HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu, Mecliste bir basın toplantısı düzenledi.
Gündeme ilişkin konulara değinen Kerestecioğlu, şunları söyledi:
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin 11 yöneticisi dün sabah evleri basılarak gözaltına alındı. Yıllardır Türkiye’de insan sağlığı için emek veren değerli bilim insanları, akademisyenler, tıp doktorlarından söz ediyoruz. Türkiye Menderes döneminde üniversite hocalarına yapılan baskıyı gördü, 1971’de darbeyle üniversitelerdeki ihraçları gördü, 1980 darbesiyle Türkiye’de bilimin ve akademinin nasıl kimliksizleştiğine tanık oldu. Fakat bugün, o dönemleri arar haldeyiz.
Cumhurbaşkanı insan hakları çerçevesinde yapılmış bir açıklamanın ardından bile hemen TTB’yi hedef gösterdi: hekimlerden “terör seviciler” diye bahsetti. Yetmedi, Başbakan Yardımcısı Bozdağ da aynı hakareti sarf etti. Yetmedi, Sağlık Bakanı, İçişleri Bakanı suç duyurusunda bulundu.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de dün TSK’nin Afrin’e saldırısında sivillerin ölümünden endişe duyduklarını söyleyen bir açıklama yaptı. Özellikle kadın ve çocukların hayatlarını yitirmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Birleşmiş Milletler gibi bir kurumun açıklama yaptığı bir konuda Türkiye’deki demokratik güçlerin, bilim insanlarının sessiz kalması beklenebilir mi?
Açabilseler Birleşmiş Milletler sözcülerine de soruşturma açacak noktaya geldi Türkiyeli savcılar. Yalnızca sosyal medyada savaş karşıtı paylaşımlar yaptıkları için 311 kişi gözaltına alındı. Afrin operasyonu başladığı günden bugüne savaş karşıtı açıklama ve eylem yapmak isteyen herkes polis tarafından engellendi! Barış için açıklama yapmak isteyen Barış Blokunun açıklama yapacağı binanın çevresi adeta polis ablukasına alındı.
KENDİ CANIMIZI HİÇE SAYIP BARIŞ DİYORUZ
Hiçbir amaç için, hiç öyle vatan için kılını kıpırdatmayacağını bildiğimiz trollerin, havuz ve yandaş medyasının silahşörlerine karşı kendi canımızı hiçe sayıp barış diyoruz! Biz bu ülkeyi öyle deli gibi seviyoruz ki sadece konuştuğumuz için, sadece yazdığımız için hapishaneye giren de biz oluyoruz, dört ayaklı minarenin önünde vurulan da, Agos’un önünde yerde yatan da…
Bu milletin ekmeğini yiyenler, Avrupa’da bizi şikayet edenler diyorlar. Biz milletin oyuyla gelmedik mi? Bize oy veren insanlar millet değil mi?
Barışsever millet makbul değil, öyle mi! O sahte vatan sözlerini bir kenara bıraksınlar! Hiçbir bedele razı olmadığınız için acı çekiyor bunca insan!
Hala yakınlarının bedenlerine ulaşamayan Cumartesi anneleri de, çocuklarının mezarları bile tahrip edilen aileler de, askerde hayatını kaybeden çocukların aileleri de, 15 Temmuz’da öldürülen gencecik askerler de, tanklara karşı çıkıp darbe girişimini cesaretle önlemek isteyen insanlar da.... Almadığınız önlemler, ayrımcı zihniyetiniz yüzünden öldürülen kadınlar da; istismara uğrayan çocuklar da; kendinize hak gördüğünüz hiç bir şeyi hak görmediğiniz, grevlerini yasakladığınız işçiler de... Kuruttuğunuz nehirler bile acı çekiyor! Üstelik de memleketiniz Rize yakınlarında.
Ama bir tek siz acı çekmiyorsunuz! Acı damarınız kurumuş sadece acıtmak istiyor, bundan besleniyorsunuz!
Eğer bu ülkede mutsuz olan sadece bizler olsaydık, inanın ki “ha tamam” derdim! “Tamam! Biz ayrı düşünüyor ve bundan dolayı mutsuz oluyoruz.” Ama herkes mutsuz. Bütün ülke mutsuz! İktidarı destekleyen de desteklemeyen de...
