ABD, Irak’ı tamamen İran ve Rusya’ya
kaptırma pahasına Kürdistan’a sonuna kadar kalkan olmayacağını ortaya koydu. Bu
durum Suriyeli Kürtler için de ABD ile yolculuğun güvenilirliğine dair önemli
bir sinyal.
Irak ve Suriye’yi yakıp kavuran ortak
cephede biri beklenen, diğeri beklenmeyen iki kritik gelişme dengeleri yeniden
değiştirdi. ABD’nin desteğiyle Suriye Demokratik Güçleri (SDG) uzun soluklu bir
savaşın ardından geçen hafta Rakka’yı IŞİD’den temizledi. Bu zafer Rusya ve
İran’ın yardımıyla doğu ve kuzey istikametinde hızla ilerleyen Suriye ordusuyla
bayrak yarışına tutuşmuş olan ABD ve yereldeki ortaklarının konumunu
güçlendirdi. Yarış Deyr el Zor ve El Bu Kemal istikametinde sürüyor.
Irak’ta ise ABD’yi hayli tuhaf bir
pozisyona sokan trajik gelişmeler sahnelendi. Türkiye’nin baskı mekanizmalarını
devreye soktuğu, İran’ın fazladan sahada durumu maniple ettiği, ABD’nin de
izlemeye çekildiği bir süreçte Irak ordusu ve Haşd el Şaabi güçleri
Kürdistan’daki referandumu fırsata çevirip tartışmalı bölgelerin kontrolünü
geri aldı. Uluslararası güçlerin, Kerkük’te Irak’ın askeri bir operasyona
kalkışmasına izin vermeyeceği hesabıyla risk alan Barzani yönetimi en başta
Washington’ın ihanet ettiğini düşünüyor. Kürdistan’ın ABD’deki dostları ise
Trump yönetimini İran’ı önleyeceğim derken Irak’ı tamamen Tahran’ın oyun
sahasına çevirmekle suçluyor.
ABD’nin tutumunu, İran-Irak arasındaki
Cezayir Anlaşması’ndan sonra ABD’nin Kürtleri yüzüstü bıraktığı 1975’deki
hezimetin tekerrürü olarak görenler var. Paralellikler olsa da olayın boyutları
farklı.
Dönemin ABD Başkanı Richard Nixon ve
Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger 31 Mayıs 1972’deki Tahran ziyareti
sırasında Şah Muhammed Rıza Pehlevi ile ‘ortak düşman’ Saddam Hüseyin’e karşı
isyan eden Kürtlerin silahlandırılması konusunda anlaşmıştı. 16 milyon dolarlık
bir yardım paketiyle İsrail’in temin ettiği Sovyet silahları Kürtlere
verilmişti. Operasyonu İran gizli servisi Savak’la birlikte CIA yürütüyordu.
Araplarla savaşta olan İsrail, Irak’ta Kürtler üzerinden başlatılacak bir
çatışmadan medet umuyordu.
Bir yıl sonra Dışişleri koltuğuna geçen
Kissinger, Kürtlerin sevgisini kazanmıştı. Öyle ki Mele Mustafa Barzani
1974’teki isyan sırasında silah yardımının sürmesi için Amerikan siyasetini de
karıştıracak bir jestte bulunmuştu. Kürt lider, Nancy Sharon’la nikâhlanan
Kissinger’a düğün hediyesi olarak üç değerli kilim ve bir inci kolye
göndermişti. CIA’in gizli operasyonları ifşa olacak diye hediyeler gizli
tutulmuş, bu yüzden de Kongre’de Kissinger aleyhine soruşturma açılmıştı. Bu
arada Şatt’ül Arap’la ilgili pazarlıklar sürerken Kürtler, Saddam’a karşı
Şah’ın elinde bir karta dönüşmüş ve nihayetinde iki ülke Cezayir’de anlaşma
sağlamıştı. Bu anlaşma üzerine Kürtlere yardım kesilmişti. Basitçe Kürtler
satılmıştı. Hezimete uğrayan Kürtler İran’a sığınmak zorunda kalmıştı.
