Avrupa'da aşırı sağ ve ırkçı eğilimler
giderek yükseliyor. Ortadoğu'daki savaşlar, neden oldukları büyük göç dalgaları
ve gelir dağılımındaki dengelerin değişmesi, Avrupa'yı da büyük ölçüde
etkiliyor.
Bu gelişmelere daha muhafazakar ve içe
kapanık tepkiler gösteren kıta, hayatlarını Nazilerle mücadele adamış Serge ve
Beate Klarsfeld'i hayli endişelendiriyor.
The Washington Post gazetesinde, azılı
Nazi katillerinin peşine düşen çiftin günümüzdeki faşist eğilimler karşısındaki
görüşlerine yer veriliyor.
Serge ve Beate Klarsfeld yalnızca
Avrupa’nın en ünlü Nazi avcıları değil. Yarım yüzyılı aşkın bir süredir aynı
zamanda kıtanın vicdanının gönüllü bekçileri.
Karı-kocadan oluşan bu ekip çok zor
araştırmalar ve çoğu zaman da cesurca kahramanlıklar göstererek Şam’ın dış
mahallelerinden Bolivya’nın ormanlarına birçok katilin izini sürdü.
Maurice Papon, Paul Touvier ve Lyon
kasabı olarak bilinen Klaus Barbie gibi eski Nazilerin ve Fransız
işbirlikçilerinin yakalanmasını ve hüküm giymesini sağladılar. Ayrıca Nazi gaz
odalarına gönderilen binlerce Fransız Yahudisinin hikayesini belgelediler.
Görevleri adaleti aramanın yanı sıra
çoğu kişinin unutmayı tercih ettiği bir savaşta işbirliği ve suçluluk
konularıyla ilgili Avrupalı bir hesaplaşmayı sağlamak.
1995’te Cumhurbaşkanlığına geldikten
kısa bir süre sonra Jacques Chirac’ın “Aydınlanma ve İnsan Hakları’nın evi olan
Fransa sözünü tutmayıp koruduğu insanları cellatlarına teslim etti” demesi
büyük ölçüde onların etkisiyle oldu.
Ancak bugün 82 ve 79 yaşlarında olan
Serge ve Beate Klarsfeld, Avrupa ve ötesinin durumu konusunda dehşete kapılmış
durumda olduklarını söylüyorlar. Tüm kıtada öncelikle sağcı popülist hareketler
ve şimdi de özellikle genç seçmenlerin desteklediği hükümetler yükseliyor.
Birbirine paralel güçler olan
milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı bir kez daha kamusal alanda kabul
edilebilir hâle gelmiş durumda. Klarsfeldlerin onlarca yıldır koruduğu
günümüzün normlarını değiştirecek şekilde geçmişin gerçekleriyle oynama isteği
Polonya’dan ABD’ye birçok yerde görülüyor.
“Bugünün gençleri açlık nedir bilmiyor.
Savaşı bilmiyorlar,” diyor Serge. “Avrupa Birliği’nin Avrupa’ya ne kadar çok
şey kattığını bilmiyorlar ve önceki neslin bugün sahip olduklarımız için ne
kadar çok çalıştığını bilmiyorlar.”
Klarsfeldler birlikte yazdıkları
hatıralarını yayınlamak üzereler. “Gerçeği Avlamak” adlı kitapta sırayla
duyulan sesleri hem bir evliliğin tarihini hem de ortak bir hedefi anlatıyor.
“İnsanlar genelde çok pasif davranıyor
ve hiçbir şey yapamayacaklarını düşünüyorlar. Ama bir şeyler yapabilirler ve
biz de bir şeyler yapan insanları açıklıyoruz” diyor Serge.
1935 yılında Bükreşli bir Yahudi ailenin
çocuğu olarak dünyaya gelen Serge II. Dünya Savaşının başında ailesiyle
birlikte Fransa’ya taşındı.
30 Eylül 1943 gecesi Gestapo evlerine
geldiğinde aile Nice şehrinde yaşıyordu. Askerler babasını tutuklarken 8
yaşındaki Serge, annesi ve kardeşi, babalarının tam da bu an için hazırlamış
odluğu sahte bir dolabın arkasında saklanmıştı.
Arno’nun onlara söylediği son sözler
“anahtarlarım” oldu. Bu anahtarlarla çıkarken Nazi askerlerin içeride
birilerinin varlığından şüphelenmemesini sağlamak için kapıyı kilitledi.
Arno Klarsfeld Auschwitz’de öldü.
Bunun tam tersi olarak, Beate, Paris’e
taşınıp Serge’le tanışıncaya kadar Holokost hakkında hemen hemen hiçbir şey
bilmiyordu.
