buluşuyoruz. Kırmızı bir başörtüsü takıyor. "Beni Müslüman olarak tanımlayan tek şey bu başörtüsü artık," diyor. Gerek ailevi nedenlerle gerekse yaptığı işten ötürü başörtüsünü çıkarmadığını söylüyor. "Belki 1-2 yıla başörtümle de vedalaşabilirim ama şimdi buna gerek duymuyorum" ifadelerini kullanıyor
"Radikale kaçan bir Müslümanlığım vardı"
Merve'nin babası imam. Muhafazakar bir aileden geliyor.
İmam-Hatip lisesi mezunu. İlahiyat Fakültesi'nde okumak istemediği için, bari
öğretmen olayım diyerek Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği üzerine
eğitim almaya karar vermiş. Dinle ilgili araştırmalarının ve kendi tabiriyle
"bilinçlenmesinin" de o döneme denk geldiğini söylüyor:
"Benim radikale kaçan bir Müslümanlığım vardı. Daha birkaç
yıl öncesine kadar erkeklerle tokalaşmazdım bile. Kendimi Müslüman olarak
tanımlıyor, hayatımı o şekilde yaşamaya çalışıyordum. Beş vakit namazımı
kılıyordum. Nafileleri yerine getirmeye çalışıyordum. Orucumu tutuyor, Kuran
okuyor, ilmihal bilgileri olsun, hadis olsun o tarz şeyleri tamamlamaya
çalışıyordum. Tefsir, hadis derslerine gidiyordum."
Merve dinle ilişkisinin yıllar süren bir sorgulama sonucunda
değiştiğini, belli başlı kırılma noktaları yaşadığını -zaman zaman gözyaşları
içinde- anlatıyor:
"Ben öğretmen olmak hiç istemedim. Ama bir şekilde öğretmen
oldum, atandım. O beni çok yıktı. Millet sevinçten ağlar, ben üzüntüden
ağlamıştım. Tercihleri yaparken ağlıyordum ve dua ediyordum öğretmen olarak
atanmayayım diye. Tamamen Allah'a bırakmıştım.
"Atanmayacağıma o kadar yürekten inanmıştım ki, olduğunda
beni tepetaklak etti. Hayatım altüst oldu. Güvendiğim, inandığım o ilahi
konumdaki şey sarsıldı. İlk şüphelerim öyle başladı açıkçası. Benim için
sığınacak en büyük şeydi Tanrı, ama artık sığınamayacağımı, dualarımın ne kadar
istesem de kabul olmayacağını net bir şekilde görmek düşüncelerimi çok
sarstı."
"Dua ettiğimde bir muhatabım var mı yok mu diye
şüphedeydim"
Bütün bu süreç Merve için hiç de kolay geçmemiş. Çevresinden,
arkadaşlarından uzaklaşmış. Dertlerini, kafasını kurcalayan soruları ailesiyle
konuşamamış. Giderek yalnızlaşmış. Bir sabah, büyük bir depresyonun kucağında
uyanmış. Saatlerce ağlamış. Bari dua edeyim demiş.
Sonrasını şöyle anlatıyor:
"İçimden Tanrı'yla konuşmaya başladım. 'Bak ben bu
haldeyim, bana bir çıkış yolu ver.' Ama onu söylerken fark ettim. Dua ettiğimde
bir muhatabım var mı yok mu şüphedeyim, diye düşündüm. Dedim ben bugün ya
delireceğim ya intihar edeceğim.
"Sabah uyandım. Sanki o gün, o gece hiç yaşanmamış gibi.
Sonra oturdum düşündüm. Dedim ben artık inanmıyorum resmen. İmanın şartlarını
düşündüm. Dedim, ben inanmıyorum ya cennete cehenneme."