CIA’in yaptığı son iyilik kansere
yakalanan Mele Mustafa Barzani’nin Minnesota’daki Mayo Clinic’te tedavi
görmesini sağlamaktı. Bunun da şartı ABD aleyhine laf etmemesiydi. Devran
değişti; İran düşman, Saddam dost; sonra Saddam düşman Kürtler dost oldu vs.
Peki, ABD şimdi Irak’ta ne yapıyor?
Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Kissinger’ın ayak izlerinden mi gidiyor?
Irak güçleri Kerkük’e girerken
“Koordinasyon içinde çekilme var, olan sınırlı çatışma da yanlış anlamadan
kaynaklandı” diyen Amerikan yönetimi şimdi ufaktan Bağdat’a fren yaptırmaya
çalışıyor.
Barzani’nin referandumda ısrar
etmesinden dolayı kızgın olsalar da Amerikalıların Kürtleri tamamen bırakması
bölgesel çıkarları açısından mantıklı değil. Yine de ortaya çıkan durum, ABD’ye
sırtını dayayarak kendi geleceklerini inşa edebileceklerini düşünen kimi
Kürtlerin iyimserliğini yerle yeksan etti.
Elbette bu süreçte en fazla şaşırtan şey
Amerikan eylemsizliği oldu. Malum Trump yönetimi hem Suriye hem Irak siyasetini
İran’ı bloke etme ve nüfuzunu geriletme hedefine endeksledi. Irak’ta güdülen
mantık şuydu:
2018’deki seçimlerde İran’la dirsek
teması olan Şii liderlerin iktidara gelmesini önlemek için Başbakan Haydar el
Abadi’nin elinin güçlü olması lazım. Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu en
başta Abadi’yi zayıflatır. Bu yüzden referandum 2 yıl ertelenmeli.
Yine de referandum yapıldı ve Abadi
kimsenin beklemediği şekilde Kerkük’e operasyon emrini vererek elini güçlendirdi.
İlk etapta belki ABD’nin işine gelen bir hesap. Fakat Abadi güçlenirken İran
gerilemedi. Tam tersine kritik bir operasyonda orkestra şefliği yapacak kadar
derin nüfuzunu koruduğunu ortaya koydu.
Bu saatten sonra ABD’nin ‘İran’ı
geriletme’ siyaseti işe yarar mı? İlk deneme ters tepti. Tillerson büyük bir
gafletle, “Artık IŞİD’le mücadelede sona gelinirken, Irak’ta bulunan İranlı
milislerin evlerine dönmesi gerekiyor” dedi. Aynı cümleyi Iraklılar ve
Suriyelilerin de Amerikalılar için kurabileceğini hesaba katmadı. İranlı
milisler dediği Iraklılardan oluşan, meclis kararıyla yasalaşmış, devletten
maaş alan Haşd el Şaabi. Tillerson bu saha bilgisiyle bizzat Abadi tarafından
terslendi.
“Haşdi Şabi savaşçıları, Iraklı ve
ulusaldır. Ülkesini korumak adına bedel ödemiştir. Onlar Irak meclisinin kararı
gereği Savunma Bakanlığı’na bağlıdır.”
Dahası Haşd el Şaabi liderlerinden Kais
el Hazali çok yaygın olan bir hissiyatı dillendirdi:
“Sizin silahlı güçleriniz, IŞİD
varlığının yol açtığı bahane ortadan kalktıktan sonra vatanımızı gecikmeden
terk etmek için hazırlıklara hemen şimdi başlamalı.”
Epey zamandan beri Bağdat’ta siyasi
partiler ve gruplar arasında artan eğilim bir an önce ABD’nin Irak’tan elini
eteğini çekmesi ve Rusya ile ilişkilerin güçlendirilmesi yönünde.
İçinde farklı eğilimler ve ilintiler
barındıran Haşd el Şaabi adanmış bir mobilize güç olarak Irak’ta siyasete de
yön verebilecek noktaya ulaştı. Şu aşamada ABD istedi diye kimse Haşd el
Şaabi’yi dağıtmaya kalkmaz. Bu güç ya paralel ordu gibi kalır (ki İran buna
bayılır) ya da ordu ve polise entegre olur. Dağılması siyasi liderlerin değil
onun oluşumunu sağlayan dini mercieyyenin güçlü bir çağrısıyla mümkün olabilir.
