Bazı meslekler vardır; insanı her geçen gün tüketen ve
öğüten. Zordur bu meslekleri yapmak, emeğinin karşılığını ve hak ettiği değeri
alamadığını bile bile. Yaşamın ve insan olmanın her türlü yükünü bedeninin her
uzvuyla taşıyarak, o yükü tüm benliğinle hissederek çalışmak ve tükenmek her
meslekte karşılaşılan bir durum olmasa gerek. Aynı anda çok farklı duyguları
yaşamak nasıl etkiler insanları? Kimisi ağlarken diğeri sevinir. Kimi acı
çekerken diğeri fayda gördüğü için şükreder, yeni bir yaşam başlarken aynı anda
başka bir yaşam sonlanır. Mesleğin ‘fıtratında var’ bu. Benim payıma da,
yıllarca bu duruma tanıklık etmek düştü. Şans mı, şansızlık mı bilemedim daha.
Ama bu tanıklıktan öğrendiklerimi, siz sağlık hizmeti alanlarla paylaşmak
istedim. Malum gündemimiz ‘hayır’lı işlere gebe.
HASTAYA İMRENİYOR TOPUKLARI SIZLAYAN HEMŞİRE
Yolunuz hiç hastaneye düşmemiştir umarım. Ama eminim
ki, çoğumuz sık sık hastaneleri ziyaret etmişizdir. Hizmete erişim ve
erişilebilirlik artık o kadar kolay ki. Üç rakam çevir, bir hekim ordusu sizi
muayene etmek için sırada bekliyor, ama vakti var! Üç vakit, beş vakit en fazla
3 hafta sonra ilgili dal hekimi varsa muayene olma işleminin ilk basamağını
tamamlamış olacaksınız. Muayene, tahlil, tetkik ilaç vs. bir de bakmışsınız
hastaneye yatmanız uygun görülmüş ve bir kliniğe yatmışsınız.
İşte hemşirelik mesleğini o kliniğe yattığınızda daha
gerçekçi bir şekilde gözlemlemeye başlarsınız. Siz uykunuzun en derinindeyken
yorgunluktan bacakları ağrıyan, topukları sızlayan; göz kapakları uyumamak,
beyni hata yapmamak için savaş veren; o an o yatakta sizin yerinize yatmış
olmak için hasta olmanıza rağmen size imrenen kişidir hemşire. Bu duyguları
uzun süredir yaşıyorum.
Bir kadınım. AKP iktidarının 14 yıllık sağlık
politikalarının yanlışlığına karşı ses çıkıyorum, SES’i (Sağlık ve Sosyal
Hizmet Emekçileri Sendikası) örgütlemeye çalışıyorum aynı zamanda. Mesleksel
birikimi önemseyen, meslek ilkelerine ve etik değerlere önem veren, ‘kötü
yöneticilerin’ (konu hakkında eğitim almamış, uzmanlaşmamış, yönetim bilimi
hakkında fikir sahibi bile olmadan uygulayan) birden fazla diploma sahibi yaptığı
bir hemşireyim. Bu değer yargılarına sahip olmam, davranış ve tutumlarım
liyakat ve kariyer basamaklarından düşmeme, ruhen ve bedensel olarak
yaralanmama sebep olmuş ama omurgam ve başım hiç dejenere olmadan dik
kalabilmiştir.
YEMİNİMİZİ BOZDURAN SAĞLIK SİSTEMİ
Mesleğe başlarken biz de yemin ederiz ama doktorların
ettiği ‘Hipokrat Yemini’ kadar meşhur değil bizimki. Bizimkinde de insani ve
etik değerler vurgulanır. Kimi sadık kalır bu yeminlere, kimi umursamaz bile.
Bazen de politika yapıcılar bozdurur yeminlerimizi.
Sağlığı, sistemleri geliştirerek, dönüştürürler bizim
üzerimizden. Gerekçe hep aynıdır: Toplumun yararı için. ‘Toplum yararı’
kelimesi sık sık vurgulanarak; daha iyi, daha kaliteli, daha etkili, daha
verimli, sürdürülebilir, erişilebilir, uzlaşmacı, katılımcı, insan merkezci
gibi kelimelerle süslenerek önümüze yeni programlar ve modeller koyarlar.
Biliyoruz ki sadece bizimkiler değil bu modelleri
isteyen, uluslararası sermayenin çıkarlarına göre planlanır her şey. Hükümetler
icracıdır. ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ ile tanıştığımda 2003 yılıydı, aradan 14
yıl geçti. Program planlandığı gibi yasal mevzuatıyla, kurumsal
değişiklikleriyle ‘birinci fazını’ tamamladı. Sağlık Bakanı açıkladı: 2017
programın ikinci fazının başlangıcı olacak.
