Bir toplumda bünyesel çürümenin düzeyi,
sadece yönetici konumda bulunan büyük mülk ve sermaye sahipleriyle onların
politik-askeri vs. temsilcilerinin gerçekleri karartma tutumlarıyla değil,
yönetilenlerin buna karşı tutumuyla da belirginlik gösterir. Son yılların ülke,
bölge ve dünya “manzaraları”, toplumsal bozulma, çürüme, çöküş belirtilerinin
bütün kapitalist ülkelerde büyük bir yığılma oluşturduğunu gösteriyor. Türkiye
ise, bu bakımdan hayli üst sıralarda yer alıyor.
Türkiye de kadın kırımı sınır tanımadan
sürüyor, neredeyse her gün bir kaç kadın sevgilisi, kardeşi, eşi yada yakını
erkek tarafından katlediliyor. Çocuklara yönelik cinsel “taciz” cinayetleri
aynı şekilde günlük haber bültenlerinden eksik olmuyor. Yalnız yaşlıları
katledip basit ev eşyalarını çalanlar hiçde az değil. Çeşit çeşit kılıklı
adamlar televizyon ekranlarına çıkıp 6 yaşında kız çoçuklarıyla
evlenilebileceğini söylerken, sözüm ona daha yetkin kurum olduğu ileri sürülen
Diyanet adına bu sınırı 9 yaşa çekilebiliyor. Biri, “peygamber terliği”
satarak, bir başkası “Reis”ini peygamber ilan ederek, daha başkası kadınların
erkekler tarafından şiddete uğramasının “Allah emri olduğu”nu vaaz ederek,
kendilerince topluma dini gericilik dayatılıyor. Dur durak yok, çürümenin en
kokuşmuş hali sınır tanımadan sürüyor.
Din sosuna bulanmış yalan en yetkin
ilişki biçimi ve yönetme “sanatı” haline getirildi. Herhangği bir gazete
muhabiri, burjuva iktidarının sözcü ve temsilcilerinin bir günlük ya da bir
haftalık konuşmalarını, açıklamalarını, onların izinde yürüyen basındaki “yağdanlık”
takımının yazıp söylediklerini izlese, binlerce yalanın ard arda sıralanmasıyla
oluşturduğu bir kitap bile çıkarabilir. Kapağına “Yalan sanatı” diye ad da
koysa, satış rekorlarına dahi ulaşmak içten değil.
Yalanın, riyakarlığın, ihbarcılığın, “kazık
atma”nın, güç önünde takla atmanın, yurttaşların emeğinin ürünü olarak varlık
kazanan değerler adına ne varsa üzerinde tepinmenin, yönetici güç tarafından
yürütülen politikaların halk kitlelerine zarar verdiğini bile bile onlara
övgüler düzmenin geçer akçe olduğu bugünkü gibi dönemler, dünyanın hiçbir
yerinde, hiçbir zaman ülke ve halkı yararına sonuçlar doğurmamış, aksine,
batmaya, kaosa, iç kargaşa ve çatışmalara sürüklenmenin habercisi olmuşlardır.
Tüfeğini alının sokağa çıkıp birilerine sıktığı büyük kentlerin durumu bir
veridir. Mafya ve kontrgerilla tetikçileri kentleri haraca kesmekte, sermaye
iktidarına muhalefet edenlere karşı “kanlarıyla banyo yapma” tehdidi savurarak
terör estirmekte; Ağar-Eken tedrisatından geçmiş gizli servis ve özel kuvvetlerin
temsilcileri, “güvenlik uzmanı” adı altında ve devlet korumasında halk
kitlelerine, özellikle de Kürtlere karşı psikolojik savaş taktikleriyle
„“komando devşirme”ye devam etmektedirler. Türkiye’de, 2016 yılı
istatistiklerine göre, her gün en az 48 kasten öldürme davası açılmıştır ve yıl
toplamında bu miktar 17 bin 856 dosyaya çıkmıştır. Buna “kim vurduya giden”ler;
“terörist ve vatan haini” denerek öldürülenler ekli değildir. Ve, ülkenin
başındaki büyük sermayenin temsilcilerinin, “iç savaş” uyarısı yapanlara,
“çıkarsa çıksın ezer geçeriz!” yollu büyüklenmeleri, gelecek günlerin “alameti
farikası”nı haber vermektedir.