"Dini inkar edeceksem örtüyü de çıkarmam lazım ama
yapamayacağımı fark ettim"
Merve ilk önce dua etmeyi bırakmış. Ardından namaz kılmayı. Oruç
tutmaya ise daha bu yıl son vermiş. Ailesi hala bu yaşadıklarını bilmiyor.
Merve'yle evinde yeniden buluştuğumuzda bizi başı açık bir şekilde karşılıyor.
Aramızda "namahrem" tabir edilebilecek bir erkek de var. Artık evde
başörtüsü takmamaya karar vermiş. O süreci de şöyle anlatıyor:
"Dedim ki ben Tanrı'yı, dini inkar edeceksem bu örtüyü de
çıkarmam lazım. Ama bunu yapamayacağımı fark ettim. Din kültürü öğretmeniyim.
Bu yapılabilir belki ama ben yapamam. Ya öğretmenliği bırak ya da bu konuyu
hallet. Şu an başımı açamayacağım dedim.
"Sonra dedim benim evime sucu geliyor, tamirci geliyor,
yemek siparişini getiren adam geliyor ve ben onların karşısına çıkarken de
başıma ufacık da olsa bir şey alıyorum. Niye bunu yapıyorum? Artık bunu
yapmamaya karar verdim. Bir erkeğin karşısına bilinçli bir şekilde ilk kez
başörtüsüz çıktığımda hem çok rahat hissettim, hem de çok tuhaf. Ama şimdi çok
rahatım. Çünkü ben kendimi artık böyle tanımlıyorum.
"Ders verirken bazen çocuklar sorular soruyorlar.
Öğretmenim başörtüsü takmak gerçekten gerekir mi, ben büyüdüğümde saçım
görünürse günah olur mu? Şu an ona karar vereceğiniz bir durum yok, 18 yaşına
gelin ne isterseniz yaparsınız diyorum. Böyle cevap vermek beni
rahatlatıyor."
"Medresede olan bir arkadaşım vasıtasıyla girdim ben deizm
ve ateizm muhabbetine"
Anadolu'da bir kentte bulunan Bekir, muhafazakar yapıdaki bir
üniversitede bir ilahiyat fakültesi öğrencisi. 20'li yaşlarının başındaki
Bekir, imam-hatip lisesi mezunu ve aynı zamanda medrese eğitimi diye tabir
edilen dini eğitimi de almış. Yakın bir tarihe kadar radikal İslamcı akımları,
IŞİD ve El Kaide benzeri örgütleri sempatiyle izliyormuş. Bekir bugün kendisini
ateist olarak tanımlıyor.
"Lise 3'te medrese eğitimi de alıyorduk ve medresede olan
bir arkadaşım vasıtasıyla girdim ben deizm ve ateizm muhabbetine. O da aynı
şekilde radikal İslam'dan yana olan bir insandı, kendi çabalarıyla, yabancı
kitapları okumaya başladı.
"Önce İslamiyet'i mantığa dayandırmak istiyorduk ittire
kaktıra, baktık olmuyor"
"Deizmi ilk o anlattı bize. İslam Peygamberinin insanlara
davranışlarını, kendisine salavat getirtmesini, çok sayıda kadınla
evliliklerini, Yahudileri öldürmesini, bir sürü konuyu daha eleştirmeye başladı
arkadaş. Yavaş yavaş benim de kafama takılmaya başladı.
"Önce İslamiyet'i mantığa dayandırmak istiyorduk. İttire
kaktıra baktık olmuyor. Sonra mantık olarak yorumlamaktan çıkarttık, Tanrı'ya
inanmaya başladık sadece, deist olduk yani."
Bekir, ilahiyat fakültesine geldiğinde hala deist olduğunu,
namazı, orucu bıraktığını, ancak daha sonra Tanrı'nın varlığını da sorgulamaya
başladığını ve ateizme yöneldiğini söylüyor. Bekir'in ailesi halen bu
düşüncelerini bilmiyor:
"Aileme ben ateist olduğumu söyleyemem. Babam başında
takkeyle gezen bir adam. Annem günde yedi vakit namaz kılar. Beş vakit, üzerine
kuşluk namazı, bir de gece namazı. Gerçekten muhafazakar bir aile yapımız var.
