17 Mart 2018 Cumartesi

AKP-MHP'nin "Milli İttifakı" Topluma, Çürüme Yozlaşma ve Umutsuzluğu Dayatıyor..!


Bir toplumda bünyesel çürümenin düzeyi, sadece yönetici konumda bulunan büyük mülk ve sermaye sahipleriyle onların politik-askeri vs. temsilcilerinin gerçekleri karartma tutumlarıyla değil, yönetilenlerin buna karşı tutumuyla da belirginlik gösterir. Son yılların ülke, bölge ve dünya “manzaraları”, toplumsal bozulma, çürüme, çöküş belirtilerinin bütün kapitalist ülkelerde büyük bir yığılma oluşturduğunu gösteriyor. Türkiye ise, bu bakımdan hayli üst sıralarda yer alıyor.
Türkiye de kadın kırımı sınır tanımadan sürüyor, neredeyse her gün bir kaç kadın sevgilisi, kardeşi, eşi yada yakını erkek tarafından katlediliyor. Çocuklara yönelik cinsel “taciz” cinayetleri aynı şekilde günlük haber bültenlerinden eksik olmuyor. Yalnız yaşlıları katledip basit ev eşyalarını çalanlar hiçde az değil. Çeşit çeşit kılıklı adamlar televizyon ekranlarına çıkıp 6 yaşında kız çoçuklarıyla evlenilebileceğini söylerken, sözüm ona daha yetkin kurum olduğu ileri sürülen Diyanet adına bu sınırı 9 yaşa çekilebiliyor. Biri, “peygamber terliği” satarak, bir başkası “Reis”ini peygamber ilan ederek, daha başkası kadınların erkekler tarafından şiddete uğramasının “Allah emri olduğu”nu vaaz ederek, kendilerince topluma dini gericilik dayatılıyor. Dur durak yok, çürümenin en kokuşmuş hali sınır tanımadan sürüyor.
Din sosuna bulanmış yalan en yetkin ilişki biçimi ve yönetme “sanatı” haline getirildi. Herhangği bir gazete muhabiri, burjuva iktidarının sözcü ve temsilcilerinin bir günlük ya da bir haftalık konuşmalarını, açıklamalarını, onların izinde yürüyen basındaki “yağdanlık” takımının yazıp söylediklerini izlese, binlerce yalanın ard arda sıralanmasıyla oluşturduğu bir kitap bile çıkarabilir. Kapağına “Yalan sanatı” diye ad da koysa, satış rekorlarına dahi ulaşmak içten değil.
Yalanın, riyakarlığın, ihbarcılığın, “kazık atma”nın, güç önünde takla atmanın, yurttaşların emeğinin ürünü olarak varlık kazanan değerler adına ne varsa üzerinde tepinmenin, yönetici güç tarafından yürütülen politikaların halk kitlelerine zarar verdiğini bile bile onlara övgüler düzmenin geçer akçe olduğu bugünkü gibi dönemler, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir zaman ülke ve halkı yararına sonuçlar doğurmamış, aksine, batmaya, kaosa, iç kargaşa ve çatışmalara sürüklenmenin habercisi olmuşlardır. Tüfeğini alının sokağa çıkıp birilerine sıktığı büyük kentlerin durumu bir veridir. Mafya ve kontrgerilla tetikçileri kentleri haraca kesmekte, sermaye iktidarına muhalefet edenlere karşı “kanlarıyla banyo yapma” tehdidi savurarak terör estirmekte; Ağar-Eken tedrisatından geçmiş gizli servis ve özel kuvvetlerin temsilcileri, “güvenlik uzmanı” adı altında ve devlet korumasında halk kitlelerine, özellikle de Kürtlere karşı psikolojik savaş taktikleriyle „“komando devşirme”ye devam etmektedirler. Türkiye’de, 2016 yılı istatistiklerine göre, her gün en az 48 kasten öldürme davası açılmıştır ve yıl toplamında bu miktar 17 bin 856 dosyaya çıkmıştır. Buna “kim vurduya giden”ler; “terörist ve vatan haini” denerek öldürülenler ekli değildir. Ve, ülkenin başındaki büyük sermayenin temsilcilerinin, “iç savaş” uyarısı yapanlara, “çıkarsa çıksın ezer geçeriz!” yollu büyüklenmeleri, gelecek günlerin “alameti farikası”nı haber vermektedir.
