölgesinde henüz kimse Türkçeyi bilmez.
Tek Türkçe bilen Fatma, böylece çevre
köylerle beraber 7 köyün muhtarlığını yaparken, aynı zamanda da Türkiye
tarihinin ilk kadın muhtarı olur. Tüm baskılara rağmen tanınmaması amacıyla
isminden başka dini ve kültüründen hiçbir ödün vermeyen Fatma, aynı zamanda
Kürtlere sürekli söylediği “Biz kahvaltıydık, siz öğle yemeği olacaksınız”
sözler yıllar sonra yerine gelir. Gün olur devran dönse de bu sözlerin sahibi
Fatma, köy yakmalarının önünü durduran belirleyici isim olmaktan, Kürt hareketi
mensuplarını evinde saklamaktan da hiçbir zaman geri adım atmaz.
Kendini bir anda Müslümanlıkta bulan
Hawê…
Hawê’nin hikayesi de kendi topraklarında
yabancılaştırılanlardan. Mazıdağı’nın Piran köyünde babası, annesi ve
akrabaları gözlerinin önünde katledildikten sonra, kırımdan önce babasına “ben
ona sahip çıkarım” sözü veren Şêx Ömer’in üçüncü eşi olmak zorunda kalan
Êgo’nun küçük kızı Hawê kendini bir anda dini vazifelerini yerine getiren
tesettürlü bir kadın olarak görür.
Çocuk yaşta vlendirilmesi yetmezmiş gibi
nazma kılmak ve oruç tutmak zorunda kalan Hawê 15 yaşında kucağına aldığı ilk
oğluna da dini öğretiler vermek zorunda kalır. Ardından doğan üç oğluna da
ayını dini öğretileri aktarmak zorunda kalan Hawê’nin tüm köyde Ermeni olması
sanki “kara bir leke”ymiş gibi mazide kalan bir sır olarak kalırken, Hawê 3
oğlunu da kuranı ezbere okuyan, camide vaiz veren din alimleri olarak
yetiştirmek zorunda kalır.
Gazete şujin