Ülkeyi yöneten Erdoğan ve şürekası,
devleti koruma ve kollama adına MHP-Bahçeliyle gidilen milli mutabakat burjuva
kesimler açısından bir tür uzlaşı ifadesi olan yasaları dahi geçersiz ilan
ettikleri ve kendi politikalarının gayrı-meşruluğunu yasa haline getirdikleri
bir dönemden geçiliyor. Askeri politika baş tacı edildi. Efrin gibi küçük bir
kente karşı, dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olduğu söylenen bir
devletin topyekün saldırısıyla “sağlanan başarı”, baş döndürücü bir
manipülasyon silahına dönüştürüldü. “Biz gitmesek onlar geleceklerdi”,
“Amaçları Anadoluyu işgal etmekti”; “ DEAŞ’lılar kılık değiştirip PKK-YPG
saflarında savaşıyorlar” tetikleyici asparagas haber ve propagandayla Suriye
topraklarında sürdürülen savaş için yandaşlık güçlendirilmek isteniyor. Bu,
sonrası için de –”bekleyin bakın ne göstereceğiz” türünden tehditler devam
ediyor- içerde ve dışarıda bir dayanak, payanda ya da kalkış mevzii olarak
kullanılmak isteniyor.
emekçi yığınlar Efrin’in zaptı
marşlarıyla “yedeklenmiş”, ekonomik-sosyal ve siyasal saldırıların azalacağını;
bunun “milli ve yerli mutabakat için gerekli olduğu”nu düşünenleri hayal
kırıklığına uğratan gelişmeler birbirini izliyor. Petrol ve dolayısıyla diğer
ürünlerin zamlanması devam ediyor. Savaş harcamalarının vergi ve zam olarak
yurttaşların başına yağacağını bilmeyen varsa, saflığına yansın! İşçi ve
emekçilere karşı sermaye çıkarlarınca belirlenen politika doğrultusunda
sosyal-ekonomik saldırılar hız kesmedi. Umutsuzluğa kapılanların sayısında
artış var. Sadece işsiz ya da çok düşük gelir grubunda yer alanların değil,
doktor, avukat, mühendis, öğretmen gibi mesleklerden insanlar arasında da sinir
hastalıkları ve intihar eylemleri artış gösterdi. Sadece son 3 yılda, iş
yoğunluğunun getirdiği strese dayanamayarak ya da iktidar politikalarının yol
açtığı umutsuzluk nedeniyle 431 sağlık emekçisi intihar etti. Sadece Şubat 2018
içinde 153 işçi iş cinayetlerine kurban gitti. 47 kadın öldürüldü. Türkiye,
cinsiyet eşitsizliği alanında bütün dünyada en kötü ilk dokuz ülkeden biri
durumunda.
Türkiye, “askeri zaferler” üzerine marş
ve “Reis bizi Efrin’e götür!” isterik sloganlarıyla sahne olduğu büyük çöküntüyü
atlatabilir mi, gelecek ve hiç de güzel olmayacağı bugünden bilinebilir olan
günlerde göreceğiz. Ama, hemen ve hiç ertelemeksizin, yüz yüze olduğumuz
yukarıdaki ve daha ekleneceklerle binleri bulacak ülke sorunlarının yarattığı
ağır yüklerin, işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına bindirilmesine karşı
yürütülecek bir mücadele, yapılacak işler var. Ülkeyi yönetmekte olan iktidarın
içeride ve dışarıda savaşçı bir politikayla “herkesi dize getirme” tutumunda
ısrarlı olduğu; ne pahasına olursa olsun iktidarı kimseye bırakmama
kararlılığını da her yol, araç ve yöntemle gösterdiği bir dönemde, bütün bu
saldırı ve baskı yoğunlaşmasını püskürtmeye hizmet edecek en geniş yığınsal ve
politik birleşmelerin/ittifakların ve güç birliklerinin önemi sadece artmamış, acil
hale de gelmiştir. Toplumsal çürüme, yozlaşma ve umutsuzluğu darbeleyerek
halklar yararına kara bulutları dağıtmanın çaresi de koşulu da halkların
birleşik devrimci direnişi örmektir. Başka bir yolda faşist kuşatmayı yarmak
güçleşecektir.