Cumhuriyet gazetesinin yayın
politikasının suçlama konusu edildiği, 18’i gazete çalışanı 20 sanıklı davada
karar açıklandı. Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarına ceza yağdı.
CEZALAR
Can Dündar ve İlhan Tanır'ın dosyaları
ayrıldı. Bülent Yener ve Günseli Özaltay hakkında beraat kararı verildi. Akın
Atalay'a "güveni kötüye kullanmak" suçlamasından beraat, "örgüte
yardım" suçlamasından 7 yıl 3 ay 15 gün hapis cezası verildi. Mahkeme 542
gündür tutuklu olan Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay'ın
tahliyesine karar verdi. Tahliye kararı verilen Atalay'a, karar kesinleşinceye
kadar yurt dışı yasağı kararı getirildi. Mahkeme Orhan Erinç hakkında ise 6 yıl
3 ay hapis cezası verdi. Kadri Gürsel hakkında "terör örgütüne
yardım" suçlamasıyla toplam 2 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Mahkeme
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu hakkında "terör
örgütüne yardım" suçlamasından toplam 7 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Aydın Engin hakkında "terör örgütüne
yardım" suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Cumhuriyet Gazetesi
Çizeri Musa Kart hakkında "terör örgütüne yardım" suçundan 3 yıl 9 ay
hapis cezası verildi. Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Hikmet Çetinkaya hakkında
"terör örgütüne yardım" suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi.
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Güray Öz hakkında "örgüte yardım"
suçlamasından toplam 3 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Ahmet Şık hakkında
"terör örgütüne yardım" suçundan toplam 7 yıl 6 ay hapis cezası
verildi. Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki Yayın Yönetmeni Turhan Günay hakkında
her iki suçlamadan da beraat kararı verildi. ByLock suçlaması ile tutuklanıp
daha sonra telefonunda ByLock olmadığı anlaşılarak tahliye edilen Cumhuriyet
Gazetesi Muhasebe Çalışanı Emre İper hakkında 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası
verildi. Mahkeme heyeti ayrıca davada yargılanan tüm tutuksuz yargılananlara
adlî kontrol uygulanmasına karar verildi. Mahkeme heyeti tüm bu kararları,
Kadri Gürsel için oy çokluğuyla, diğer tüm yargılanan isimlerin için ise oy
birliğiyle verdi.
DURUŞMADA NELER YAŞANDI?
1’i tutuklu 18 Cumhuriyet gazetesi
çalışanının yargılandığı davanın sekizinci duruşması İstanbul 27. Ağır Ceza
Mahkemesi heyeti tarafından Silivri Cezaevi Kampüsü’ndeki duruşma salonlarında
görüldü. Duruşmada tutuklu yargılanan Akın Atalay, tutuksuz yargılanan Murat
Sabuncu, Musa Kart, Aydın Engin, Hikmet Çetinkaya, Önder Çelik, Orhan Erinç,
Güray Öz, Bülent Utku, Ahmet Şık, Emre İper, Kadri Gürsel, Hakan Kara, Günseli
Özaltay, Mustafa Kemal Güngör ve Turhan Günay ile avukatları hazır bulundu.
Davanın bugünkü celsesinde, duruşma savcısı Hacı Hasan Bölükbaşı’nın esas
hakkındaki mütalaasında “örgüte üye olmamakla birlikte örgüte yardım” suçundan
7 buçuk yıldan 15 yıla kadar hapsini istediği gazete çalışanlarının
avukatlarının savunmalarına geçildi.
‘BU DAVA KEYFİLİĞİN DELİLİDİR’
Avukat Duygun Yarsuvat esasa ilişkin
savunmasında, iddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcısı Murat İnam ve
iddianameye dayanak oluşturan raporları hazırlayan bilirkişilere ilişkin
beyanlarda bulundu. Cumhuriyet Davasının siyasi nitelikte olduğunu kaydeden
Yarsuvat, davanın gazeteyi susturmak için açıldığını, ceza hukukunun da buna
alet edildiğini savundu. “Davada baştan aşağı keyfilik söz konusu” diyen Yarsuvat,
söz konusu keyfiliğin daha soruşturma aşamasında başladığını kaydetti.