Bizim oralarda bir söz vardır: “Doğan ay, doğuşundan
bellidir.” Sağlık hizmetinde nasıl bir dönüşüm yaşadık ve bu dönüşümde biz
emeği ile geçinenler neler kazandık? 2005’te işçilerin alın terinden kazanılan
katkılarla oluşan SSK hastaneleri tüm varlıklarıyla Sağlık Bakanlığına
devredildi. Ben de kazanmış olduğum haklarımla birlikte Sağlık Bakanlığının
hemşiresi oldum. O zaman öğretmen maaşının 3 katına yakın ücret, yılda iki
ikramiye, yıl sonu havuzda biriken paradan pay alıyordum. Şimdi ise...
Kazanılmış hak kavramının korunmadığı bizlere öğretilmiş oldu.
SAĞLIK EKİP İŞİDİR, PEKİ HEMŞİRE NEREDE?
Sağlıkta dönüşümün örgütlü mücadelemizin önüne koyduğu
en tehlikeli bariyer de ‘performansa dayalı gelir seviyesinde artış.’ Sağlık
hizmeti bir ekip işidir. Ekibin her parçası önemlidir. Sizi çok iyi bir doktor
ameliyat edebilir. Ama ameliyat sonrası bakım ve tedaviniz hemşireler
tarafından 7 gün 24 saat kesintisiz sağlanır. Bu ekibin işini iyi yapması da
doktor kadar önemlidir. Ekip üyeleri arasında bir hiyerarşi yapılarak,
doktorları sağlık hizmetinin çekirdeği; diğer meslek gruplarını ise golgi
cisimciği gibi tariflediler; onların emeğini yok saydılar.
Performans uygulaması ile tanışmak yeminlerini
bozanları ve parayı çok seven bazılarını mutlu etti kuşkusuz. Bir katsayı belirle,
işlem sayısının miktarına ve hasta sayısına göre döner sermayeye para girişi
sağla. Sonra doktora parayı dağıt. Bu uygulamanın sonucunu ‘daha fazla hasta,
daha fazla ücret’ olarak özetleyebiliriz. Bu haksız ve etik dışı paylaşımdan
bizim payımıza ise; artan iş yükü, artan nöbetler, uzayan çalışma saatleri,
angarya, meslekle ilgili riskler, hastalık ve iş kazası oranlarında
(tanımlanmayan ve bildirilmeyen) artış ve tükenmişlik sendromu düştü.
KARŞILIKLI GÜVEN ‘DÖNÜŞÜM’E KURBAN GİTTİ
Hastaneleri bir ticarethaneymiş gibi düşünmeye ve
yönetmeye çalışan yöneticilerin çoğalması, tıbbi cihaz ve malzemelerin satın
alma sürecinde maliyet minimizasyonu, güvenli ve kaliteli malzeme alınmasının
terk edilmesi gibi piyasa kuralları hem çalışanın hem de hizmet alanın sağlık
hizmetine kuşkuyla yaklaşmasına sebep oldu. Sağlığın doğasına aykırı olan
kavramlar, biz hemşirelerin etik değerleriyle, vicdanlarıyla yüzleşmelerine
neden olan birçok uygulama ile karşı karşıya kalmalarına neden oldu.
‘Asimetrik bilgi’ nedeniyle yapılan tetkiklerin
çoğunun gerekli olduğunu, kontrollerin şart olduğunu düşündünüz çoğunuz. 5
dakikalık yüzünüze bile bakılmadan yapılan muayenenin yeterli, 2-3 dakikada
yapılan ultrasonografi sonucunun doğru olduğuna inandınız, inandırıldınız.
Koşulsuz bir güven olmalı bazı mesleklere. Bu güvenin sarsılması, mesleki
saygınlığın zedelenmesi, değer kaybetmesi tehlikelidir. Yaşamak ve yaşatmak
isteyenlerin birbirine güveni arasına politik malzemeler serpiştirilmesinin
sonuçlarını yaşadık hep birlikte: Kafamız kırıldı, bıçaklandık, öldürüldük
hastane polikliniklerinde bahçelerinde. Dönüşüm programı boyunca bu sayı
gittikçe arttı ve artmaya devam ediyor. Anlayacağınız iş güvencesinden
vazgeçtik, can güvenliğimiz bile yok aslında.
KATİLELİ HİZMETİN ‘KARŞILIĞI’ VAR
Bizi dönüştüren başka bir uygulama ‘sürekli gelişen
kalite yolculuklarımız’ oldu. Hasta bakımımız, tedavilerimiz varsın aksasın,
yapılmasın ama mutlaka kayıt edilsin dendi kalite değerlendirmeleri öncesinde.
Nitelik önemli değildi. ‘Nitelik’, ‘kalite’ eş anlamlı sözcükler gibidir ama
bakış açısına göre farklılık taşıdığını öğrendik. Biz nitelikli ve herkese
eşit, parasız sağlık hizmeti dedikçe onlar, kaliteli hizmetin bir miktar
karşılığı olması gerektiğini, herkesin aynı sağlık hizmetini hak etmediğini,
parası olanların negatif ayrımcılığa maruz kaldığını anlatıyorlardı. ‘Rekabet’
kavramını, ‘müşteri’ kelimesini öğrendik bu yolculuğumuzun başlarında.
