Uluslararası Af Örgütü’nün (UAÖ) yayımladığı yeni rapor, Türkiye’de artarak
devam eden baskıların insan hakları savunucularının yürüttüğü hayati
çalışmaları engellediğini ve toplumun çeşitli kesimlerinin devamlı korku içinde
yaşamasına neden olduğunu ortaya koyuyor.
“Fırtınaya Göğüs Germek: Türkiye’deki korku ikliminde insan haklarını
savunmak” başlıklı rapor, Türkiye’de bir dönem son derece aktif ve bağımsız
olan sivil toplumun büyük kısmının devam eden olağanüstü halden ciddi derecede
etkilendiğini gösteriyor. Rapora göre ülkenin dört bir yanında görülen
baskılar, kitlesel tutuklamalar ve ihraçların yanı sıra hukuk sisteminde
boşluklar yaratılmasına ve tehdit, taciz ve hapis cezalarıyla insan hakları
savunucularının susturulmasına yol açtı.
UAÖ Avrupa Direktörü Gauri van Gulik, rapora ilişkin değerlendirmesinde
“Gazetecilerin ve aktivistlerin cezaevine konulması manşetlerde yer almış
olabilir, ancak Türkiye’deki baskıların toplumun genelinde yarattığı ve
derinlere işleyen etkiyi ölçmek zor. Fakat bu yaşanan gerçekliği değiştirmiyor”
dedi. Van Gulik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türkiye yetkilileri olağanüstü hal bahanesiyle kasten ve sistemli bir
şekilde sivil toplumu dağıtıyor, insan hakları savunucularını hapsediyor,
dernekleri kapatıyor ve bunaltıcı bir korku iklimi yaratıyor.”
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında geçici ve istisnai bir önlem olarak
ilan edilen olağanüstü hal, geçen hafta yedinci kez uzatıldı. Olağanüstü halin
yürürlükte olduğu dönemde ifade özgürlüğü, kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil
yargılanma hakkı önemli ölçüde yıpratıldı. Bu yaşananlar, sağlıklı bir toplumun
son savunma hattı olan insan hakları savunucularının çalışmalarında bir
kırılmaya neden oldu.
Türkiye çapında kamusal alandaki gösterilere yönelik genel yasaklarla
toplanma ve örgütlenme özgürlüğü hakkı kısıtladı. Bu süreçte 100.000’den fazla
kişi cezai yargılamalarla karşı karşıya kaldı ve en az 50.000’i tutuklu olarak
yargılanıyor. 107.000’den fazla kamu çalışanı bir anda görevlerinden ihraç
edildi.
Keyfi gözaltılar, tutuklamalar ve yargılamalar
UAÖ Türkiye Şubesi Onursal Başkanı Taner Kılıç da dahil olmak üzere ülkenin
önde gelen insan hakları savunucuları ve gazeteciler, asılsız “terör”
suçlamalarıyla tutuklandı. Ancak bu kişilerin tutuklulukları buzdağının
yalnızca görünen kısmı.
Terörle mücadele yasaları ve darbe girişimi ile ilişkilendirilen asılsız
suçlamalar, barışçıl ve meşru muhalefeti hedef almak ve susturmak için
kullanılıyor. Önde gelen gazeteciler, akademisyenler, insan hakları
savunucuları ve diğer sivil toplum aktörleri keyfi gözaltılarla, tutuklamalarla
ve yargılamalarla karşı karşıya kalabiliyor. Adil olmayan yargılamalar sonucu
suçlu bulundukları taktirde ise uzun süreli hapis cezalarına mahkum edilebiliyorlar.
Şubat ayında gazeteciler Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan ve Mehmet Altan,
yalnızca gazetecilik faaliyetleri nedeniyle “anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs
etmek” ile suçlanarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edildi.
Aynı ceza sosyal medyada, panellerde ve köşe yazılarında ifade ettiği eleştirel
yorumları nedeniyle insan hakları alanında çalışmalar yapan avukat ve köşe
yazarı Orhan Kemal Cengiz’e de verilebilir. Cengiz’in 11 Mayıs’taki
duruşmasında karar çıkması bekleniyor.
UAÖ’ye konuşan insan hakları savunucusu Dr. Şebnem Korur Fincancı ise,
tutuklanma ihtimaline karşı evde küçük bir çantasını hep hazır bulundurduğunu
söylüyor. İnsan Hakları Derneği Genel Sekreteri Osman İşçi, “Amaç, korku
iklimini muhafaza etmek. Polis tarafından gözaltına alındığınızda aileniz için
çok korkuyorsunuz. Hepimiz korkuyoruz… Bu durum keyfi, öngörülebilir değil,
etkin bir biçimde itiraz edemediğimiz için de cezasızlık söz konusu”
değerlendirmesinde bulundu.
