Darbe, muhtıra ve darbe girişimlerinin
temel nedeni iktidar olma hırsıdır. İktidarcı zihniyetin hırsı uğruna bedel
ödetilenler; emekçiler, kadınlar, çocuklar, Aleviler, Kürtler, muhalifler ve
bir bütün olarak hep yoksul halk kesimleri olmuştur. Aksini iddia edenlere 12
Eylül 1980 darbesinin baş mimarı Kenan Evren’i ve kuvvet komutanlarını referans
gösteriyorum. Darbe mimarı bir süre devlet başkanı, 7 yıl süreyle de
cumhurbaşkanı olarak ülke yönetiminde birinci derecede söz sahibi olmuştur.
Hayatının geriye kalan kısmını deniz ve orman manzaralı bir yalıda geçirmiştir.
Ne yazıktır ki ülkemizde geçerli olan Anayasa da hâlâ cuntacıların 1982
Anayasası’dır.
Darbe öncesini ve sonrasını hatırlamaya
çalışalım. Mesela 1979 Maraş Katliamı, 10 Temmuz 1980’de başlayıp bir ay süren
Çorum Katliamı. Doğu ve güneydoğu illerinde yaşanan faili meçhul cinayetler,
karakollardaki işkence tezgahları, hapishanelerde tutuklu hükümlülere yapılan
insanlık dışı muameleler, yaşları büyütülerek idam edilen çocuklar, kamudan
uzaklaştırılan on binlerce insan…
12 Eylül 1980 darbesi ile 15 Temmuz 2016
darbe girişimi arasında geçen 36 yıldan sonra, yine bedel ödeyenler; emekçiler,
kadınlar, çocuklar, Aleviler, Kürtler, muhalifler ve bir bütün olarak yoksul
halk kesimleri olmuştur. Zenginler, her zamanki gibi sermayelerini misliyle
artırmışlardır. Savaş, darbe, muhtıra ve darbe girişimlerinde yaşamlarını
kaybeden ve yoksullaşan kesim; emekçiler ve yoksul halk olmuştur. Dolayısıyla
savaş, darbe, muhtıra ve darbe girişimi; özelleştirme, borçlanma, yoksulluk,
acı, gözyaşı ve ölüm demektir.
Küresel sermaye sahipleri, neoliberal
politikalarıyla emeği ve emekçileri değersizleştirirken, sınıf temelli ortak
mücadeleyi emekçiler açısından kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu bağlamda
birlikteliği ve örgütlülüğü ortak değerler üzerinden örmek; soldan ve emekten
yana bakan insanlar için elzem bir ihtiyaçtır.
15 Temmuz 2016 tarihine kadar devlet
içerisinde yapılanmış veya devletin içerisinde yapılanmasına göz yumulan cemaat
ve tarikatların olduğu hep kamuoyunun gündeminde tazeliğini koruyordu. Bu
cemaat ve tarikatlar devletin siyasal, ideolojik ve fiziki tüm zor aygıtlarını
eline geçirerek ahlaksız ve pervasızca, başta TBMM olmak üzere devletin bazı
kurum ve kuruluşlarını bombalamışlardı. Aynı gün bu cemaatler; 248
yurttaşımızın ölümüne, binlerce yurttaşımızın ise yaralanmasına neden
olmuşlardır. Bunun sonucunda Mecliste grubu bulunan tüm siyasi partiler ortak
bir bildirge yayımlayarak tek vücut davranmışlardır. Ancak amacı toplumsal
barışı sağlamak olmayan siyasal iktidar muhalefet partileriyle gerilimi
tırmandırarak, iktidarını mutlaklaştırmak için halkın iradesini yok sayarak
seçilmiş milletvekillerinin milletvekilliklerini düşürmüş ve tutuklatmıştır.
