Emperyalist kapitalizm, akıl almaz bir eşitsizlik ve
adaletsizlik sistemidir. Düşünebiliyor musunuz, bir avuç insan tüm üretim
araçlarını ve sermayeyi elinde tutuyor. Örneğin 2043 kişinin toplam serveti,
dünya nüfusunun %70’inin toplam zenginliğine eşit. Bu 2043 kişinin 8’inin
toplam serveti ise, 3,5 milyar insanın toplam zenginliğine eşit. Buna karşılık,
tüm zenginliği üreten işçi sınıfı iliklerine kadar sömürülüyor ve sefalet
içinde yaşıyor. Afrika’da insanlar açlıktan kırılıyor. Peki, böyle bir
emperyalist kapitalist dünyada adalet, barış, huzur, ahlak olabilir mi?
Oysa tüm insanlığa ve hatta daha fazlasına (gerçekte 10,5 milyar
insana) yetecek ürün üretmek mümkün. Bunun için insanlık gerekli teknolojiye
sahiptir. Kimi işkollarında şimdiden tam otomasyona geçmek ve robotlara dayalı
üretim yapmak mümkün… Yani iş saatlerini düşürmek, tüm işsizliği bitirmek,
fiziksel ve manevi gelişimleri için tüm insanlara daha fazla zaman tanımak,
açlığın kökünü kazımak hayal değil gerçektir. Savaşsız, sömürüsüz, eşitlik,
özgürlük ve barış dolu toplum bir adım ötemizde. Ancak bunun için insanlığın
ortakça paylaşması gereken üretim araçlarına el koyan bir avuç asalağın
düzenine son vermek zorundayız.
Ömrünü dolduran, tıkanan ve çürüyen kapitalist sistem, sömürüsüz
bir dünya hayal eden insanlığın yoluna uzanmış devasa bir yıkılmayı bekleyen
cesede benziyor. Bu öürümüş cesedi tarihin çöplüğüne fırlatıp atacak olan, işçi
sınıfının örgütlü devrimci mücadelesidir. Zira tüm zenginliği yaratan ve üretim
gücünü elinde tutan işçi sınıfıdır. Belki şu anda işçi sınıfı örgütsüz ve
daüınık olması nedeniyle tepkisiz ama unutmayalım ki tüm depremler, sakin
yüzeyin altında yıllar yılı biriken enerjinin, gerilimin bir anda açığa
çıkmasıyla gerçekleşir.
Geçmişten günümüze nice büyük köle isyanları olmuş, nice köylü
ayaklanmaları gerçekleşmiştir. Sanayi devrimi sırasında, vahşi kapitalist
sömürüye karşı başlayan işçi sınıfı mücadelesi tüm Avrupa’yı sarmış ve sermaye
sınıfı birçok taviz vermek zorunda kalmıştır. Sayısız işçi ayaklanmaları olmuş,
kimi yerlerde işçiler iktidarı ele almayı da başarmıştır. Mesela bundan tam yüz
yıl önce, Ekim 1917’de Rusya işçi sınıfı ve yoksul köylüler ayaklanıp iktidarı
ele geçirmeyi başarmışlardı. Türkiye’de 1980 öncesinde örgütlü, bilinçli
işçiler sömürüsüz bir dünya kurmak için mücadele ediyorlardı ve patronlar,
işçilerin birliği karşısında korkuyla titriyordu. İşçi sınıfının bu mücadelesi
durdurulamaz. Toplumu çıkışsızlığa sürükleyen kapitalizme karşı mücadele,
işçi-emekçi sınıflar için kaçınılmaz hale geliyor.
Elbette sömürüsüz bir dünya kurmak isteyen insanlığın uzun
yürüyüşü düm düz bir çizgide ilerlemiyor. Bu yürüyüşte insanlık büyük yaralar
alıyor, acılar çekiyor, ihanete uğruyor, yeniliyor, gerilere savruluyor, uzun
suskunluk yılları geçiriyor ama her seferinde yeniden toparlanıyor, deneyim
biriktirerek yeniden ayağa kalkıyor, ileriye atılıyor. Yani ezilen ve sömürülen
insanlık sömürücü efendilere boyun eğmemiştir, eğmeyecektir.