Söyleyemem. Söylesem soğuma olur.
"Dinden uzaklaşmaya başlayınca depresyona sürüklendim.
Çünkü çevreye karşı yabancılaşma duygusu oluşuyor. Ben medrese ortamındaydım.
Namaz kılarken ya da her Muhammed'in ismi anıldığında salavat getirilirken
kendi kendime şüphe duymaya başladım. Ne oluyor bana diyordum ben bazen, nereye
gidiyoruz?"
"Ben bu hükümete destek veren bir insandım, ama her baskı kendi
isyancısını doğurur"
Bekir, dine yüz çevirmesinde mevcut hükümetin ve icraatlarının
da etkisi olduğunu söylüyor. "Ben bu hükümete destek veren bir insandım.
Hükümete desteğimin nedeni biraz daha hümanist davranmasıydı o zaman. Ama her
baskı kendi isyancısını doğurur. Bizim üzerimizde baskı kurmaya çalıştıkları
zaman biz de ister istemez tepki veriyoruz.
"Bugünkü dünya sisteminde çoğunlukla sağ partiler iktidarda. Daha çok dini savunan, din kisvesi altında insanları yolan sistemler var. Türkiye için değil başka ülkeler için de geçerli. Hükümetler dini sömürüyor. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı geçen sene en çok bütçe ayrılan ikinci kurumdu sanırım."
"Bugünkü dünya sisteminde çoğunlukla sağ partiler iktidarda. Daha çok dini savunan, din kisvesi altında insanları yolan sistemler var. Türkiye için değil başka ülkeler için de geçerli. Hükümetler dini sömürüyor. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı geçen sene en çok bütçe ayrılan ikinci kurumdu sanırım."
"Başımı kapatınca herkes beni kadın zannediyordu ama ben
daha çocuktum"
Leyla, 20'li yaşlarının sonunda. Muhafazakar ailesini geride
bırakmak ve 11 yaşındaki kızına kendi yaşadıklarını yaşatmamak için Avrupa'da
bir ülkeye yerleşmiş. Leyla hiçbir dine inanmadığını, kendisini deist olarak
ifade ettiğini söylüyor.
Leyla'nın ailesi o beş yaşındayken keskin bir dönüşüm geçirmiş.
Liberal bir aileyken, radikal bir dönüşle İslamcı bir aileye evrilmişler.
Ailesi, 11 yaşındayken başını kapamasını istemiş. Bu Leyla'da yıllar sürecek
bir travmaya yol açmış.
"Başımı kapatınca herkes beni kadın zannediyordu. Sokakta öyle davranıyorlar, hanımefendi diyorlardı. Ama ben daha bir çocuğum ve bana çocuk diye seslenmelerini istiyorum. Bir gün dışarı çıkmak istemiyorum çünkü paten kayacağız. Paten kaymaktan utanıyorum, tuhaf görünüyorum çünkü. Küçük bir çocuğa büyük bir elbise giydirilmiş gibi, cüce gibi hissediyorum kendimi.
"Başımı kapatınca herkes beni kadın zannediyordu. Sokakta öyle davranıyorlar, hanımefendi diyorlardı. Ama ben daha bir çocuğum ve bana çocuk diye seslenmelerini istiyorum. Bir gün dışarı çıkmak istemiyorum çünkü paten kayacağız. Paten kaymaktan utanıyorum, tuhaf görünüyorum çünkü. Küçük bir çocuğa büyük bir elbise giydirilmiş gibi, cüce gibi hissediyorum kendimi.
"Sadece başörtüsü takmamı da istemiyorlar. Uzun ceket
giydiriyorlar. Ben karşı çıkmıştım. Babam da 'Sen örtünden utanıyor musun,
kimliğinden utanıyor musun?' diye feci bir kavga etmişti benimle."