AFRİN DEMEYİ YASAKLADILAR
Yasaklı kelimeler sözlüğü çıkaracaklar neredeyse. Dün hırsız, katil sözlerini yasakladınız bugün Afrin demeyi! Pendik ilçe binamız yakıldı ve önünde yapılan basın açıklamasında dün ne dedi polisler biliyor musunuz; “Afrin derseniz saldırırız!” Bu ülke hiç bu denli düşük, bu kadar aciz bir siyasete hiç maruz kalmamıştı. Sözden bu kadar korkan bir siyasete, söze bu denli tahammülsüz bir siyasete maruz kalmamıştı!
Bize kongre yaptırmamak için herkesi tutukluyorsunuz! İl ve ilçe başkanlarımız gözaltına alınıyor. Kendileri parti kapatmaya maruz kaldılar ya bu utanca maruz kalmamak için bir parti kapatılmadan nasıl fiilen kapatılır, bunu yapıyorlar. Niğde İl Eşbaşkanımız tutuklandı iki gün önce ve daha onlarcası.
Onu bir örnek olarak söylüyorum çünkü annesi ve eşi hasta olan bir arkadaşımız! Tutuklama eğer delil karartma, kaçma şüphesi varsa yapılan bir uygulamadır. Hakimlere bir kez daha seslenmek istiyorum bir hukukçu olarak; tutuklama bir parti kongre yapamasın diye, bütün örgütü çalışamasın diye talimatla yapılan bir uygulama değildir! Daha kaç ah alacaksınız, kaç ailenin ahı üzerinizde olacak siz işinizi kaybetmeyin diye bilemiyorum! İş kaybedilir ama onur kaybedilirse vay insanın haline diyorum sadece!
Onur demişken size bir paragraf okuyayım; Meclis Başkanının sözleri: "Önceki gün Avrupa Parlamentosunda bir şaşkın milletvekili kendi ülkesini şikayet ediyor, 'Neden bu işlere mani olunmuyor?' diye. Şaşkın, cahil. Bir söz var 'tahsil cehaleti alır ama merkeplik baki kalır.' diye. Bir moda çıktı bir ara, sanatçı denilenler, kuyular kazdılar, oyuncak tabancalar ve tüfekler topladılar ve basının önünde gömdüler. Ne o, 'silahsızlanacağız, barış istiyoruz.' Yok canım.! Bu, bizdeki cihad ruhunu almaktır ve yanlıştır.” Sadece öfkeden beslenen insanlar kategorisinin şahikası.
YALAN ZAMANLARDAYIZ
Geçen hafta Türkiye’den her partiden vekillerle birlikte Avrupa Konseyindeydik. Konsey Genel Sekreterine, Afrin’de sivillerin ölümünden duyduğumuz endişeyi dile getirerek özellikle savaş karşıtı gösterilere karşı hükümetin baskılarına karşı ne yapmayı düşündüklerini sordum. Soru bu kadar basitti. İktidar sahipleri öyle güzel kullanıyorlar ki her şeyi… Siz orada konuşurken, orada asla söylemediğimiz şeyleri söylemişsin gibi çevirme haysiyetsizliğine düşüyorlar. Neden? Çünkü yalan zamanlardayız.
Meclis Başkanından militarist bir erkek siyaseti beklenebilir, kendisi yalnızca yaşı itibariyle değil; zihniyet yapısı itibariyle de eski erkek siyaseti benimsemiş bir siyasetçi; fakat işi hakarete, bir de üstüne savaşı cihatla övmeye vardırması kabul edilemez.
Avrupa Konseyi, 2. Dünya Savaşının ardından savaşın yarattığı yıkımdan alınan derslerle bir insan hakları standartları oluşturmak için kurulmuştur. Türkiye de kurucu üyelerindendir. Şimdi Türkiye, gerçekten Avrupa Konseyinin kurucu üyesi gibi davranacak mı? Onun prensiplerine uyacak mı uymayacak mı? İnsan hakları değerlerini benimseyecek mi?
YALANI BİR SİYASET YAPMA BİÇİMİ HALİNE GETİRDİLER
Yoksa “ilk iktidara geldiğimizde devlet kurumlarını ele geçirmek için bu değerleri kullandık, biz bu değerlere sadık değiliz” deyip çekilecek mi? Avrupa Konseyi insan haklarını denetleyen bir parlamento olarak elbette barışın en çok dile getirileceği yerdir. Afrin’de insan hakları ihlalleri tüm hafta boyunca her siyasi görüşten, her ülkeden milletvekili tarafından dile getirildi. Yalan söylüyorlar! Yalanı, bir siyaset yapma biçimi haline getirdiler.