Muhalefet gözdağı verilerek susturuluyor
Muhalefete yönelik baskıların, ifade özgürlüğü üzerinde ülke çapında
ürkütücü bir etkisi oldu. Avukat ve insan hakları savunucusu Eren Keskin de bu
baskıdan en çok etkilenenlerden biri. 140 ayrı davadan yargılanan, yurtdışına
seyahat yasağı bulunan ve daha önce verilen hapis cezalarıyla ilgili temyiz
kararlarını bekleyen Keskin, “Görüşlerimi özgürce ifade etmeye çalışıyorum ama
herhangi bir şey söylemeden ya da yazmadan önce iki kere düşünmem gerektiğinin
oldukça farkındayım” diyor.
Türkiye’nin Kuzey Suriye’de Afrin’e yönelik askeri operasyon başlattığı 20
Ocak 2018 tarihinden bu yana operasyona dair itirazını dile getiren yüzlerce
kişi hedef alındı. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 26 Şubat itibariyle
Afrin’le ilgili olarak 845 kişi sosyal medya paylaşımları nedeniyle gözaltına
alındı, 643 kişi adli kovuşturmaya uğradı ve 1.719 adet sosyal medya hesabına
yönelik soruşturma başlatıldı.
İnsan hakları aktivisti Ali Erol, savaş karşıtı etiketler kullanarak
Twitter’da bir zeytin ağacı resmi paylaşmasının üzerine polis
Mart ayında 20’den fazla öğrenci, üniversite kampüsünde düzenlenen savaş
karşıtı bir protestoya katıldıkları gerekçesiyle polis tarafından gözaltına
alındı. Daha sonra 10 öğrencinin tutuklu yargılanmasına karar verildi.
Sivil Toplum Kuruluşları kapatılıyor ve gruplar ötekileştiriliyor
Olağanüstü hal döneminde 1.300’den fazla sivil toplum kuruluşu, “terör” ile
bağlantılı oldukları gerekçesiyle tamamen kapatıldı. Kapatılan kuruluşlar
arasında cinsel ve toplumsal cinsiyet kimliğine dayalı şiddetten sağ kalanlar,
engelliler ve çocuklar gibi grupları desteklemek üzere geçmişte çok önemli
çalışmalar yürüten kuruluşlar da bulunuyor.
Van Kadın Derneği (VAKAD) kurucularından Zozan Özgökçe “Şiddetten sağ kalan
kadınlara danışmanlık ve destek sağlanması alanında artık çok büyük bir
eksiklik var. Bu çok zoruma gidiyor” dedi
Van Kadın Derneği (VAKAD), Türkiye’nin doğusunda ulaşılması zor kırsal
bölgelerde yaşayan kadınlara benzersiz bir destek sağladı, çocukların cinsel
istismara ilişkin farkındalığının artırılmasına katkı sundu ve kadınlara
liderlik ve finansal okur yazarlık eğitimleri verdi. VAKAD artık kapalı. LGBTİ+
örgütler de, onur yürüyüşleri ve film festivalleri gibi kamusal etkinliklerin
birçok şehirde yasaklanmasıyla birlikte “yeraltına” itildiklerini belirtiyor.
UAÖ’ye konuşan bir aktivist “Bugünlerde Türkiye’deki LGBTİ+’ların
büyük bir kısmı hiç olmadığı kadar büyük bir korkuyla yaşıyor.
İfade özgürlüğü üzerindeki bu genel baskıyla birlikte LGBTİ+’lar da
sahip oldukları alanın ciddi bir biçimde daraldığını hissediyor” dedi.
“Türkiye’de olağanüstü önlemler giderek normalleştiriliyor, ancak kişilere
ve gruplara yönelik tehlikeli, kasti ve planlı saldırılara rağmen hala harekete
geçerek baskılara karşı koyan cesur insanlar var” diyen UAÖ Avrupa Direktörü
Gauri van Gulik, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Uluslararası toplum, insan hakları savunucuları ile dayanışma göstermeli
ve Türkiye yetkililerine yönelik çağrıda bulunarak sivil toplum üzerindeki
sınırlandırmaların kaldırılmasını; özgürlükler üzerindeki baskılara son
verilmesini; korku ve gözdağı ikliminin ortadan kaldırılmasını talep etmelidir.