17 Nisan 2017 Pazartesi

Yerim daraldı ama oynayacağım!


Şöyle yüzde 60 ‘Evet’ ile balkondan şahlanmak vardı; zaferi Kosova’dan Saraybosna’ya, Üsküp’ten Selanik’e, Kahire’den Gazze’ye, Trablus’tan Şam’a, Kazan’dan Bişkek’e kadar bütün İslam coğrafyasına armağan etmek vardı!
Mahallenin İslamcıları Recep Tayyip Erdoğan’ı ‘ümmetin umudu’ diye idealize ettiğinden beri gözler, her seçim sonrası nev-zuhur İttihatçı çıkışlarla süslenen balkon konuşmalarında. Ne var ki önceki gece Erdoğan ve yaverlerinin verdiği fotoğraf pek buruktu: Kazanma uğruna ödettirilen bedellerin, OHAL’in, sonsuz hukuksuzlukların, perde arkasındaki dümenlerin, aymazca hilelerin, aleni şantaj ve tehditlerin, kuraldışı, hukukdışı ve yasadışı taktiklerin, ahlaksız, insafsız ve vicdansız propagandaların, ötekileştiren, kutuplaştıran ve düşmanlık yaratan küfürbaz dilin kararttığı bir ruh, kazanan adamın çehresine çökmüştü. Sandıktan çıkan bir zafer değil yenilgiydi sanki. Eldeki kamu kaynakları, politik linç ve devlet terörünün bahşettiği bir zaferdir, lakin ağır bir yüktür, vicdana saplanmış bir tonluk kancadır. O fotoğrafın bende bıraktığı izlenim budur. Elbette Erdoğan ilk günün şokunu atlattıktan sonra yüzde 70 oy almış gibi milliyetçi-mukaddesatçı cepheyi coşturmaya devam edecektir.
Kıl payı ve tartışmalı bir zafer ne getirir; Erdoğan’a içerde ve dışarda arzuladığı manevra alanlarını açar mı?
Evvela yankı bulduğu coğrafyanın derinliğini görmek için kutlayanların profiline bakalım:
Cibuti, Gine, Katar, Bahreyn, Azerbaycan liderleri…
Müslüman Kardeşler’in Mısır, Tunus (El Nahda), Filistin (Hamas) kolları…
Pakistan’dan Cemaat-i İslami…
Ve Suriye’den eski Kaide liderlerinin kurduğu Ahraru’ş Şam…
İktidarın medyası bu listeyi “Dünya liderlerinden tebrik yağıyor” başlığıyla verdi. Bir rejim değişikliğinde mihenk taşı bu ülke ve örgütler ise varsın tebrikler sel olsun. Ya Erdoğan’ın da umursamak zorunda kaldığı ötekilerin tepkisi?
Türkiye’nin diktatöryal yönelimiyle sorunu olmayan Rusya’nın tepkisi klişe: “Referandum Türkiye’nin iç meselesi. Türk halkının iradesine herkes saygı göstermeli.”
NATO müttefiki ABD ise rahatsızlık yaratacak boyutta temkinli. Dışişleri yapılacak değerlendirmeyi AGİT raporundan sonraya bıraktı. AGİT dün oylamayı adil, şeffaf ve hukuki bulmadığını açıkladı. Avrupa’nın demokrasi bekçisinden gelen değerlendirme, AB ile ortaklık sürecindeki bir ülkenin sandık güvenilirliği açısından berbat notlar içeriyor. AGİT’in açıklaması üzerine ABD Dışişleri “AGİT gözlemcilerinin endişelerini not ettik. Nihai raporu bekliyoruz. Türk hükümetinden 16 Nisan’daki oylarına bakmadan bütün vatandaşlarının haklarını ve özgürlüklerini korumasını bekliyoruz” açıklamasını yaptı. Elbette siyasi-diplomatik nezakete binaen liderlerden telefonlar gelecektir, dün Donald Trump’tan geldiği gibi. Bu Dışişleri’nin açıklamasında ifadesini bulan temkinli yaklaşımı ortadan kaldırmıyor. Son birkaç yılda ABD ile Türkiye arasında mayınlı bir alan oluştu. Suriye politikası, Reza Zarrab ile Halk Bankası üzerinden İran’a ambargonun delinmesi ve FETÖ ile bağlantılı bu mayınlar referandumdan bağımsız olarak varlığını koruyor.
AB süreci ve ekonomik ilişkiler nedeniyle Türkiye’yi en fazla ilgilendiren Avrupa’dan da tebrik yok.
Erdoğan referandumdan sonra AB meselesini masaya yatırmayı ve kampanya sırasında kriz yaşadığı ülkelerle hesaplaşmayı düşünüyordu. Bu hesaplaşma için manivela kuvveti güçlü bir ‘Evet’ olacaktı.