Ülkeyi yöneten Erdoğan ve şürekası, devleti koruma ve kollama adına MHP-Bahçeliyle gidilen milli mutabakat burjuva kesimler açısından bir tür uzlaşı ifadesi olan yasaları dahi geçersiz ilan ettikleri ve kendi politikalarının gayrı-meşruluğunu yasa haline getirdikleri bir dönemden geçiliyor. Askeri politika baş tacı edildi. Efrin gibi küçük bir kente karşı, dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olduğu söylenen bir devletin topyekün saldırısıyla “sağlanan başarı”, baş döndürücü bir manipülasyon silahına dönüştürüldü. “Biz gitmesek onlar geleceklerdi”, “Amaçları Anadoluyu işgal etmekti”; “ DEAŞ’lılar kılık değiştirip PKK-YPG saflarında savaşıyorlar” tetikleyici asparagas haber ve propagandayla Suriye topraklarında sürdürülen savaş için yandaşlık güçlendirilmek isteniyor. Bu, sonrası için de –”bekleyin bakın ne göstereceğiz” türünden tehditler devam ediyor- içerde ve dışarıda bir dayanak, payanda ya da kalkış mevzii olarak kullanılmak isteniyor.
emekçi yığınlar Efrin’in zaptı marşlarıyla “yedeklenmiş”, ekonomik-sosyal ve siyasal saldırıların azalacağını; bunun “milli ve yerli mutabakat için gerekli olduğu”nu düşünenleri hayal kırıklığına uğratan gelişmeler birbirini izliyor. Petrol ve dolayısıyla diğer ürünlerin zamlanması devam ediyor. Savaş harcamalarının vergi ve zam olarak yurttaşların başına yağacağını bilmeyen varsa, saflığına yansın! İşçi ve emekçilere karşı sermaye çıkarlarınca belirlenen politika doğrultusunda sosyal-ekonomik saldırılar hız kesmedi. Umutsuzluğa kapılanların sayısında artış var. Sadece işsiz ya da çok düşük gelir grubunda yer alanların değil, doktor, avukat, mühendis, öğretmen gibi mesleklerden insanlar arasında da sinir hastalıkları ve intihar eylemleri artış gösterdi. Sadece son 3 yılda, iş yoğunluğunun getirdiği strese dayanamayarak ya da iktidar politikalarının yol açtığı umutsuzluk nedeniyle 431 sağlık emekçisi intihar etti. Sadece Şubat 2018 içinde 153 işçi iş cinayetlerine kurban gitti. 47 kadın öldürüldü. Türkiye, cinsiyet eşitsizliği alanında bütün dünyada en kötü ilk dokuz ülkeden biri durumunda.
Türkiye, “askeri zaferler” üzerine marş ve “Reis bizi Efrin’e götür!” isterik sloganlarıyla sahne olduğu büyük çöküntüyü atlatabilir mi, gelecek ve hiç de güzel olmayacağı bugünden bilinebilir olan günlerde göreceğiz. Ama, hemen ve hiç ertelemeksizin, yüz yüze olduğumuz yukarıdaki ve daha ekleneceklerle binleri bulacak ülke sorunlarının yarattığı ağır yüklerin, işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına bindirilmesine karşı yürütülecek bir mücadele, yapılacak işler var. Ülkeyi yönetmekte olan iktidarın içeride ve dışarıda savaşçı bir politikayla “herkesi dize getirme” tutumunda ısrarlı olduğu; ne pahasına olursa olsun iktidarı kimseye bırakmama kararlılığını da her yol, araç ve yöntemle gösterdiği bir dönemde, bütün bu saldırı ve baskı yoğunlaşmasını püskürtmeye hizmet edecek en geniş yığınsal ve politik birleşmelerin/ittifakların ve güç birliklerinin önemi sadece artmamış, acil hale de gelmiştir. Toplumsal çürüme, yozlaşma ve umutsuzluğu darbeleyerek halklar yararına kara bulutları dağıtmanın çaresi de koşulu da halkların birleşik devrimci direnişi örmektir. Başka bir yolda faşist kuşatmayı yarmak güçleşecektir.