25 Nisan 2018 Çarşamba

Nihat Behram'ın 25 yıldır serbest olan, İbrahim Kaypakkaya’nın yaşamı ve mücadelesini anlatan ""Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit" kitabına yasaklama..!


Nihat Behram'ın "Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit" kitabı 25 yıldır serbest olmasına karşın, kitaba yasaklama kararı getirildi.
Behram, 15 yıl yargılanıp beraat eden kitabını OHAL tarafından yasaklandı. Burjuvazi Kaypakkaya’nın düşüncelerinden korkmaıs nedniyle yaşamı ve mücadelesini anlatan Ser verip sır vermeyen bir yiğit" kitabı toplatıldı.
Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit" 1976 yılında
Nihat Behram kaleme aldı.
İşte İbo'nun ayağını bastığı toprak: Dağ ve zindan...İşte direncin karşısında zalimin çaresiz kalışı...Ve işkenceye karşı direnişiyle efsaneleşen bir hayat...
Nihat Behram'ın, efsaneleşen unutulmaz kitabı "Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit" uzun yasaklı yıllarından sonra okurla buluşmuştu. Behram, bu belgesel anlatısında, halka bağlılık ve inancın karşısında işkencenin gücünü yitirişini seslendiriyor.
İlk yazıldığı 1976'dan bu yana geçen ve beraatle sonuçlanan 1993 yılının ardından 25.yıl sonra yeniden yasaklandı. yasaklı sürecinin, yasaklara karşı mücadelesinin öyküsü ve albümle genişletilen bu yapıtında Behram 12 Mart Dönemi'ndeki ölümüne direnişiyle efsaneleşen komünist önder İbrahim Kaypakkaya'yı anlatırken, bir döneme de ışık tutuyordu Behram.
Her kitabın anlattığı hikâye gibi bir de kendi hikâyesi vardır. Nihat Behram’ın kitabı Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit de oldukça maceralı ve ibretlik bir hikâyeye sahip. İlk baskısı 1977 yılında yapılan kitabında yazar, belgesel anlatı tarzında 1960’lı yılların ikinci yarısında gençlik önderlerinden birisi olan, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Fikir Kulübü’nün kuruculuğunu yapan, Forum, Ant, Türk Solu, Aydınlık Sosyalist gibi dergilerde yazılar yazan, 1971’den itibaren önce Malatya ve Antep, daha sonra Dersim bölgesinde arkadaşlarıyla faaliyet yürütüp, bu faaliyetler içerisinde TKP-ML TİKKO örgütlenmesini kuran bir İbrahim Kaypakkaya’yı anlatıyor.
Bilinir ki Kaypakkaya, Ocak 1973’te Ali Haydar Yıldız ve arkadaşları ile Vartinik’e bağlı Mirik köyünde kuşatılır. Ali Haydar Yıldız bu kuşatmada öldürülürken, Kaypakkaya kuşatmayı yarmasına rağmen kısa bir süre sonra yaralı olarak yakalanır. Bu hikâyenin sonrası, 12 Mart cuntası hüküm sürerken Gökçe Karakolu’nda, Dersim il merkezinde, Elazığ’da ve sonradan götürüldüğü Diyarbakır’da aylarca süren işkencelerdir. Sosyalizme inanan, yaptıklarından asla pişman olmayan ve bir kelime dahi bilgi vermeyip direnen Kaypakkaya, 18 Mayıs 1973’te işkencede öldürülür.
Bir dönemin tanıkları
Nihat Behram, Kaypakkaya’nın doğumundan ve ailesinden başlayarak, çocukluğu, ilk gençliği, faaliyetleri ve ölümünü ele alıyor. Elbette bunları yaparken tamamen canlı tanıklıklara ve resmi belgelere yer vererek her satırının doğruluğunu ispatlamaya da önem veriyor. Kaypakkaya’yı tanırken Ali Haydar Yıldız’ı da tanıyoruz. Etkileyici olansa, her ne düşünce ve inançta olursa olsun herkesin lanetlemesi ve tepki göstermesi gereken işkence gerçekliği ve sonucu oluyor. Bu çalışkan, kararlı, yiğit, saygı ve sevgi dolu, her gittiği yerde de halkın sevgilisi olmuş devrimciyi, okurken seviyoruz ve ölümüne isyan ediyoruz. Ne var ki 70’lerden bugüne hala var olan işkence gerçekliği ve mağdurları aklımıza geldiğinde bu isyan Kaypakkaya’yla sınırlı kalmıyor, kalamıyor, kalmamalı da zaten.
“Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim.” Sorgusunda bunları söylediğini öğreniyoruz Kaypakkaya’nın. “Elektrik yetmiyordu; karanlık mahzenler, açlık, susuzluk, zincirler, prangalar, kara bantlar, falakalar, tekmeler, yumruklar, odunlar, demir çubuklar, irade çözen ilaçlar, iğneler, tehditler yetmiyordu” ve “Bunca insanı sorguya çekenler İbo’nun karşısında yenik mi düşeceklerdi? Bunca insanı sorguya çekenler gün gelir mahkemeye çıkarsa nasıl dinleyeceklerdi İbo’yu. Üstelik burada böyle susan orada kim bilir neler söyleyecekti?” diyerek anlatıyor yazar, yaşananları.
12 Mart döneminde yazdıklarından dolayı iki yıl tutuklu kalan, 12 Eylül döneminde vatandaşlıktan çıkarılarak uzun süre yurtdışında yaşayan, 1996’da yurda dönen Nihat Behram’ın her yazdığı ve anlattığının kendi yaşamıyla da tutarlı olduğunu görebiliyoruz. Bu kitabında coşkulu ve şiirsel dili de dikkat çekiyor. Yazarın, Kaypakkaya’nın direnmesinin ve öldürülmesinin nedeni olan siyasi kimliğinden çok, işkence ve işkencede ölümü üzerinde durduğunu, bunu özellikle vurguladığını da atlamayalım. Kaypakkaya’nın ölümünün resmi makamlarca intihar olarak açıklanmasına rağmen, dava arkadaşlarının mahkemelerinde verdikleri dilekçelerde; Kaypakkaya’nın 16 Mayıs’ta (ölmeden iki gün önce) saat 10.00’da hücresinden alınarak götürüldüğünü, cezaevi yönetiminin komutanlıkça sorgu için istendiği açıklamasını yaptığını, o günden sonra bir daha göremediklerini anlattıklarına da yer veriliyor kitapta. Takdir sizin.
Kaypakkaya nasıl öldü? – Aslıhan Gençay
(21/01/2005 tarihli Radikal Kitap Eki)