Soruşturma başlatma tutanağındaki keyfiliğe dikkat çeken Yarsuvat, “Soruşturma
tutanağı 18.7.2016 tarihini taşımasına rağmen 7’nin üstü çizilmiş, kalemle 8
yapılmış ve savcı tarafından paraflanmıştır. Bu dava keyfiliğin delilidir.”
dedi.
‘BİLİRKİŞİ BİLAL ERDOĞAN’IN VAKFINDA
ÜYE’
Yarsuvat, iddianameye dayanak oluşturan
bilirkişi raporlarını hazırlayan bilirkişilerin yetkin kişiler olmadığına
dikkat çekti. Yarsuvat, gazete manşetlerini inceleyip rapor yazan Ünal
Aldemir’in Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’ne bağlı 350 öğrencisi bulunan
Ardeşen Yüksekokulu’nda öğretim görevlisi olduğunu ve bilgisayar mühendisi
olmasına rağmen kendini “iletişim uzmanı” olarak tanımladığını anlattı. Yarsuvat,
“Bu şahsın hiçbir akademik titri, çalışması, eseri yoktur. Ama bir vasfı vardır
ki, Bilal Erdoğan’ın vakfında üyedir. Atmış olduğu tweetlerle siyasal iktidarı
desteklediğini göstermiştir. Gazete manşetlerine ile örgüte yardım edildiğini
söyleyen bu kişi, sadece manşetleri okuyup bir sonuca varmıştır.” diye konuştu.
‘MUKTEDİRİ TATMİN ETMEK İÇİN
CEZALANDIRMA’
Bir diğer bilirkişi olan Ahmet
Keçeci’nin Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun olduğunu aktaran
Yarsuvat, Keçeci’nin raporunun adeta bir polis fezlekesi olduğunu söyledi.
Yarsuvat, “Ahmet Keçeci raporunda o kadar ileri gitmiştir ki, benim de kurucusu
olduğum Ceza Hukuku Derneği’nin araştırılması lazım demiştir. Sebebi ise Akın
Atalay’ın derneğe üye olması. Bu kadar algısız bir şekilde rapor hazırlıyor.
‘Yayın faaliyeti dolayısıyla yardım’ deniyor ama o yayınlarda ne var diye
araştırma yapılmamış. Bu davada, suç ve cezada kanunilik prensibi ortadan
kaldırılmak istenmiş ve ceza hukukuna keyfilik getirilmiştir. Buna göre yoldan
geçenlere gül ya da karanfil atmak da suç olabilir. Muktediri tatmin etmek için
cezalandırma kanununun hükümlerini değiştirirsek dürüst yargılamadan uzaklaşır
keyfiliğe gelmiş oluruz. Ortada suç olmadığı için burada bilirkişiye gerek
yoktur. Yayın faaliyetlerinde kanuna aykırı husus varsa Basın Kanunu hükümleri
açıktır. Basın Kanunu’na göre karar verilmesi gerekir. Davanın açılması
keyfidir, muktediri tatmin etmek için açılmıştır. İddianameyi hazırlayan savcı
Murat İnam hakkındaki dava, 17/24 Aralık davalarının birinde telefon dinleme
talebinde bulunduğu için açılmıştır. O da kendini kurtarabilmek için böyle bir
iddianame hazırlamıştır. ” dedi.
‘İDDİANAMEYE VE MÜTALAAYA İTİBAR
ETMEYİN’
Esas hakkındaki mütalaaya ilişkin de
beyanlarda bulunan Yarsuvat, duruşma savcısı Hacı Hasan Bölükbaşı’nın birkaç
yıl önce Cumhuriyet gazetesine Fethullah Gülen’e hakaret gerekçesiyle dava
açtığını hatırlatarak, “Duruşma savcısının bu davadan kurtulmak için
çabaladığını tahmin ediyorum” dedi. Yargılama devam ederken dosyaya birtakım belgeler
geldiğini anımsatan Yarsuvat, “Dosyaya yeni delil gelebilir ancak buna mahkeme
başkanı karar veremez, taraflar talep eder heyet de değerlendirir. Ceza
Muhakemesi Kanunu 2005’ten sonra şekil ve sistem değiştirmiş, iddianamenin
iadesi kanunun getirmiştir. İddianame delil ile gelmezse mahkemenin bunu iade
etme hakkı vardır. Bu böyle iken bir Cumhuriyet Savcısı polisin verdiği belgeyi
hangi cesaretle dosyaya yolluyor? Muktediri korumak için. İddianameye ve
içindeki bilgilere, iddianameyi mütalaa diye sunan savcıya itibar etmeyin.”