Yine halkın oylarıyla seçilmiş belediye başkanlarını görevden alarak yerine
kayyımlar atanmıştır. Yolsuzluğa bulaşmış kendi belediye başkanlarını ise metal
yorgunluk var denilerek görevden alıp, yerine biatta sınır tanımayan kişiler
görevlendirilmiştir.
Siyasal iktidar toplumla dalga geçer
gibi, darbe girişiminde bulunanlarla mücadele adı altında 20 Temmuz 2016
tarihinde OHAL ilan etmiştir. Yaklaşık 20 aydır OHAL ile yönetilen ülkemizde;
TBMM devre dışı bırakılmış, gazeteler, radyolar, TV’ler, sendikalar, sivil
toplum örgütleri ve üniversiteler kapatılmıştır. Bu güne dek Bakanlar Kurulu
kararıyla çıkarılan 31 adet KHK ile yüz bini aşkın kamu çalışanı ihraç
edilmiştir. Hukukun işlediği ülkelerde yargı kanalıyla hak aranır veya suçlu
olanlar yargılanır ve cezalandırılır. Masumiyet karinesi ve hukukun evrensel
temel ilkelerinin işlemediği ülkemizde; devlet eliyle insanlar adeta toplumsal
lince maruz bırakılmıştır.
İhraç edilenlerin tamamı elbette suçsuz
değildir. Ancak darbeye bizzat teşebbüs eden asker ve polislerin beş katı kadar
öğretmenin ihraç edilmesi bu işin darbecilerle hesaplaşma olmadığı gibi, bu
işin kadrolaşma ve iktidarın kendi memurunu yaratma gayreti ve çabası olduğunu
ortaya koymuştur. 2002’de iktidar olan AKP’nin, 2013 yılının sonuna kadar tüm
bürokratlarını FETÖ’nün kadrolarından seçtiği tüm kamuoyu gibi bizlerin de
malumudur. Nitekim konfederasyonumuz KESK’e bağlı iş kollarında ihraç edilen 4
bin 237 üye ve yöneticimizin ihracının nedeni de FETÖ’cülerin AKP’ye
bıraktıkları fişleme arşivlerin bir sonucudur. Bu nedenle ihraç edilen
arkadaşlarımızın ihraç nedenlerini ahlaki ve hukuki bulmadığımızı net bir
şekilde ifade ediyoruz.
Ülkeyi yönetemeyen siyasal iktidar OHAL
aracılığıyla baskı ve zulümde sınır tanımamaktadır. 80 milyon nüfuslu ülkemizde
mutlu bir azınlık dışında mutlu olanı veya geleceğe güvenle bakan bir tek insan
bile yok. Hazreti Ali’ye sorarlar; “Devletin dini olur mu?” Hazreti Ali
düşünmeksizin, “Elbette olur. Devletin dini adalettir” der. İnançlar üzerinden
toplumu kutuplaştıranların hiçbir zaman adaletli olma gibi kaygı ve tasaları
olmamıştır ve olmayacaktır.
Ülkemizin bütün halkları bir bütün
olarak zorlu bir süreci yaşıyor. Bu günler elbette aşılacaktır. Bizler için
baharı müjdeleyenler yine dayanışma, emek, barış, demokrasi ve mücadele
diyenler olacaktır.
Örgütsel ve hukuksal mücadeleyle maddi
kayıplarımızın karşılanacağı konusunda hiçbir tereddüt yaşamıyorum. Ancak 10
Ekim 2015 tarihinde ardı ardına patlatılan bombalarla bedenleri parçalanmış,
yüreklerimizi dağlayan ve gülen yüzlerimiz olan ne Gülhan’ı ne Dilan’ı ne
Yılmaz’ı ne Rıdvan’ı ne Seyhan’ı ne de 102 yoldaşımızı toprak bize geri
vermeyecektir.
Berkin’in EKMEĞİ, Veysel’in BARIŞI,
Ceylan’ın UMUDU olmak için sevgi, ekmek, umut ve barışla kalın.
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen MYK Üyesi