"Bir yaratıcı varsa nasıl olur da yarattığı her canlıya
eşit hak tanımaz?"
Leyla, 17-18 yaşına geldiğinde dini yumuşatarak yaşamaya
başlamış. Özellikle kadınlara yüklenen sorumluluk ile erkeklere yüklenen
sorumluluğun farklı olması kafasını çok kurcalamış. "Bir yaratıcı varsa
nasıl olur da yarattığı her canlıya eşit hak tanımaz?" diye sorgulamaya
başlamış.
Önce pardesüyü çıkarmış, sonra kot pantolon giyip başını örtmüş,
sona örtü biraz biraz arkaya kaymaya başlamış ve nihayetinde de üniversite
okumak için gittiği Avrupa'da bir gün bakkala giderken başını açıvermiş. Ondan
sonra da bir daha başörtüsü takmamış.
Leyla'nın babası halen kendisinin deizme kaydığını bilmiyor.
Babası öğrenirse, "Ablan üniversiteye gitti de açıldı, sen de
açılırsın" diyerek kız kardeşini üniversiteye yollamamasından endişe
ediyor. "Ben kendi yoluma gittim diye kardeşime baskı yapmasını
istemem" diyor. Leyla bugünkü düşüncelerini şöyle açıklıyor:
"Bence dünya deizme kayıyor. Semavi dinler yürürlüğünü
benim neslimde kaybettiler. Ne Hristiyanlık ne Yahudilik ne Müslümanlık
götüremiyor kendini artık. İnsanlar bir dine bağlı olmak istemiyorlar.
"Tanrı'dan beni yaratmasını talep etmedim, varlığım
karşılığında hiçbir şey talep edemez"
"Ama Tanrı'yla da bir kavgaları yok. Tanrının varlığı ya da
yokluğu onları rahatsız etmiyor. Bir yaratanın olması beni rahatsız etmiyor.
Birçok arkadaşım için de durum böyle. Ama dinin varlığı sana bir sorumluluk
yüklüyor. İbadet etmeni istiyor. Bazı şeyleri yapmamanı istiyor. Senin doğru
insan anlayışının dışında bir kimlik sunuyor sana. Ama Tanrı'nın varlığı sana
bunu sunmuyor.
"Bence deizme kaymanın asıl sebebi bu: İnsanlar artık
bireysel. Toplum adına şekillenmiyor, kendi bireyselliğiyle şekilleniyorlar.
Deizm sana bireyselliğini veriyor, ama din bireyselliğini alıyor. Ben Tanrı'dan
beni yaratmasını talep etmedim. Tanrı da benden varlığımın karşılığında hiçbir
şey talep edemez. Kuşlar ağaçlar gibi yaşama hakkım var. Tek sorumluluğum diğer
hiçbir canlıyı taciz etmemek."
Ömer, 30'lu yaşlarının başında. 15 Temmuz'dan birkaç ay sonra
KHK'yla görevinden ihraç edilen bir kamu çalışanı. Evli ve çocuklu. Halen
çalışmıyor. Ömer Sünni, dindar, muhafazakar ve siyasi olarak da önceleri Milli
Görüş, sonra AKP çizgisinde konumlanan bir ailede büyümüş. Kendisini birkaç yıl
öncesine kadar dindar olarak tanımladığını, dini cemaatlerle bir ilişkisi
olmamasına karşın onlara sempatiyle baktığını, şu an ise hepsinden nefret
ettiğini söylüyor.
"Dindar bildiğim insanların umursamazlığı benim için tam
bir kırılma noktası oldu"
Kendisini deist olarak tanımlamıyor, ama inancını kademeli
olarak yitirmeye başladığını anlatıyor. Kendisinden dinleyelim:
"Okumayı seven bir çocuktum; evde bulunan ve kimsenin
okumadığı 'Peygamberler Tarihi', 'İslam Tarihi', 'Peygamberimizin Şemaili' gibi
pek çok koca koca ciltli kitapları ortaokul döneminde okuduğumu hatırlıyorum.