diye konuştu. Aydın Engin ile Murat Sabuncu’nun Abant Toplantılarına katılmakla
suçlandığını anımsatan Yarsuvat bu toplantılara Burhan Kuzu, Cemil Çiçek,
Hüseyin Gülerce ve Fehmi Koru’nun da katıldığını kaydetti. Yarsuvat, heyetten
adil ve dürüst bir karar beklediğini belirterek, Atalay’ın tahliyesini, bütün
sanıkların beraatini talep etti.
‘GÖREVİMİ OBJEKTİF YAPTIM’
Yarsuvat’ın savunmasının ardından savcı
Hacı Hasan Bölükbaşı söz aldı. Yarsuvat’ın “Duruşma savcısının bu davadan kurtulmak
için çabaladığını tahmin ediyorum” sözüne ilişkin konuşan savcı Bölükbaşı,
“Meslek hayatım boyunca verilen görevi yapmam, yapamam demedim hiçbir göreve de
talip olmadım. Verilen görevi objektif, tarafsız olarak yaptım” dedi.
‘GİZLİLİK KARARI AVUKATLARA GETİRİLDİ’
Avukat Abbas Yalçın, esasa ilişkin
savunmasında adil yargılama ihlallerinden bahsetti. İddianameye dayanak
oluşturan bilirkişi raporunu kaleme alan Ahmet Keçeci’nin yalnızca sanıkları
değil, sanıkların ailelerini de araştırıp soruşturduğunu söyleyen Yalçın,
“Delilden sanığa değil, sanıkları toplayıp onlardan delile gidilmiştir” dedi.
Soruşturmaya getirilen gizlilik kararı sebebiyle avukatların aylarca bilgi
alamadığını kaydeden Yalçın, “Avukatlar olarak soruşturma başladığında değil
dosya içeriğine savcılık koridoruna bile giremezken savcılık kendi seçtiği
medyaya müvekkillerin bütün bilgilerini sızdırdı. Biz dosyanın ne olduğunu
bilmezken Anadolu Ajansı’nda dosyanın tüm ayrıntıları çıktı. Savcılık
koridoruna giremediğimiz için iddianameyi Sabah gazetesinden öğrendik. Hatta
fantastik bir şekilde iddianameyi değil iddianamenin taslağını yayınladılar.
Yine 24 Temmuz’daki ilk duruşmanın sonunda yalnızca savcıda olması gereken
mütalaa Sabah gazetesinde yayınlandı. Fakat yine suç duyurusunda bulunulmadı.
Bizim bu 18 aylık süreçte anladığımız, ‘gizlilikten’ anlaşılan tek şey dosyayı
avukatlara gizlemek onun dışında medyaya servis etmek. Hem savcılığın hem de
Adalet Bakanlığının bundan utanç duyması lazım” ifadelerini kullandı.
‘İDDİANAME ÇÖP DEMİŞTİK, AZ DEMİŞİZ’
Gazete çalışanlarının üç ayrı terör
örgütüne yardımla suçlanacağının ve bütün gazetenin tutuklanıp götüreceğinin
hiç akıllarına gelmediğini ifade eden Avukat Tora Pekin, “24 Temmuz'dan bugüne
iddianameden, bu suçlamalardan geriye hiçbir şey kalmadı. On bin sayfa çöp
demiştik, az demişiz. O kadar çok anlattık, o kadar ayrıntılı anlattık ki...
Üstelik beraat gibi bir düşünce aklımızın kıyısında olmadığı halde hala da
anlatıyoruz. Sanırım gerçeğe duyulan inançla ilgili bir şey bu, başka türlü açıklayamıyorum.
