“Yumruğunu
sıktı. Ağlayarak dedi ki, gece gündüz dayak yemenin ne demek
olduğunu bilir misin, beni anlayabilir misin? Gidin hâkimle,
savcıyla konuşun, beni buradan kurtarın.”
17
yaşındaki Ferhat, annesiyle hapishanedeki son görüşmesinde
bunları anlattı. Bir hafta sonra, 18 Ocak’ta, Ferhat ile koğuş
arkadaşları Muhammet ve Mehmet, Adana E Tipi Hapishanesi’nde
çıkan koğuş yangınında öldüler.
Savcılık
soruşturma açtı, soruşturmaya gizlilik kararı getirdi. Dosya
bilirkişiye gitti; bilirkişi, yangın çıkmasında kurum
personelinin kusuru olmadığına kanaat getirdi.
Adana
Cumhuriyet Başsavcılığı da yangını çocukların kendilerinin
çıkardığı sonucuna, yine diğer mahpus çocukların ifadeleriyle
ulaştı, hapishane görevlileri hakkında takipsizlik kararı verdi.
Çocukların koğuşta yangın çıkarmasına neden olacak ya da buna
imkân sağlayacak koşulların önlenip önlenememesini ise
sorgulamadı. Sanki orası katı kuralları bulunan bir devlet kurumu
değil, çocukların futbol oynadığı boş arsaymış gibi.
Hapishane
idaresi ile gardiyanlara kopyala-yapıştır kararla takipsizlik
verilirken, üç çocuğun hapishanede ölümünden yine başka bir
çocuk ‘sorumlu’ bulundu.
Çocuk
tutuklu R.’ye ‘kasten öldürme, kasten yaralama ve kamu malına
zarar vermek’ suçlamalarıyla dava açıldı. R. şimdi üç
arkadaşını öldürmekle yargılanıyor.
Duruşmalarda
Ferhat’ın annesine anlattığı gibi birçok işkence şikâyeti
dile getirildi. Savcılığın soruşturma aşamasında umursamadığı
gibi, mahkeme de hapishanede olup biten tüm olumsuzluklardan R.’yi
sorumlu tuttu, işkenceleri duymadı.
İki
ay sonra da Adana F Tipi Hapishanesinde yangın çıktı. Bu kez ölen
olmadığı için sorumlu bile aranmadı (Trabzon E Tipi
Hapishanesinde iki yıl önce intihar eden Emirhan Nas’ın ölümü
ise, “intihar etmek suç değil” diye kapatılmıştı. Burada da
savcılık, çocuğun intiharına sebep olan veya önlemeyen
görevlileri ‘suçsuz’ bulmuştu).
Yangınlardan
bir yıl önce de, yine Adana’daki hapishanede biri 16, diğer 17
yaşındaki iki çocuk mahpus ailelerine işkence gördüklerini
anlatmıştı. Aileleri suç duyurusu yaptı, toplam yedi çocuğu
muayene eden Adana Adli Tıp Şube Müdürlüğünden doktorlar
çocukların şiddet gördüğünü belgeledi. Dört gardiyana
soruşturma açıldı. Sonra? Sonrası takipsizlik.
Çocuklardan
16 yaşında olanın savcılık ifadesinden: “Yanımda üç tane
gardiyan vardı, bana ‘Üstünü soyun lan’ dediler. Üstümü
soyundum, yarı çıplak haldeyken ellerime copla vurdular. Güya hoş
geldin dayağı imiş. Bu uygulamayı herkese yapıyorlarmış. Sağ
elimi masaya koydular, ‘Hangi elinle taş attın, elini keseyim mi’
diye biri söyledi. Bundan sonra ikinci müdüre götürüldüm.
İkinci müdür bana ‘kaşar’ diyerek hakaret etti. Daha sonra
rehabilitasyon bölümüne alındım. Geceleyin kısa aralıklarla
iki gardiyan geliyordu. ‘Kalk lan ayağa’ deyip elleriyle
yüzümüze vuruyorlardı. İkinci müdür, ‘A… koyarım’ diye
küfürler etti. Bir gece burada kaldıktan sonra koğuşa
götürüldük. Buraya götürüldüğümüzde de hepimizi dövdüler.
Göğsüme üç tekme atıldı. Bir gün sabah sayımı sırasında
ben gülümsemiştim. Baş gardiyan, ‘Niye gülüyorsun, s.. git’
deyip tokat vurdu.”
Yazdığım
bilgiler, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği / Türkiye
Hapishane Çalışmaları Merkezi’nin Çocuk Mahpuslar Raporu’ndan.
Çocukların
gülüşüne düşman olanların, bürokraside, yargıda, toplumda
nasıl korunduğunu anlatıyor. Geçmiş Dünya Çocuk Hakları
Günü’müz kutlu olsun.
Kaynak:
Birgün Gazetesi