Birleşik Sol Grup Başkanı Hollandalı parlamenter Tiny Kox, Türkiye’nin başlattığı askeri operasyonun uluslararası hukuku ihlal ettiğini, Afrin’in Türkiye’ye gerçekçi hiçbir tehdit yaratmadığını ifade etti. Erdoğan’ın barış yanlılarına tehdit ve hakaretle yaklaştığını ifade ederek bu yaklaşımı kınadı. Türkiye’yi derhal Suriye’deki askeri müdahalesini, sonlandırmaya çağırdı.
AKP’nin de üyesi olduğu Avrupa Halk Partisi Grubu adına konuşan Romanyalı parlamenter Marian Stroe, sivil insanların bölgede zarar gördüğünü, yaklaşık 800.000 kişinin IŞİD’in barbarlığından kaçıp Efrin’e yerleştikten sonra yeniden kendilerini tehdit altında hissettiklerini söyledi. Cihadist grupların Türkiye’nin gölgesi altında hareket ettiğini ifade etti. Türkiye’nin politik bir sorunu çözmek için askeri araçları kullandığını belirtti.
Sosyalist Grup adına konuşan Estonyalı parlamenter Marianne Mikko, Avrupalıların sadece eleştirmemesi, acilen harekete geçmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’yi Afrin’e saldırmak yerine IŞİD’le mücadele etmeye çağırdı.
Avrupa Liberalleri ve Demokratları grubu adına yapılan konuşmada ise Suriye’deki çatışmaların dışında kalan stabil bir bölge olan Afrin’de Türkiye’nin başlattığı operasyonun bölgedeki barışa zarar verdiğini ve sivillerin korunması için Türkiye’nin hiçbir sorumluluk almadığı ifade edildi.
Konseyde yapılan neredeyse tüm konuşmalar bu minvaldeydi. Savaş karşıtıydı. Türkiye’de edilse artık yıllarca hapis cezasıyla yargılanacak sözlerdi, barış sözleriydi bunlar.
ÖLÜMÜ DEĞİL YAŞAMI SAVUNANLAR SUÇLU
15.12.1978 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda oy birliği ile kabul edilen bildiri “(...) her insan ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin doğuştan barış içinde yaşama hakkına sahiptir”der. Ayrıca Birleşmiş Milletler Halkların Barış Hakkına Dair Bildirisinden ilgili kısım da şöyledir: “Gezegenimizde yaşayan halkların kutsal barış hakları bulunduğunu ilan eder”. Bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 20’nci maddesine göre, “Her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır”
Fakat Türkiye’de uluslararası hukuk ve insan hakları tersine çevrilmiş durumda. Savaş değil barış propagandası yasak; ölümü değil; yaşamı savunanlar suçlu!
Türkiye’nin Afrin’e yaptığı saldırının, Türkiye ve Afrin halklarına zarar vermekten başka hiçbir sonucu olmayacak. Afrin, Suriye iç savaşının merkezi olan Halep’e yakın olduğu için Halep’ten ciddi bir göç aldı. Bugün Afrin’de 1.2 milyona yakın insan; Kürt, Arap, Türkmen, Alevi Kürt, Ortodoks Süryani-Ermeni, Çerkes Kuzey Suriye Federasyonu adı altında bir arada yaşıyor. Bu etnik çeşitliliğin uyum içinde bir arada var olabilmeleri için Afrin’de yerel meclisler oluşturulmuş. Meclislerde herkes temsil ediliyor. Kürtçe, Arapça, Türkçe, Çerkesce, Ermenice ve Süryanice dillerinde anadilinde eğitim veren okullar var. Ekonomik olarak da tarımla ayakta kalıyor.
Komşumuz, Türkiye’de yaşayan
halkların akrabaları Afrin’de demokratik ve eşit bir yönetim kurmuşken ne yazık
ki hükümet Türkiye’deki Kürt yurttaşlarla barış masasını devirdiği gibi
Afrin’de yaşayan halklara karşı da düşman siyaseti izlemeye başladı. Bu
milliyetçi histerinin tek nedeni, AKP’nin devlet içindeki bazı derin güçlerle
işbirliği yaparak 180 derece bir eksen değişikliği yapmasıdır. Erdoğan ve
çevresindekilerin kendilerini güvenceye almak için derin devlet diye anılan
klikle anlaşmasıdır. Bu nedenle, toplumda milliyetçi histeriyi kışkırtmaya,
savaşı kutsamaya başladılar. Savaş yolsuzlukları, usulsüz ihaleleri örter.