Arşiv yalan söylemez ve biz aslında artık sadece arşive konuşuyoruz.” dedi.
‘SAVCILIK HABERLERİN İÇERİĞİNE BAKMAKTAN
KAÇINDI’
Davanın konusunun gazetenin yayın
politikası olduğunu hatırlatan Pekin, savcılığın suç unsuru sayılan haber ve
yazıların ne olduğuna bakmaktan kaçındığını ifade ederek, “Hangi yayın, hangi
ifade, niçin hukuka aykırı, bununla terör yardım suçu nasıl işleniyor? Bu yok.
Savcılık bu incelemeyi asla yapmıyor. Nedeni çok açık. Yaptığı anda, bunların
hiçbirinde gazetecilik dışında bir şey görülmeyecek. Tek bir haberimizde,
yayınımızda şiddeti öven, öneren, ifade özgürlüğüne müdahale gerektiren tek
kelime gösteremeyeceksiniz. Çünkü yok. Örneğin savcılık, ‘Nusaybin yerle bir’
başlığı ile verdiğimiz haberimizi teröre yardım diye dosyaya koymuş. Haberin
fotoğrafı her şeyi anlatıyor. Kent yıkılmış, haber bu. Haberin ayrıntılarında
tek bir sözcük fazlalık yok. Neyse o anlatılmış. Nusaybin Türkiye'de değil mi?
Nusaybinliler bizim yurttaşlarımız değil mi? Savcılık rahatsız oluyor. Savcılık
rahatsız olmasın diye, Nusaybin kentsel dönüşüme girdi mi yazsaydık?” diye
sordu.
‘İKTİDAR MEDYASINDA ‘HABER’,
CUMHURİYET’TE ‘TERÖRE YARDIM’
İddianameye konulan röportajların
yapıldığı dönemin çatışmasız bir dönem olduğu, sadece Cumhuriyet gazetesinin
değil, hemen bütün gazetelerin benzer röportajlara sayfalarında yer verildiğini
hatırlatan Pekin, “Savcılığa göre bunlar iktidar medyasında yayımlandığı zaman
haberdir. Cumhuriyet'te yayımlandığında ise teröre yardımdır. Bu yaklaşımın
hukuka uyan bir yanı yoktur.” dedi. Ortak manşetlere ilişkin de beyanlarda
bulunan Pekin, “Bizim iki başlığımızın tek bir gazeteyle aynı olması tesadüf
olamazmış, 10 gazetenin attığı aynı manşetler olağanmış. Bu noktada sadece aynı
anda iki konuyu birden açıklayan bir 'pişti' örneği vereceğim. İddianamede
delil olarak gösterilen haberlerden biri de ‘O savcılar gitti’ başlıklı haber.
Haberin spotu konusunu da anlatıyor. ‘Üyeleri değişen HSYK 1. Dairesi,
Ergenekon, Balyoz ve 17 Aralık'ı yürütenleri dağıttı.’ Savcılığa göre bu haber
Cumhuriyet'in FETÖ'ye yardım ettiği davalardan biri. Niye öyle onu bilmiyoruz.
17 Aralık soruşturmasıyla ilgili olması yeterli. Akit ve Vatan gazeteleri bu
haberi ‘O savcılar gitti’ başlığıyla duyurmuş. Herhalde savcılık bu başlıkları
gördükten sonra Cumhuriyet'i Akit'le ve Vatan'la ortak manşet atmakla
suçlamayacaktır. Yine savcılık bu haberleri yapan Akit ve Vatan'ı teröre
yardımla suçlamayacaktır.” şeklinde konuştu.