"Bu atmosferde namaz, oruç gibi ibadetlerini aksatmayan,
günahlardan uzak durmaya çalışan, eğitim hayatında da başarılı olan bir genç
olarak büyüdüm. Birkaç yıl önce dindar siyasi iktidarın bazı uygulamalarının
doğru olmadığını düşünmeye, olaylara eleştirel yaklaşmaya başladım. Bu
eleştirel tutumumun dozajı sürekli arttı. Zamanla kendiliğimden İslamcı
yaklaşımla arama mesafe koymuş oldum.
"Yanlış hatırlamıyorsam namaz kılmayı 2014 ya da 2015'te,
pek de üzerinde düşünmeden bıraktım. Oruç ya da Cuma namazı gibi ibadetlerimi
bir süre daha devam ettirdim. 15 Temmuz'un ardından görevimden ihraç edilmem ve
çevremdeki dindar bildiğim insanların umursamazlığı ise benim için tam bir
kırılma noktası oldu.
"Hacı kayınpederim, ateist olmadan hayatını tamamlamak
istemediğini ifade ediyor"
"Tanrı'yla ilgili, hareket tarzıyla ilgili düşünmeye
başladım. Ciddi bir yabancılaşma yaşadım. Aslında Jean Paul Sartre'nın Bulantı
romanında yaşananlara benzetiyorum yaşadığım süreci. Son bir yıldır, eskiden
ezberlerime uygun olarak peşinen reddettiğim evrim teorisi gibi hususlar
üzerine okumalar yapıyorum ve büyük bir pişmanlıkla bu içi boş dindarlığımı
terk ediyorum.
"Kendimi deist olarak tanımlamıyorum. Böyle demek
istemiyorum. Bir Müslümanım. Gelecekte, Allah ile olan ilişkimi İslam'ın özü
temelinde doğru bir şekilde inşa etmeyi planlıyorum; tabii mümkün olursa.
"Arkadaş çevrem benimle çok benzer süreçler yaşıyor.
Kayınpederim, ateist olmadan hayatını tamamlamak istemediğini ifade ediyor ki
kendisi halen beş vakit namazlarını kılan bir hacıdır."
Neler oldu?
Neler oldu?
Türkiye son birkaç haftadır muhafazakar gençliğin dinden
uzaklaşıp uzaklaşmadığını, deizme ya da ateizme bir yöneliş olup olmadığını
tartışıyor. Tartışma, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof.
İhsan Fazlıoğlu'nun bir panelde yaptığı konuşma üzerine alevlenmişti.
Fazlıoğlu, "15 Temmuz'dan bu yana benim odama 17 tane başörtülü, deist
bile değil tanrı tanımaz (ateist) öğrenci gelip benimle bu konuları
konuştular" demişti.
Bunun üzerine Mart ayında Konya'da yapılan bir çalıştay haberi
yeniden gündeme gelmişti. Haberde, Konya Milli Eğitim Müdürlüğü'nün
"Gençlik ve İnanç" konulu bir çalıştay düzenlediği, imam hatip
öğrencilerinin dini bilgilerdeki tutarsızlıklar nedeniyle deizme kaydığı ve
ders materyallerinin çocuklara uygun olmadığı sonucuna ulaşıldığı yazılmıştı.
