Nihat Behram'ın "Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit" kitabı 25
yıldır serbest olmasına karşın, kitaba yasaklama kararı getirildi.
Behram, 15 yıl yargılanıp beraat eden kitabını OHAL tarafından yasaklandı.
Burjuvazi Kaypakkaya’nın düşüncelerinden korkmaıs nedniyle yaşamı ve
mücadelesini anlatan Ser verip sır vermeyen bir yiğit" kitabı toplatıldı.
Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit" 1976 yılında
Nihat Behram kaleme aldı.
İşte İbo'nun ayağını bastığı toprak: Dağ ve zindan...İşte direncin
karşısında zalimin çaresiz kalışı...Ve işkenceye karşı direnişiyle efsaneleşen
bir hayat...
Nihat Behram'ın, efsaneleşen unutulmaz kitabı "Ser Verip Sır Vermeyen
Bir Yiğit" uzun yasaklı yıllarından sonra okurla buluşmuştu. Behram, bu
belgesel anlatısında, halka bağlılık ve inancın karşısında işkencenin gücünü
yitirişini seslendiriyor.
İlk yazıldığı 1976'dan bu yana geçen ve beraatle sonuçlanan 1993 yılının
ardından 25.yıl sonra yeniden yasaklandı. yasaklı sürecinin, yasaklara karşı
mücadelesinin öyküsü ve albümle genişletilen bu yapıtında Behram 12 Mart
Dönemi'ndeki ölümüne direnişiyle efsaneleşen komünist önder İbrahim
Kaypakkaya'yı anlatırken, bir döneme de ışık tutuyordu Behram.
Her kitabın anlattığı hikâye gibi bir de kendi hikâyesi vardır. Nihat
Behram’ın kitabı Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit de oldukça maceralı ve
ibretlik bir hikâyeye sahip. İlk baskısı 1977 yılında yapılan kitabında yazar,
belgesel anlatı tarzında 1960’lı yılların ikinci yarısında gençlik
önderlerinden birisi olan, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Fikir Kulübü’nün
kuruculuğunu yapan, Forum, Ant, Türk Solu, Aydınlık Sosyalist gibi dergilerde
yazılar yazan, 1971’den itibaren önce Malatya ve Antep, daha sonra Dersim
bölgesinde arkadaşlarıyla faaliyet yürütüp, bu faaliyetler içerisinde TKP-ML
TİKKO örgütlenmesini kuran bir İbrahim Kaypakkaya’yı anlatıyor.
Bilinir ki Kaypakkaya, Ocak 1973’te Ali Haydar Yıldız ve arkadaşları ile
Vartinik’e bağlı Mirik köyünde kuşatılır. Ali Haydar Yıldız bu kuşatmada
öldürülürken, Kaypakkaya kuşatmayı yarmasına rağmen kısa bir süre sonra yaralı
olarak yakalanır. Bu hikâyenin sonrası, 12 Mart cuntası hüküm sürerken Gökçe
Karakolu’nda, Dersim il merkezinde, Elazığ’da ve sonradan götürüldüğü
Diyarbakır’da aylarca süren işkencelerdir. Sosyalizme inanan, yaptıklarından
asla pişman olmayan ve bir kelime dahi bilgi vermeyip direnen Kaypakkaya, 18
Mayıs 1973’te işkencede öldürülür.
Bir dönemin tanıkları
Nihat Behram, Kaypakkaya’nın doğumundan ve ailesinden başlayarak,
çocukluğu, ilk gençliği, faaliyetleri ve ölümünü ele alıyor. Elbette bunları
yaparken tamamen canlı tanıklıklara ve resmi belgelere yer vererek her
satırının doğruluğunu ispatlamaya da önem veriyor. Kaypakkaya’yı tanırken Ali
Haydar Yıldız’ı da tanıyoruz. Etkileyici olansa, her ne düşünce ve inançta
olursa olsun herkesin lanetlemesi ve tepki göstermesi gereken işkence
gerçekliği ve sonucu oluyor. Bu çalışkan, kararlı, yiğit, saygı ve sevgi dolu,
her gittiği yerde de halkın sevgilisi olmuş devrimciyi, okurken seviyoruz ve
ölümüne isyan ediyoruz. Ne var ki 70’lerden bugüne hala var olan işkence
gerçekliği ve mağdurları aklımıza geldiğinde bu isyan Kaypakkaya’yla sınırlı
kalmıyor, kalamıyor, kalmamalı da zaten.
“Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze
alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım.
Asla pişman değilim.” Sorgusunda bunları söylediğini öğreniyoruz
Kaypakkaya’nın. “Elektrik yetmiyordu; karanlık mahzenler, açlık, susuzluk,
zincirler, prangalar, kara bantlar, falakalar, tekmeler, yumruklar, odunlar,
demir çubuklar, irade çözen ilaçlar, iğneler, tehditler yetmiyordu” ve “Bunca
insanı sorguya çekenler İbo’nun karşısında yenik mi düşeceklerdi? Bunca insanı
sorguya çekenler gün gelir mahkemeye çıkarsa nasıl dinleyeceklerdi İbo’yu.
Üstelik burada böyle susan orada kim bilir neler söyleyecekti?” diyerek
anlatıyor yazar, yaşananları.
12 Mart döneminde yazdıklarından dolayı iki yıl tutuklu kalan, 12 Eylül
döneminde vatandaşlıktan çıkarılarak uzun süre yurtdışında yaşayan, 1996’da
yurda dönen Nihat Behram’ın her yazdığı ve anlattığının kendi yaşamıyla da
tutarlı olduğunu görebiliyoruz. Bu kitabında coşkulu ve şiirsel dili de dikkat
çekiyor. Yazarın, Kaypakkaya’nın direnmesinin ve öldürülmesinin nedeni olan
siyasi kimliğinden çok, işkence ve işkencede ölümü üzerinde durduğunu, bunu
özellikle vurguladığını da atlamayalım. Kaypakkaya’nın ölümünün resmi
makamlarca intihar olarak açıklanmasına rağmen, dava arkadaşlarının
mahkemelerinde verdikleri dilekçelerde; Kaypakkaya’nın 16 Mayıs’ta (ölmeden iki
gün önce) saat 10.00’da hücresinden alınarak götürüldüğünü, cezaevi yönetiminin
komutanlıkça sorgu için istendiği açıklamasını yaptığını, o günden sonra bir
daha göremediklerini anlattıklarına da yer veriliyor kitapta. Takdir sizin.
Kaypakkaya nasıl öldü? – Aslıhan Gençay
(21/01/2005 tarihli Radikal Kitap Eki)