‘DÜN NEREDEYSEK BUGÜN DE ORADAYIZ’
2014'te Cumhuriyet adına yapılan AYM
başvurusunun yargılama sürerken sonuçlandığını aktaran Pekin şöyle devam etti:
“2014'te yaptığımız başvurunun konusu Fethullah Gülen'in gazeteye açıp
kazandığı bir manevi tazminat davası. O tarihte her ne kadar AKP-Gülen iktidar
kavgası başlamışsa da henüz ortada FETÖ/PDY kavramı olmadığı gibi, Gülenci
savcı ve yargıçlar tüm yargı birimlerinde çok güçlüler. Cumhuriyet de yıllardır
olduğu gibi sürekli Gülen'in ya da destekçilerinin açtıkları davalarla
uğraşıyor. Bazen kazanıyoruz. Bazen kaybediyoruz ama Gülen'e karşı ciddi bir
koruma kalkanı oluğunu da görüyoruz. Bana AYM'ye git talimatını verenler kim?
Gazetenin imtiyaz sahibi Orhan Erinç, gazetenin hukuk müşaviri avukat Akın
Atalay. Sene 2014. Bugünse huzurda sanık yapılmış durumdalar. AYM’ye
başvurmamıza sebep davada şikayetçi ve katılan mağdur Fethullah Gülen, diğer
mağdur Recep Tayyip Erdoğan. Sanık Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı. Suçlama
konusu; tek bir cümle. Yazarımız Orhan Bursalı'nın Balyoz davası için söylediği
‘RTE/FG iktidarı ortaklaşa bu siyasi sahtekarlığı tezgahladı’ cümlesi. Savcı
Hacı Hasan Bölükbaşı Cumhuriyet gazetesine 2013'te FETÖ tarafından el konduğunu
iddia ediyor ama gerçekte yürüttüğü, andığım bu soruşturma nedeniyle bizzat
kendisi tanık. Cumhuriyet suç tarihi olarak gösterilen 2013'te ve sonrasındaki
yayınlar nedeniyle Fethullah Gülen'in hedefinde. Sayın savcı biliyor, görüyor.
Cumhuriyet, 2014'te kendisinin de basın savcısı olarak katkısının olduğu, bizim
sanık yapıldığımız bu davalardan, Fethullah Gülen'e yönelik bu koruma
kalkanından kurtulmak için AYM'ye bireysel başvuru yapıyordu. Savcı bey dün tam
da 2013'te bizi Fethullah Gülen'e hakaret etmekle suçluyordu. Bugün 2018'de
fikir değiştirmiş, Gülen'in 2013'te gazetemize el koyduğunu iddia ediyor. Bu
suç şebekesine yardım etmekten cezalandırılmamızı istiyor. Fikir değiştirmiş
dedim. Biz bize göre Gülen'le ilgili ne söylenmesi gerekiyorsa onu söylüyorduk.
Savcılığınıza göre ise Gülen'e hakaret ediyorduk. Bu kararın altında
Bölükbaşı'nın imzası olmasa da bunu burada anlatırdık. Sonuç olarak İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın işlemleri bunlar. Kişiyle kaim değil. Ama kısmet
işte bula bula aynı savcıyı, savcımız Hasan Bölükbaşı'nı buldu. Savcımız
2013'te Gülen'e hakaret ediyordunuz diyordu, bugün ise burada şu anda 2013'te
Gülen gazetenize adeta el koydu diyor. Kim inanır buna? Siz inanıyor musunuz?
Biz dün neredeysek, bugün de oradayız. Orası da gazetecilik.”
‘YARGILANMAYA ALIŞKINIZ AMA ÇOK İYİ
HESAP SORARIZ’
Avukat Fikret İlkiz, yayın politikasını
değiştirdiği gerekçesiyle sanık olarak yargılanan çalışanların
cezalandırılmasını isteyen savcıyı eleştirerek savunmasına başladı: “Bir
sonraki davada nasıl savunma yapacağımızı Savcılık makamına sormadığımız için
suçlanıp yargılanabiliriz… Çünkü Savcılık meğer önceki Cumhuriyet’i ne kadar
çok seviyormuş ve bir o kadar da kendince ayırım yaptığı şimdiki Cumhuriyet’e
ne kadar kızgınmış, haberimiz olmamış. Çünkü Savcılık gazeteciliği ve basın
özgürlüğünü ne kadar iyi biliyormuş ki; meğer çizdiği sınırlar içinde
gazetecilik yapılırsa suç değil, gazetecilik ve basın özgürlüğü oluyormuş ve
çizmeyi aşmadığımız takdirde yayın çizgisi değişmemiş oluyormuş da Cumhuriyet
gazetesi mensupları bilmiyormuş… Haberin nasıl yazılacağını Savcılardan
öğrenmeye hiç niyetimiz olmadığı gibi, öğretiriz de. Nasıl yargılanacağımızı
biz biliriz ve nasıl savunma yapmamız gerekirse; inandığımız hukuki değerler
üzerinden yaparız. Dün kimselere sormadık, yarın da sormayacağız. Akılda kalsın
diye söylüyoruz.
