KHK ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı Selçuk
Kozağaçlı, 19 gündür Silivri Cezaevi’nde özgürlüğünden yoksun. Tek kişilik
tecritte. Televizyonu, radyosu, gazetesi hatta saati bile yok. Sesini
duyurabileceği mesafedeki bütün koğuşlarda FETÖ tutukluları var. “Ara sıra
avukat görüşüne çıkarken sevgili Ahmet Şık’ı, Akın Atalay’ı, Deniz Yücel’i,
Bekir Kaya’yı tesadüfen görürsem mutlu oluyorum. Uzaktan selamlaşıyoruz” diyen
Kozağaçlı, sabahları ve öğleden sonraları hapishane uygulamalarını protesto
eden sloganları ise tek başına attığını söylüyor. Nuriye Gülmen ve Semih
Özakça’nın avukatı olan Kozağaçlı, Soma davası gibi kamuoyunun yakından takip
ettiği pek çok dosyada görev yapıyor. Cezaevinden Cumhuriyet gazetesinin
sorularını yanıtlayan Kozağaçlı, “Avukatlığa başladığım 1995 tarihinden bu yana
hep aynı şeyle suçlandım: İyi, politik ceza davası avukatlığı yapmak” diyor.
-Gözaltı sürecinizden biraz bahseder misiniz? Herhangi bir işkenceye maruz
kaldınız mı?
İşkence kavramı kamu görevlilerinin kamu görevinden aldıkları yetki, güç ve
imkânla görevleri sırasında insanlara fiziksel ve paikolojik olarak şiddet
uygulaması ise gözaltına alınan herkesin işkence gördüğünü kabul etmek gerekir.
Sürekli bir aşağılama ve gerekmediği halde parmak izi, fotoğraf ve biyolojik
örnek almak için saldırma, belirsizlik içinde bekletmek gibi uygulamaların
hepsi işkence sayılmalıdır. Elektrik verip, falaka atılmasıyla ya da kişinin
ifade almak için askıya asılmasıyla sınırlı bir işkence kavrayışından
çıkmalıyız. Tutuklandıktan sonra ise Gülhan Soğaltıcı isimli bir kadına tecavüz
tehdidi veya girişimi yapıldığına ilişkin duyumlar aldım. Bu da çok bilindik
kadına karşı işkence yöntemidir. Yakalama ile başlayan haksızlıkları protesto
etmek için gözaltı boyunca yiyecek kabul etmedim ve hiçbir işleme katılmadım.
Toplu suçlar açısından anayasanın öngördüğü 4 günlük gözaltı süresi dolunca su
almayı da bıraktım. Hukuk dışı KHK’lerin öngördüğü 15 günlük gözaltı süresini
tanımıyorum. Benim için 4 günden sonrası insan kaçırma sayılır. Gözaltının 5.
gününde savcılığa çıkarılarak tutuklandım.
Bekliyorum
-Cezaevinde günler nasıl geçiyor?
Tek kişilik tecritte tutuluyorum. Havalandırmanın da üstü tel örgülerle
kapalı. Televizyonum, radyom, gazetem hatta saatim bile yok. Sesimi
duyurabileceğim mesafedeki bütün hücrelerde 15 Temmuz sonrası paralel devlet
yapılanması örgütü suçlamasıyla tutuklanmış kişiler var. Ara sıra avukat
görüşüne çıkarken sevgili Ahmet Şık, Akın Atalay, Deniz Yücel’i, Bekir Kaya’yı
tesadüfen görürsem mutlu oluyorum. Uzaktan selamlaşıyoruz. Sabahları ve öğleden
sonraları hapishane uygulamalarını protesto eden sloganları tek başıma
atıyorum. Yine avukata gelir giderken de uygulamaları protesto ediyorum. Pek
düzenli yapamasam da periyodik kapı dövme eylemlerine katılıyorum. Okuyorum ve
bekliyorum.
Suçum iyi avukatlık
-Hakkınızdaki suçlamalarla ilgili neler söylemek istersiniz?
Avukatlığa başladığım 1995 tarihinden bu yana hep aynı şeyle suçlandım:
İyi, politik ceza davası avukatlığı yapmak. Bazen bir not bulduklarını, bazen
bir itirafçı çıktığını, bazen soruşturma ve kovuşturmadaki davranışlarımın
istatistiğini yaptıklarını, girdiğim davaları ve hapishanedeki ziyaretlerimi
sınıflandırdıklarını iddia ederler. Ama sonuç olarak suçlama her zaman hükümete
karşı siyasal, toplumsal muhalefetin avukatlığını yapmaktır. Savcıdan
öğrendiğimiz kadarıyla suçlama yine aynı. Her zaman utandıkları için
gizledikleri, bazı büyük suçlarımız bu defa açıkça telaffuz edilmiş. Soma maden
katliamı, Ermenek maden katliamı dosyalarında niye işçi ailelerinin
avukatlığını yaptığımız açıkça bir suçlama olarak önümüze konmuş durumda. En
azından bu utanmazlıkla ilk defa karşılaştığımı söyleyebilirim. Elbette
hükümetler patronların adamıdır. Maden patronları hükümetin böyle bir suçlama
yapmasını ister. Ama açıkça hükümetin ve savcıların ilk defa hadlerini bu kadar
aştığını görüyorum. Nuriye ve Semih’i de başka bir suçlama olarak önüme
koydular. Onları artık bütün dünya tanıyor.
Türkiye’de yargı yok
-Müvekkiliniz Nuriye Gülmen savcının tahliye talep etmesine rağmen
özgürlüğüne kavuşamadı.
Gülmen ve Özakça davası Türk hukuk tarihinin en büyük skandallarından
birisidir. Onlarca kez gözaltına alınmış, haklarında yüzlerce idari para cezası
kesilmiş, zaten adli kontrol altında olan ve asla bu tedbiri ihlal etmemiş
insanların tutuklanması hukuksal değil, siyasal bir ihtiyacın sonucudur.
Direniş karşısında hükümetin çaresizliğini göstermektedir. Haklarında mahkeme
kararı ve hatta hiçbir ciddi suçlama bulunmayan bu insanların İçişleri
Bakanlığı’nın çıkardığı kitapçık ile terörist ilan edilmeye çalışıldığını
görmüştük. Yeni olay ise Adalet Bakanlığı’nın mahkemeye gönderdiği yazıdır. Bu
gibi yazıların mahkemeye gönderildiği bu ülkede yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığından
söz etmek abes olur. Türkiye’de yargı yoktur. Adliye denilen yer kurgusal
görünüm verilmiş, hükümetin idari kararlarının yahut siyasi ihtiyaçlarının icra
ve infaz edildiği binalardan ibarettir