Hasta güvenliği, çalışan güvenliği, memnuniyet
anketleri, hasta hakları gibi kavramlarla farkındalık yaratılıyordu. İki kadın
hemşirenin 16-24 saat nöbet tuttuğu, yaklaşık 100 tedavinin yapıldığı 30
yataklı bir klinikte, hangi gerçek gözlüğüyle bakan kişi kalite, hasta ve
çalışan güvenliği görebilir.
HEMŞİRE NASIL GÜLÜMSEYEBİLİR?
Ayda 198-220 saat çalışan bir hemşire nasıl nitelikli
bir sağlık hizmeti üretebilir ve nasıl sağlıklı kalabilir? Nöbet ücretinin
saati 10 lira bile olmayan, gece ile gündüz çalışması aynı kategoride
değerlendirilen, hafta sonları mesaisi bile normal mesai olarak
değerlendirilen, yıllarca bayram, seyran, afet demeden nöbet tutmasına rağmen
yıpranmayı payı bile (zannediyorsam birileri söz vermişti) verilmeyen, gece
dinlenmesi bile çoğu zaman mümkün olmayan, nöbetten çıktığında evde de
çalışmaya devam eden bu hemşire, nasıl ‘3 çocuk’ doğurabilir? Varsayalım 3
çocuk doğurdu, bu çocukları mutlu ve sağlıklı bireyler olarak yetiştirebilir
mi?
Biz hemşireler janjanlı ilkelerden yıpranma payının
verilmesi, çalışma saatlerinin azaltılması, hasta- hemşire oranlarında
standardizasyon, bürokrasinin azaltılması, liyakat ve kariyer ilkelerine göre
görevde yükselmeler, kadına yönelik koruyucu ekipmanlar, kreşlerin açılması,
mesleki özerkliğimize saygı gibi iyileştirmeler beklerken, bu yolculuktan
hatırımızda kalan; daha fazla iş yükü, artan mobbing, hasta bakımına ayrılması
gereken sürenin azalması, hemşireliğin gerçek kalite göstergelerinin
ölçülememesi oldu.
‘HAYIR’LI VE BOL GÜNEŞLİ GÜNLERE
‘Hayır’ demek için o kadar çok nedenimiz var ki
sayfalara sığmaz. 657 zırhına rağmen iş güvencemiz delindi ve çalışma
koşullarımız her geçen yıl daha da kötüleşti. Görev yerlerimize, emeğimize,
hizmet içi eğitimlere ve sertifikalarımıza, tecrübemize ve çalışma yıllarımıza
bakılmadan yandaş sendikaların yöneticileriyle birlikte hareket eden
yöneticilerin keyfi kararları ile değiştiriliyor. En ufak hak arayışı
çalışmalarımızda bile cezalandırılıyor, mobbinge maruz kalıyoruz.
Sindiriliyoruz, korkutuluyoruz.
‘Hak, hukuk’ yöneticilerimizle gukuk oldu. Herkes,
kendi krallığını ve kraliçeliğini ilan etmeye hazırlanıyor hastanelerimizde.
Evrensel hukuk kurallarına sığınıyoruz, o da çiğneniyor bir gecede. Sorgusuz
sualsiz fişleme yöntemleri ile arkadaşlarımız ihraç ediliyor. Korkumuzla
besleniyor ve güçleniyor erk. Örgütlü gücü, dayanışmayı terk ettikçe, sorunlar
karşısında birlik olmayı beceremeyince kul, köle oluyoruz. Halen demokrasi ile
yönetilmemize, yönetim şeklimizin cumhuriyet olmasına, güçler ayrılığı olmasına
rağmen bunları yaşıyorsak doğacak ayı kestirmek zor olmasa gerek.
Sağlıkta Dönüşüm Programının ‘ikinci fazı’ şehir
hastaneleri ile başlıyor. Görünen o ki referandumdan sonra 657 yani iş
güvencesi ortadan kaldırılacak. Tüm öncüller bunun gerçekleşeceği yönünde
işaret veriyor.
Birinci faz planlı ve programlı bir şekilde adım adım
gerçekleştirildi. Hedeflere ulaşıldı kimine sözde, kimine kurumsal
değişikliklerle ulaşılabildi. Ama tüm bu değişiklikler meslek onurlarımız
üzerinde tepinilerek; emeğimiz yok sayılarak ve çoğu zaman onurumuz çiğnenerek
yapıldı. Bu ‘ikinci fazda’ ülkemiz yeni bir döneme girmiş olacak. Emeğinin ve
bedeninin daha fazla sömürülmesini istemeyen hemşireler, ‘hayır’lı ve bol
güneşli günlerin başlamasını istiyorlardır benim gibi.
Yeşim YAPRAK
Evrensel