Belki şöyle dersek akılda daha kalıcı
olur…Yargılanmaya, öldürülmeye, bombalanmaya alışkınız, ama çok iyi hesap
sorarız, alışınız.”
‘GAZETECİ YARGIDA MESLEKTAŞININ DEĞİL
ÇAĞININ TANIĞIDIR’
İlkiz, Cumhuriyet Gazetesinin geçmişten
bugüne birçok kez yargılandığını anımsatarak, “Cumhuriyet Gazetesi savcılar ne
mahkemeler ne yargıçlar ne davalar gördü. Geldiler ve gittiler, unutuldular.
Savcıların, yargıçların, mahkemelerin adları birer birer unutuldu.
Unutulmayanlar var, onları biz biliriz ve Türkiye hukuk tarihinde aldıkları
yeri unutturmayız. Ama Cumhuriyet gazetesi gazetecilerinin adları hiç
unutulmadı, kendi istekleriyle Cumhuriyet Gazetesini terk edenler ve adlarını
unutturanlar dışında… 1924 yılında yola çıkan Cumhuriyet treni yoluna devam
ediyor ama bazı gazeteciler kendi istekleriyle münasip istasyonlarda indiler…
Başka istikametlerin trenlerine bindiler ve gittiler. Bir de münasip
istasyonlarda inenler var ve Cumhuriyet treninin kompartımanlarında onların da
adları yazılı. Kim olduklarını biz biliyoruz. Savcılar bunları yeni keşfediyor.
Bir demeç mi verdiler Cumhuriyet’i kötüleyen, rağbet gösteriyorlar. Hemen tanık
yapıyorlar ve Mahkemeye dinlenmeleri için yazı gönderiyorlar. Kimileri ise
gazeteci meslektaşlarını gammazlamakla meşguller. Alıcısı var, savcılar değilse
bile medyada satılık malları var ve alıcı buluyorlar. Şimdiki yargılamalarda
bunlara ne iş yaparsınız diye Mahkemelerde sorulunca kendilerine ‘gazeteci’
diyorlar ama değiller. Çünkü şimdi bunlara ‘tanık’ deniyor. Yargı üzerine
yargılarda bulunup yazılar yazmasını bilirler ama ‘tanık’ olarak
çağrıldıklarında yazdıkları dilekçelerle huzura gelirler, notlarını Mahkemeye
vermeye kalkarlar ve şimdilerde Mahkemeler de bu tip ‘tanıkları’ dinler(!)
Gazeteciler tanıktır ama gazeteciler gazeteciliğin tanığı değildir, olamazlar.
Gazeteciler insanların ve zamanda olanların tanığıdır. Eğer gerçekten
gazeteciyseler yargıda kendi meslektaşlarının tanığı olamazlar. Gazeteciler
çağın en büyük tanığıdır. Olayları saptıranlar da vardır. Bunlar ne tanık ne de
gazetecilerdir.” dedi.
