22 Kasım 2017 Çarşamba

‘Beni buradan kurtarın’

Yumruğunu sıktı. Ağlayarak dedi ki, gece gündüz dayak yemenin ne demek olduğunu bilir misin, beni anlayabilir misin? Gidin hâkimle, savcıyla konuşun, beni buradan kurtarın.”
17 yaşındaki Ferhat, annesiyle hapishanedeki son görüşmesinde bunları anlattı. Bir hafta sonra, 18 Ocak’ta, Ferhat ile koğuş arkadaşları Muhammet ve Mehmet, Adana E Tipi Hapishanesi’nde çıkan koğuş yangınında öldüler.
Savcılık soruşturma açtı, soruşturmaya gizlilik kararı getirdi. Dosya bilirkişiye gitti; bilirkişi, yangın çıkmasında kurum personelinin kusuru olmadığına kanaat getirdi.
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı da yangını çocukların kendilerinin çıkardığı sonucuna, yine diğer mahpus çocukların ifadeleriyle ulaştı, hapishane görevlileri hakkında takipsizlik kararı verdi. Çocukların koğuşta yangın çıkarmasına neden olacak ya da buna imkân sağlayacak koşulların önlenip önlenememesini ise sorgulamadı. Sanki orası katı kuralları bulunan bir devlet kurumu değil, çocukların futbol oynadığı boş arsaymış gibi.
Hapishane idaresi ile gardiyanlara kopyala-yapıştır kararla takipsizlik verilirken, üç çocuğun hapishanede ölümünden yine başka bir çocuk ‘sorumlu’ bulundu.
Çocuk tutuklu R.’ye ‘kasten öldürme, kasten yaralama ve kamu malına zarar vermek’ suçlamalarıyla dava açıldı. R. şimdi üç arkadaşını öldürmekle yargılanıyor.
Duruşmalarda Ferhat’ın annesine anlattığı gibi birçok işkence şikâyeti dile getirildi. Savcılığın soruşturma aşamasında umursamadığı gibi, mahkeme de hapishanede olup biten tüm olumsuzluklardan R.’yi sorumlu tuttu, işkenceleri duymadı.
İki ay sonra da Adana F Tipi Hapishanesinde yangın çıktı. Bu kez ölen olmadığı için sorumlu bile aranmadı (Trabzon E Tipi Hapishanesinde iki yıl önce intihar eden Emirhan Nas’ın ölümü ise, “intihar etmek suç değil” diye kapatılmıştı. Burada da savcılık, çocuğun intiharına sebep olan veya önlemeyen görevlileri ‘suçsuz’ bulmuştu).
Yangınlardan bir yıl önce de, yine Adana’daki hapishanede biri 16, diğer 17 yaşındaki iki çocuk mahpus ailelerine işkence gördüklerini anlatmıştı. Aileleri suç duyurusu yaptı, toplam yedi çocuğu muayene eden Adana Adli Tıp Şube Müdürlüğünden doktorlar çocukların şiddet gördüğünü belgeledi. Dört gardiyana soruşturma açıldı. Sonra? Sonrası takipsizlik.
Çocuklardan 16 yaşında olanın savcılık ifadesinden: “Yanımda üç tane gardiyan vardı, bana ‘Üstünü soyun lan’ dediler. Üstümü soyundum, yarı çıplak haldeyken ellerime copla vurdular. Güya hoş geldin dayağı imiş. Bu uygulamayı herkese yapıyorlarmış. Sağ elimi masaya koydular, ‘Hangi elinle taş attın, elini keseyim mi’ diye biri söyledi. Bundan sonra ikinci müdüre götürüldüm. İkinci müdür bana ‘kaşar’ diyerek hakaret etti. Daha sonra rehabilitasyon bölümüne alındım. Geceleyin kısa aralıklarla iki gardiyan geliyordu. ‘Kalk lan ayağa’ deyip elleriyle yüzümüze vuruyorlardı. İkinci müdür, ‘A… koyarım’ diye küfürler etti. Bir gece burada kaldıktan sonra koğuşa götürüldük. Buraya götürüldüğümüzde de hepimizi dövdüler. Göğsüme üç tekme atıldı. Bir gün sabah sayımı sırasında ben gülümsemiştim. Baş gardiyan, ‘Niye gülüyorsun, s.. git’ deyip tokat vurdu.”
Yazdığım bilgiler, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği / Türkiye Hapishane Çalışmaları Merkezi’nin Çocuk Mahpuslar Raporu’ndan.
Çocukların gülüşüne düşman olanların, bürokraside, yargıda, toplumda nasıl korunduğunu anlatıyor. Geçmiş Dünya Çocuk Hakları Günü’müz kutlu olsun.

Kaynak: Birgün Gazetesi