Ki Ayetullah Sistani’nin bunu mevcut koşullarda yapacağını zannetmiyorum.
Tartışma Haşd üzerinde yoğunlaşsa da
siyasi alanda çok daha önemli bir çaba var: ABD bölgede eksen kaydırma
operasyonuyla meşgul. Asıl üzerinde durulması gereken de bu. Tillerson
Iraklıları ifrit eden bu çıkışı Suudi Arabistan’da yaptı.
Suud-Irak yakınlaşması ABD’nin İran’a
karşı geliştirdiği stratejinin önemli bir ayağını teşkil ediyor. Pragmatist bir
yaklaşımla Bağdat’ın da buna ihtiyacı var. İran etkisinden rahatsız olan bazı
Şii liderler Tahran’ı dengeleyecek ittifaklar istiyor. Mehdi Hareketi’nin
lideri Mukteda Sadr’ın Suudi Arabistan’dan sonra önceki gün Ürdün Kralı
Abdullah’ı ziyaret etmesi bu kesimlerdeki eğilimi temsil ediyor.
Bir ara hem Bağdat hem Ankara hem Şam’ı
köşeye sıkıştırmak için Suudiler Kürtlere yanaştı. Bu yanaşma hali Suriye’de
hala devam ediyor. Irak’ta ise Suudiler Kürtleri desteklerken hem Şii cepheyi
köşeye sıkıştırmak hem de Sünni Arapların federal bölge kurmasının yolunu açmak
istiyordu. Son zamanlarda Bağdat-Riyad arasında yeni bir diyalog zemini
oluşunca Kürtlere ilgi görünür olmaktan çıktı ve Suudiler ikili oynamaya
başladı. Ancak 15 Ekim’de bir gecede her şey değişince Irak’ın bütünlüğünü
koruduğu gerekçesiyle Abadi’yi ilk tebrik edenlerden biri Suudi Kralı Selman
oldu.
Irak’ı Sünni Arap dünyasına çekerek
İran’dan uzaklaştırma hedefi Amerikan siyasetinin odağındaysa Kürtler ne
olacak? Washington’ın bütün yumurtaları Bağdat’ın sepetine koyduğu söylenemese
de bundan sonra ne yapacağına dair ciddi belirsizlikler var. Kerkük ve diğer
tartışmalı bölgeler Kürdistan’ın kontrolünden çıktıktan sonra kritik bir plan
daha gündemde. O da Musul’un kuzeyinden Dicle hattını takip ederek Türkiye’ye
çıkan güzergâhın Irak’ın kontrolüne geçirilmesi. Bunu, Kerkük-Ceyhan boru
hattını yeniden devreye sokmak ve Habur Sınır Kapısı’na alternatif olarak
Ovaköy’den kapı açmak için yapacaklarını söylüyorlar. Kürdistan yönetimine ağır
bir darbe anlamına gelen bu hamle ayrıca Kürdistan’ın iki yakasını da hedef
alıyor. Yani bu planla Rojava ile Başur (Güney Kürdistan) arasına bir tampon
girmiş olacak. Tam da Ankara’nın Irak ve Suriye’ye yönelik müdahaleci
politikalarına gerekçe yaptığı “Kürt koridorunu önleme” siyasetine uygun bir
hamle. Bu hamleye karşı da ABD’nin tutumu belli değil.
Özetle ABD, Irak’ı tamamen İran ve
Rusya’ya kaptırma pahasına Kürdistan’a sonuna kadar kalkan olmayacağını ortaya
koydu. Bu durum Suriyeli Kürtler için de ABD ile yolculuğun güvenilirliğine
dair önemli bir sinyal. Elbette Kürtlerin tamamen bu ortaklığa bel bağladığı
söylenemez. Yarın Şam’la müzakere seçeneğine açık pozisyonda durmalarının bir
nedeni de ABD’nin yarın ne yapacağının bilinmemesi. ABD sonsuza kadar Suriye’de
kalamaz. Iraklılar gibi Suriyelilerin de ABD’ye “IŞİD ile savaş bitti, artık
gidin” diyeceği günler çok uzak değil.
Fehim Taştekin