‘DEVLET İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KORUMAKLA
YÜKÜMLÜDÜR’
“İfade özgürlüğü düzene uygun kafalar
yetiştirmek amacıyla iddianame düzenleyicilerinin, imzacılarının eğip
bükebileceği değiştireceği bir hak değildir.” diyen İlkiz, devletin ifade
özgürlüğü hakkını korumakla yükümlü olduğunu söyledi. İlkiz, “Devlete ifade
özgürlüğü hakkı vermek suretiyle yeni bir rejim yaratmayın. Bu baskıdır ve
hakkı olmayan bir hakkı Devlete vermek endişe vericidir. Reddediyoruz. Biz
Cumhuriyet gazetesi olarak basın özgürlüğüne inanırız. Sorgularız, eleştiririz,
sert eleştiririz. Özü itibariyle ileri sürdüğünüz suçlama ‘basın ve düşünceyi
açıklama özgürlüklerinin arkasına sığınarak’ basın ve düşünceyi açıklama ve
yayma özgürlüklerini kullananları suçlamak ve cezalandırmak ve artık baskı
uygulamak istiyorsunuz. Bunun için Türk Ceza Kanunun ve ceza mevzuatını
kullanmak istiyorsunuz. Çok yanlış bir yola girmek üzeresiniz ve aslında böyle
yapmak için çaba sarf ediyorsunuz. Basın özgürlüğünü böyle bir anlayışa mahkûm
edemezsiniz. Bu ülkenin gazetecileri düşmanınız değildir. Onlara duyulan
husumeti ceza yargılamasına çevirmeniz ve Cumhuriyet gazetesi üzerinden böyle
bir zihniyete memleket basınını sürüklemeye çalışmanız imkansızdır. Cumhuriyet
gazetesine dair suçlamalarınızı basın yayın özgürlüğünü suçlayarak
yapamazsınız.” ifadelerini kullandı.
‘İTHAM EDİYORUZ’
İfade özgürlüğünün ve basın özgürlüğünün
sınırının, başka hak ve özgürlüklerin sınırı olmadığının altını çizen İlkiz
suçlamanın delil olmadığını belirterek şöyle devam etti: “Cumhuriyet gazetesi
olarak biz sınırın ne olduğunu biliriz. Yıllardır bu sınırı bilerek yayın
yapılmaktadır. Gerekirse sınırı aşarız. Ama karar Cumhuriyet gazetesinin
kararıdır. Gerekçemiz kamuoyunu aydınlatmaktır. Çünkü insanların gerçekleri
öğrenme hakkı vardır. Cumhuriyet gazetesi herkesin ifade özgürlüğü hakkını
sağlamak için basın özgürlüğünün sağlanmasındaki yerini belirlemiştir.
Kamuoyunun, gerçeklerin, halkın gerçekleri öğrenme hakkının gözü kulağı, bekçi
köpeğidir. Bu hakkın önünde sınır yoktur. Biz Cumhuriyet gazetesi olarak nasıl
sınırları aşmadan yayın yapmasını biliyorsak; sınırları aşmaya karar
verdiğimizde de nasıl aşacağımızı ve başımıza ne geleceğini biliriz. Mahkemeniz
mahkûmiyet kararı verecektir. Bu Cumhuriyet gazetesi mensuplarının gerçeğidir,
kaderi değildir. Tarihi yazanlar, gerçekleri yazar. Tekrarlıyoruz ve 13 Ocak
1898 yılında söylenenleri söylüyoruz ve bu savunmayı şöyle bitiriyoruz.
Soruyoruz, itham ediyoruz ve suçluyoruz. Gazeteciler hakkındaki bu iddianame ve
esas hakkındaki görüş hiçbir hukuksal değer taşımamaktadır. Bir insanın
böylesine bir suçlama yazısı üzerine hüküm giymesi söz konusu olursa bu,
adaletsizliğin mucizesidir. Bu davada gazetecilerin, gazeteci olması suçtur.
Cumhuriyet Gazetesinin bizatihi kendisinin var olması suçtur. Şimdi daha büyük
bir kesinlikle yineliyorum: Gerçek yürüyor ve onu hiçbir şey durduramayacaktır.
Herkesin aldığı durum bugün açıkça belli olduğuna göre, bitti sanılıyor ama
dava ancak bugün başlamıştır. Bir yandan gerçeğin gün ışığına çıkmasını
istemeyenler, öte yanda her şeyin aydınlanması için yaşamlarını vermeye hazır olan
adalet severler, gazeteciler ve avukatlar, muhasebeciler, yöneticiler ve
Cumhuriyetin gazetesi cumhuriyet gazetesi mensupları. Bu davada gazeteciler
daha önce söylediler, tekrarlıyoruz… Gerçeği yeraltına kapatmayın. Ve bütün bu
söylediğimiz sözlerin özü: J’Accuse! / İtham Ediyoruz!”