MHP lideri Devlet Bahçeli bu tespiti eleştirmiş, "Türk
gençliğine ateizmin bir önceki istasyonu olan deizm karası çalanlar, yüzleri
varsa utansınlar" diye konuşmuştu. Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın, partisinin grup toplantısındaki konuşmasının sonunda Milli Eğitim
Bakanı İsmet Yılmaz'ı kürsüye çağırdığı görülmüş ve burada bu haberlere yönelik
tepkisini dile getirdiği ileri sürülmüştü. Bakan Yılmaz, daha sonra söz konusu
çalıştayın bilimsel olmadığını belirtmiş, bakanlık da çalıştayın kendi
bünyelerinde değil İKDAM Eğitim Derneği ve Uluslararası Öncü Eğitimciler
Derneği tarafından gerçekleştirildiğini belirtmişti.
İKDAM'ın internet sitesinde yapılan açıklamada ise çalıştay
sonrası hazırlanan bildiride iddia edildiği gibi gerek İmam Hatip Liseleri'nde
gerek diğer liselerde deizmin yayıldığı ifadesinin yer almadığı savunulmuştu.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da gençlerde deizm ve ateizmin yaygınlaştığı
iddialarına ilişkin, "Bizim milletimizin hiçbir ferdi böyle sapık, batıl
bir anlayışa asla prim vermez. Milletimize, gençlerimize kimse iftira
atmasın" diye konuşmuştu.
"İslam kültüründe de şunlar tartışılmış: Tanrı var ama
Tanrı'nın durumu nedir?"
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan İstanbul Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi'nden Prof. Hidayet Aydar, deizmin bir felsefi akım olduğunu,
ön plana çıkışının 17'inci yüzyıla denk gelmesine karşın kökenlerinin Yunan
felsefesine dayandığını söylüyor.
"Deizmde şöyle bir Tanrı anlayışı var: Tanrı var ama hayata
karışmaz. Yaratan biri var, her şeyi yaratmıştır ama yarattıklarına karışmaz.
İnsanlar kendi hayatlarını kendileri düzenlerler. Mesela İslam kültüründe de
şunlar tartışılmış: Tanrı var ama Tanrı'nın durumu nedir? Tanrı neye benzer,
bir varlığa benzer mi? Kuran-ı Kerim diyor ki Allah hiçbir şeye benzemez,
hiçbir şey de Allah'a benzemez.
"Ancak 'Allah var ama etkisiz bir varlıktır, her şeyi insan
kendisi yapar,' düşüncesi İslam kültüründe de ortaya çıkmış. Bunların ortaya
çıkışı da hicri ikinci asra kadar, yani miladi sekizinci asra kadar
gidebiliyor."
"Hakaret anlamında sapkınlık veya sapıklık diye
değerlendirmek doğru olmaz"
Aydar, Diyanet İşleri Başkanı'nın deizmle ilgili yaptığı
açıklamanın da yanlış anlaşıldığı görüşünde:
"Deizm İslam'ın pek çok değerini reddediyor. Kitabı, peygamberi
reddediyor. Ölümden sonra dirilmeyi, cenneti, cehennemi, meleği reddediyor.
Bunlar imanın esasları. İmanın altı esası var. Deizm sadece birini kabul
ediyor. O da Allah'ın varlığı. Geri kalan esasların tamamını inkar ediyor.
Diyanet İşleri Başkanı ne desin?
"Sapkınlık derken, İslam'ın çizgisinden sapma anlamında.
Yani kast ettiği şey İslam bir çizgiyse, deizm, ateizm ve benzeri bazı
düşünceler o çizgiden sapmadır, o anlamda. Yoksa hakaret anlamında sapkınlık
veya sapıklık diye değerlendirmek doğru olmaz."
Prof. Aydar, muhafazakar gençlik nezdinde deizme kayış olduğu
yönündeki değerlendirmelere ise kendi gözlemlerine dayanarak katılmadığını
söylüyor:
"Bugün dünya eski dünya değil. ABD'de biri öksürse sesini
biz burada duyuyoruz. Avrupa'nın uzak bir beldesinde bir kuş uçsa biz bunu
hissediyoruz. Tabii ki küresel bir etkileşim var. Ama emin olun ki bizim
gençliğimizde, ilahiyat gençliğinde, en azından ben kendi üniversitemi
söyleyebilirim, öyle bir şey asla söz konusu değildir."
