Menderesi kendisine örnek alan Erdoğanın önderliğindeki AKP,2002
yılanda bu yana yani 15 yıllık tek başına iktidarı döneminde yargı, gündemden
hiç düşmedi. Önce hükümet ardından komplolarla Gülen önderliğinde öncelikle yargıyı
ele geçirmek için çaba harcayan AKP, bu amaçla bugün “terör örgütü” olarak
görülen Gülen cemaati il le ortaklık yapmaktan geri durmadı. Bu ortaklığın
sonucu olarak yargıya, yüzlerce FETÖ üyesi alındı yada önleri açıldı. Özellikle
2007’de Ergenekon- süreci ile bir cadı avı başlatılırken, bunu Balyoz, Askeri
Casusluk, Dveimci Karragah,ODA-TV,KCK gibi kumpas soruşturmaları izledi.
Cemaat evlerinde pazarlık
Özellikle istediği kararların çıkmadığı Anayasa Mahkemesi, HSYK,
Yargıtay ve Danıştay’a hâkim olmak isteyen iktidar, 2010’da yine cemaatle
işbirliği yapıp, anayasa değişikliğine gitti. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan,
referandum sonrası bizzat “okyanus ötesine” teşekkür etmeyi ihmal etti. Anayasa
değişikliğinin ardından yapılan seçimde cemaatle-Adalet Bakanlığı ortak listesi
HSYK’de etkili oldu. Dönemin Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın bilgisi ve talimatı
dahilinde 2011’de Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimleri için cemaat evlerinde
pazarlık yapıldı. Bu pazarlığa bizzat HSYK üyeleri katıldı. Bu anayasa değişikliği
nedeniyle yargıdaki cemaatçi kadrolaşma zirveye ulaştı. Ne zaman ki 17/25
Aralık süreci oldu, iktidar cemaatle ortaklığını bitirip yeni arayışa girdi.
Üçte biri atıldı
Bugün yargının üçte biri FETÖ üyesi olduğu iddiasıyla ihraç
edildi. Meslekten çıkarılan yaklaşık 4 bin hâkim ve savcının 2302’si tutuklu.
Yargıda yaşanan boşluk nedeniyle son dönemde çok sayıda hâkim ve savcı alındı.
Bu nedenle yargının yarısı, 5 yılın altında tecrübeye sahip. Adalet Bakanlığı,
ihtiyaç olan hakim ve savcıları alırken bizzat AKP üyesi kişileri tercih etti.
2016’dan bu yana AKP’de yöneticilik sıfatı bulunan binin üzerinde avukat, hâkim
ve savcı oldu. 70 puan barajı da kaldırıldığı için yargıda yandaş kadrolaşmanın
önü açıldı. Yargıda cemaat tasfiye edilirken, yerine farklı tarikatlar etkili
olmaya başladı. Birçok hâkim ve savcı, cemaatçi olmadığını belirtirken, gençlik
yıllarında gittiği tarikatların isimlerini verir oldu. Yargının üst kadrolarına
yapılan atamalarda ise imam hatip mezunu olma belirleyici ölçü oldu. Yine hâkim
ve savcıların türban takmasına izin de bizzat bu iktidar tarafından verildi.
Çay toplayan başkanlar
Yüksek yargıdaki atamalarda partili Cumhurbaşkanı belirleyici hale
geldi. Bu ortamda yargı başkanları, siyasi parti genel başkanı olan
Cumhurbaşkanı ile beraber çay toplamaktan çekinmedi. Yargı sistemi, sadece
iktidarın ihtiyaçlarına yanıt verebilen bir kurum haline dönüşürken,
muhalifleri ise hedef alan bir silah olarak kullanıldı. Milletvekilleri,
gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler, öğrenciler başta olmak üzere
toplumun farklı birçok kesimi yargı kararlarıyla içeri atıldı. “Düşman ceza
hukuku” uygulandığı bir ortamda kişilerin hukuk güvenliği ortadan kalktı. Bu
davalarda bağımsız ve tarafsız karar veren hâkim ve savcılar ise HSK tarafından
bizzat görevden el çektirildi. Bir yıldan fazla uygulanan OHAL hukuku ile
toplumda büyük bir adalet ihtiyacı doğdu. Yargıtay Onursal Cumhuriyet
Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Büyük Atatürk’ün 94 yıl önce Cumhuriyet için “En
büyük bayram” dediğini anımsattı. Cumhuriyetin kurucu felsefesi içinde laik,
sosyal hukuk devleti ilkesinin de yer aldığına dikkat çeken Kanadoğlu, “Oysa
bugün Türkiye, hukuk devleti ilkesi yönüyle bağdaşmayacak bir duruma geldi.
Hukuk devleti yargı bağımsızlığını yanında getirir. Hukuk devleti olmadığı
zaman adalet mülkün temelidir diyemeyiz. O temeli ortadan kaldırmış oluyoruz.
Bugün durum bu” dedi. Osmanlı’daki şer-i hukuk sistemine geri dönüş özlemi
olduğunu söyleyen Kanadoğlu, müftü nikâhı meselesi ile devletin içine dinin
sokulduğunu, laiklik ilkesinin ihlal edildiğini vurguladı