‘KÖTÜLÜĞÜN AZALMASI İÇİN MÜCADELE
EDECEĞİZ’
Avukatların esas hakkındaki
savunmalarının ardından sanıklara son sözleri soruldu. Akın Atalay,
“Heyetinizin kararı ne olursa olsun bilinmesini isteriz ki kötülüğün büsbütün
ortadan kaldırılmasına gücümüz yetmese de kötülüğün azalması için son anımıza
kadar mücadele edeceğiz” dedi. Kadri Gürsel, “Kolay değil. Neden kolay değil,
farkındayım. Neye göre karar vereceksiniz. Bizi buraya getirip yargılamayı
getirecek hiçbir delil yok. İçi boş dosyalar arkanızda duruyor. Bunun için zor.
Bu aklınıza ve vicdanınıza sığınıp ona göre karar vereceksiniz. Bu açıdan
işinizin kolay olduğunu düşünüyorum. Biz burada gazeteciliği savunduk.
Gazeteciliğin suçlandığı bir dava olarak tarihte yerini alacaktır Cumhuriyet
davası. Başımız dik olarak gideceğiz ve gazeteciliğimizi yapacağız. Her ne
kadar demokrasinin olmadığı bir ortamda gazetecilik yapmak ne kadar zor olsa
da” diye konuştu.
‘GAZETECİLİK SUÇ DEĞİLDİR’
Güray Öz, “Cumhuriyet gazetesini terör
ile ilişkilendirmek insan aklıyla alay etmektir. Umarım böyle bir şey
yapmazsınız” dedi. Musa Kart, “Bu dava ile ömürlerimizden aylar yıllar çalındı.
Ama ülkenin geleceğine dair umudumuzu çalamadılar.” dedi. Murat Sabuncu,
“Özgürlük çok güzel bir şey. İnsan kaybedince daha iyi anlıyor. Benim mesleğim
doğruları söylemeyi gerektirir. Gazetecilik suç değildir. Her koşulda
gazetecilik yapmaya devam edeceğiz” dedi.
‘ASIL SİZ TESLİM OLUN’
Ahmet Şık son sözünde, “Şekil itibariyle
son söz olabilir ancak bu daha başlangıç. Siyaset, bürokrasi, yargı ve medyanın
kimi mensuplarından oluşan bir çetenin hayata geçirdiği bu komplonun niyeti ve
amacı en başından belliydi. Demokrasi, barış, özgürlük ve eşitliğe inanan
hukukun üstünlüğünü savunanlara diz çöktürtmek, yaratılan ibret dalgasıyla tüm
toplumu teslim almak, tüm yaşamı boyuncu hukuksuzlukların, hak ihlallerin
karşısında duranlar adına ilk günden bu yana söylediğimizi tekrarlayarak bu ve
bu çeteye benzerlerine hak ettikleri yanıtı verelim. O halde asıl siz teslim
olun” ifadelerini kullandı.
Aydın Engin ise, “İlk duruşmada
heyetiniz bana 007 James Bond benzetmesi yapmıştı. James Bond majestelerinin
hizmetindedir ben halkın. Farkımız bu. Ben halkın ajanıyım. Gizli tutulmak
istenenleri, çevirilen dolapları halka iletmekle görevliyim. Sekiz duruşma
sonra kalan hislerim şu, halkın haber alma hakkı engellenmek isteniyor. Size
haber alma hakkını engellemeye engel olmak düşüyor. Size bu konuda yardımcı
olamam. Bunu tek başına yapacaksınız” dedi. Mustafa Kemal Güngör de son sözünde
Montesquieu‘ye atıf yaparak, “Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma yapılan
haksızlıktır. Bu haksızlığa son verin. Zira adaletin olmadığı bir ülkede hiçbir
şey yok demektir.” dedi. Yargılanan diğer sanıklar ise önceki ifadelerini
tekrar ettiklerini belirtti. Mahkeme heyeti, kararını açıklamak üzere duruşmaya
saat 20.30'a kadar ara verdi.
Kaynak:Cumhuriyet