Ateizm Derneği: Görüştüğümüz ateist imamlar, müezzinler var
Ancak Türkiye'nin ilk ve tek ateizm derneği, bu tespite
katılmıyor. Ateizm Derneği'nin yönetim kurulu üyelerinden Şaner Atik,ateistler
arasında imamlar ve müezzinler de olduğunu söylüyor. Ancak bu insanların farklı
nedenlerle açıkça ateist olduklarını söyleyemediklerini savunuyor:
"Türkiye'de bugün 'ateistleri ne yapmak lazım' diye bazı
televizyon kanallarında programlar yapılıyor. Hemen keseceksin bunları falan
diyorlar. İzleseniz kanınız donar. 'Yaşatmayacaksın bunları, bunlar insan
değil' diyorlar. 'Çocuğum ateist olsa evlatlıktan reddederim, doktora
götürürüm' diyenler var. Hal böyleyken ben ateistim demek cesaret isteyen bir
şey.
"Bizim görüştüğümüz ateist imamlar, müezzinler var. Kara
çarşaflı olan insanlar var ateist, deist türbanlılar var. Neden böyle olmak
zorundasın, neden takmak zorundasın türbanı, diye soruyoruz. Mahalle baskısı,
aile baskısı diyorlar. İfade edemiyorum ben kendimi diyorlar.
"Ateist imamlar, 'Ben işimi değiştirmeliyim ama bunu nasıl
yapacağım bilmiyorum,' diyorlar. Ben her gün acı çekiyorum, ıstırap çekiyorum
diyorlar. Ama bir yandan da para kazanmaları, ailelerini geçindirmeleri gerek.
Çok büyük sıkıntılar yaşayan insanlar var."
"Kişisel aydınlanmanız önünde bir engel yok"
Ateizm Derneği üyesi Okan Akyüz de internet ve sosyal medya
kullanımının yaygınlaşmasıyla, kendi tabiriyle "aydınlanan"
insanların sayısının da arttığını söylüyor.
"Bizim kuşağımız yeterince kaynaklara ulaşabiliyor. Ne
kadar yasaklansa da, kitaplardan kaldırılsa da Darwinizm'i gidip internetten
okuyabilirsiniz. Kişisel aydınlanmanız önünde bir engel yok.
"Zaten sadece Türkiye'de değil, dünya genelinde de açıkça
ateist olduğunu söyleyen insanların sayısı düşük. Ateist cemaatlerde bir araya
gelen arkadaşlar dünya genelinde yüzde 5 gibi bir oranda."
"İnsanları neye zorlarsanız, insanlar ondan kaçar"
Bugün Türkiye'de ateizm derneğinin 200-210 civarında kayıtlı
üyesi bulunuyor. Ancak Şaner Atik, tanrı tanımazlığın çok daha büyük kitlelere
yayıldığı kanaatinde.Atik, bunda 16 yıldır iktidarda olan hükümetin yüzlerce
imam-hatip okulu açarak, bu şekilde kendi dindar gençliğini yaratma çabasının
da etkili olduğunu savunuyor.
"İnsanları neye zorlarsanız, insanlar ondan kaçar. Ondan
soğur. O baskı gençleri bana neyi dayatıyorlar, neymiş bu diye sorgulamaya
itiyor. Bunun etkisi çok büyük.
"Önce Tevrat deşifre oldu, sonra İncil deşifre oldu. Şimdi
de Kuran deşifre oluyor. Deşifre oluyor dinler. Bunların masal, hikaye,
rivayetten oluştuğu, tarihsel olduğu, sadece kendi dönemine hitap ettiği, belli
bir bölgeye hitap ettiği, o bölgede bir yönetim oluşturma çabasıyla ortaya
atılan fikirler olduğu artık iyice deşifre oldu."