Sandıktan çıkan tablo Erdoğan’a hedeflediği manevra alanını açmış sayılmaz. Aksine bıçak sırtı sonuçlar AB’nin argümanlarına güç kattı. AB’den gelen ilk mesajlarda ‘Hayır’ın taşıdığı ehemmiyete vurgu yapıldı. Demek ki bundan sonra anayasa değişikliğinin içeriği kadar ülkenin bölünmüşlüğü bir argüman olarak öne çıkacak.
Brüksel-Ankara hattında tartışmanın oturacağı eksen Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in açıklamasıyla daha da belirginleşti:
“Sonuç Türk toplumunun ne kadar bölünmüş olduğunu gösteriyor. Bu durum Erdoğan için büyük sorumluluk anlamına geliyor. Alman hükümeti, Türk hükümetinin tüm siyasi ve sosyal gruplarla saygılı bir diyalog arayışında olmasını bekliyor. Türkiye ile en yakın zamanda ikili görüşmeler yapılmalı. Türkiye ve AB kurumları arasında Venedik Komisyonu’nun endişelerine yönelik görüşmeler yapılmalıdır.”
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın vurgusu da aynı: “Sonuçlar Türk toplumunu planlanan köklü reformlar konusunda bölünmüş olduğunu gösteriyor.”
Bunlar Erdoğan’ın yüzde 51’le kolayca bertaraf edebileceği eleştiriler değil. Haliyle önümüzdeki süreçte hem ‘Hayır’ın hakkı hem de yeni rejimin Avrupa standartlarına uyumsuzluğu hatırlatılacaktır.
Avrupa Parlamentosu Raportörü Kati Piri’nin şu uyarısı AB içindeki genel kanaati yansıtıyor: “Türkiye’nin kuvvetler ayrılığına saygı duymayan, hiçbir denetim mekanizması bulunmayan bir anayasayla AB’ye katılamayacağı açık.”
Kuvvetler ayrılığını aşındıran; denetim ve fren mekanizmalarını kaldıran bir anayasa revize edilmediği sürece eleştiriler bitmeyecektir.
Erdoğan güçlü bir ‘Evet’ ile kendi koşullarını dayatmak niyetindeydi. Bu olmayacağına göre sansasyonel bir kopuş senaryosuna doğru sürükleniyoruz demektir. AB kendi iç kırılganlıkları yüzünden çifte standarda düşüp yatıştırıcı politikalarla yönelse de Türkiye’deki rejim değişikliğini ortaklık sürecinin normatif çerçevesi içinde kalarak normalleştiremez ya da kanıksayamaz. Aynı şekilde AB Türkiye’yi bu gidişattan çekip çıkaracak ağırlığa ve araçlara sahip değil. Haliyle AB’de kabul görmeyen bir Erdoğan hamasetin dozunu artırıp kendi çeperlerinde bir direnç geliştirmeye devam edecektir.
Normal mantık yüzde 51’in içerde toplumun geri kalanıyla diyalog, dışarda da ilişkilere çeki düzen verme mesajı içerdiğini söyler. Bu ülke normalini kaybedeli çok oldu. Erdoğan kendisiyle özdeşleşen bir rejim değişikliği peşinde top çevirebildiği sürece bu mesajı almayacaktır.
Fakat bıçak sırtı bir destek içeride ve dışarıda ağırlaşan koşulların üstesinden gelmeyi zorlaştırıyor. Anayasal değişikliğin yürürlüğe girmesi için 2019’a kadar işleyecek sürecin selameti içeride ve dışarıdaki dengelere bağlı. Erdoğan başkanlık koltuğuna oturmak için erken seçime giderken Kürt sorununun barışçıl çözümünü isteyenlerle savaş dayatan milliyetçi müttefikleri arasında daha da sıkışacaktır. Artık hiçbir şeyin garantisi yok.
Dışarıda da tablo çok oynak. Erdoğan’ın dış politikada tıkanıklığı aşmak için yaptığı şey bloklar arası paten siyaseti ve Türkiye’nin jeostratejik konumunu şantaja dönüştürme taktiğiydi. Referandum bu iki cambazlığa yeni bir enstrüman ekleyemedi. Etrafta fazla sıçrama tahtası kalmadı. Muhtemelen referandumdan önce olduğu gibi yine Batı’ya karşı Rus kartı çekilecek. Nitekim Erdoğan’ın başdanışmanı Yiğit Bulut referandumdan hemen sonra “Rusya ile işbirliği yapmamız lazım, sorunlar kesinlikle aşılacak” dedi. Moskova da Ankara ile yaşadığı güven bunalımına rağmen bütün bu gel-gitlere kredi açabilir. Rusların sunacağı oyun alanı sadece ekonomik çıkarların istikrarı değil Türkiye’nin dış politikada, özellikle Ortadoğu’da Ruslarla uyumlu hale gelmesiyle bağlantılı. Bir tarafta Yeni Osmanlıcılık ve İttihatçılık serüveni mehter havasında ilerlerken diğer tarafta Ruslarla uyumluluk bir hayli fanteziye kaçıyor. Sözün özü eksik ‘Evet’ içte ve dışta Erdoğan’a yeni yollar açacak bir zafere benzemiyor.
Fehim Taştekin