1939’da Protestan bir işçi ailesinin
kızı olarak Berlin’de dünyaya geldi. Ailesi 1933 yılında Hitler’e oy vermişti.
Babası daha sonra Alman ordusunda piyade eri olarak görev yaptı. “Küçükken
anaokulumda führer için şiirler okurdum,” diye anlatıyor hatıralarının bir
bölümünde.
Ailesi ise ne savaş sırasında ne
sonrasında Nazizm altında gerçekleşenler için sorumluluk hissetti.
Çift, 11 Mayıs 1960’ta tesadüf eseri
metroda karşılaştığında Serge 24 yaşında bir öğrenci Beate ise 21 yaşında bir
au-pairdi. Birkaç istasyon sonra Serge o zamanlar zar zor Fransızca konuşabilen
Beate’ye bir şeyler söyleme cesaretini toparladı.
Serge’nin hatıralarında yazdığı
şekliyle: “Nazi Almanyası imajıyla yüzleştiğinde, bunu kabul etti. Bu imaja karşı
inkarcılıkla değil ama pozitif eylemle hareket etmek için içinde yükselen
kararlılığı hissedebiliyordum”
Çiftin kariyeri hâline gelecek olan
yolun çerçevesini Serge’nin kişisel deneyimi belirledi. Hatıralarında şöyle
diyor: “Soykırımı bir mucize eseri ve babasının fedakarlığıyla atlatan bir
çocuk o çığlığa sessiz kalsaydı tüm hayatım bir ihanet olmaz mıydı?”
Serge Klarsfeld’in daha önce yazdığı bir
kitap Fransa’dan gönderilen çocuklara odaklanıyordu.
1997 tarihli bir Washington Post
makalesi Klarsfeldler’den “bir ulusun yakasından elin çekmeyen vicdanı” olarak
bahsediyordu.
Ancak Klarsfeldlerin Avrupa’nın önde
gelen Nazi avcıları olarak uluslararası kamuoyunun gündemine oturmasına
Beate’in cesareti yol açtı. 1968 yılında Beate, eski bir Nazi propaganda
görevlisi olan Batı Almanya’nın o zamanki başbakanı Kurt Kiesinger’i kamu oyu
önünde tokatladı.
O ânı hatırlarken yalnızca fırsattan
yararlandığını düşünüyor. “Gözünü tutup doktor istedi.” Bir yıl sonra
Kiesinger’in siyasi kariyeri sona ermişti.
Bolivya’dan Çekoslovakya’ya ve Serge’nin
babası da dahil olma üzere binlerce Yahudi’nin Fransa’dan gönderilmesini
yöneten Adolf Eichmann’ın eski bir asistanı olan Nazi lideri Alois Brunner’in
izini sürmek için gittiği Suriye’ye kadar birçok ülkede tutuklanmış ve
gözaltına alınmış Beate.
Ancak çiftin yakaladığı en önemli
Nazi’nin Barbie olduğu tartışılamaz. 1944 Nisan’ından SS subayı Barbie 44
Yahudi yetimin Fransa’nın doğusunda yer alan küçük Izieu’dan gönderilmesini
istemişti. Ancak ABD istihbarat servisi Marksizm karşıtı faaliyetlerle yardım
karşılığında Bolivya’ya kaçmasına yardım etmişti.
Klarsfeldler 1970’lerde Barbie’nin
yerini öğrenmişlerdi ve 1983’te Fransa’ya iadesi için başarılı lobi
faaliyetleri yürüttüler. İNsanlığa karşı suçlardan hüküm giyen Barbie 1991’de
Lyon’da hapishanede öldü.
Duruşmasının ilk gününe Barbie’nin “Tüm
sorunlarım Madame Klarsfeld Bolivya’ya geldiğinde başladı” dediği iddia
ediliyor.
1960’lardaki Vichy hükümetini
çalışmaları Nazi Almanya’sıyla işbirliğini ilk ortaya çıkaranlardan biri olan
Amerikalı tarihçi Robert Paxton, Paris sokaklarında bugün görülebilen en acı
veren anıtlar olan Fransa’dan zorla gönderilen Yahudi çocukların okuduğu
okulların önündeki siyah plakların Klarsfeldler sayesinde yerleştirildiğini
söylüyor. Paxton’a göre Klarsfeldler “Halka ilişkiler anlamında inanılmaz
yüksek bir etki gösterdiler.”
Başarılarına rağmen Klarsfeldler
kendilerini tebrik etmiyor. Buna vakitleri yok. Serge şöyle diyor: “Hayatımızın
sonuna kadar savunacağımız değerler için savaşıyoruz. Biz öldükten sonra ne
olacağını bilemeyiz.”