Lozan Antlaşması’nın yıldönümü olan 24
Temmuz’da yeniden savaş başlatan ve referandumda başarması halinde daha da
pervasızlaşacak olan Erdoğan’ın bir savaş yönetimi olmak; MHP ile birlikte
Kürtlere karşı savaşarak, herkesi susturup iktidarını sürdürmek istediğini
söyleyen KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, "Bu anayasa
değişiklikleri, Kürt soykırımı üzerinden AKP-MHP iktidarının tahkimidir.
Demokratik olmayan her gelişme Kürt düşmanlığıdır. Yaklaşım çerçevemiz bu
olduğu için 'Hayır’ diyoruz. Hayır, bu otoriter hegemonik anlayışı frenler, bu
da Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü açısından yeni
imkanlar doğurabilir" dedi.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil
Bayık, ANF’den Agir Nûjiyan’ın sorularını yanıtladı. Dün ANF’de yayınlanan
kapsamlı söyleşinin, referandum ve olası sonuçlarıyla ilgili bölümünü
özetleyerek paylaşıyoruz:
12 Eylül’ün restorasyonudur
Biz, 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL’in 12
Eylül 1980 darbesi gibi bir darbe olduğunu düşünüyoruz. Referanduma sunulan
anayasa değişikliklerini 1982 Anayasası’nın daha otoriter yönetime
kavuşturulması anlayışıyla restore edilmesi olarak görüyoruz. 12 Eylül
anayasası da Kürt soykırımını hedefliyordu. Bu anayasa değişiklikleri, Kürt
soykırımı üzerinden AKP-MHP iktidarının tahkimidir. Ne Türkiye halklarına ne de
Kürt halkına herhangi bir yararı var. Bizim açımızdan, yani Kürtler açısından
herhangi bir değişikliğe 'Evet' ya da 'Hayır' dememizin ölçüsü demokratik olup
olmadığıdır. Kürtler demokratik olan her gelişmeye evet derler, demokratik
olmayan her gelişmeye de hayır derler. Çünkü demokratik olmayan her gelişme
Kürt düşmanlığı; demokratik her gelişme de Kürt sorununun çözümü için bir adımı
ifade eder. Yaklaşım çerçevemiz bu olduğu için 'Hayır’ diyoruz. Hayır, bu
otoriter hegemonik anlayışı frenler, bu da Türkiye'nin demokratikleşmesi ve
Kürt sorununun çözümü açısından yeni imkanlar doğurabilir.
'Evet’in çıkmasıyla pervasızlaşacak
Lozan Antlaşması’nın yıldönümü olan 24
Temmuz’da savaş başlatıldı, şiddetlendirildi. Referandumda 'Evet’in çıkmasıyla
birlikte bu daha pervasız yürütülecektir. Türkiye ve Kürdistan savaş alanı
haline getirilecektir.
Zaten Erdoğan bir savaş yönetimi olmak; MHP
ile birlikte Kürtlere karşı savaşarak, savaş ortamında herkesi susturarak
iktidarını sürdürmek istiyor. 16 Nisan’da 'Evet' çıkarsa Türkiye ve
Kürdistan'da savaş daha da şiddetlenecek; bu savaş Türkiye dışına da
yayılacaktır. Bunun ne Türkiye halkları açısından ne de Kürtler açısından bir
yararı olduğunu düşünüyoruz.
Türkiye savaş alanı olacak
Böyle bir savaş yönetimine karşı Kürt
Özgürlük Hareketi olarak direneceğiz, direnişi daha da kapsamlılaştıracağız.
Artık savaşın sadece Kürdistan’la sınırlı olması söz konusu olamaz. Geçmişte de
Türkiye'de bazı eylemler yapılıyordu ama yeni dönemle birlikte Türkiye de en az
Kürdistan kadar savaş alanı haline gelecektir. Çünkü demokrasi güçlerini ezmek
istiyor, Kürtleri ezmek istiyor, demokratik yollardan sorunu çözmek istemiyor.
Demokrasiye inanmıyor. Demokrasinin Kürtlerin işine yarayacağını düşünüyor.
Zaten Türkiye şimdiye kadar bu nedenle demokratikleşmiyor. Kürtler yararlanır
diye demokratik adım atmıyorlar.
Direniş de tarihi olacak
Referandum sonucu soykırımcı faşist bir
yönetim ortaya çıktığında buna karşı direnişimiz tarihi olacaktır; bir nevi
seferberlik halinde bir savaş yürüteceğiz. Zaten onlar “16 Nisan sonrası savaşı
büyüteceğiz, yaygınlaştıracağız, şöyle asacağız, şöyle keseceğiz, şöyle
bitireceğiz” diyorlar. Bu, aslında savaşı yükseltmek anlamına geliyor.
Faşist yönetim kaybedecek
Kuşkusuz bunlar hayali hedeflerdir. Bizi
ezmek için onlarca hükümet kuruldu ama hep başarısız kaldılar. Kürt direnişi
ani bir parlamayla ortaya çıkmış bir direniş değildir. Yüzyıllık bir temeli
vardır. Özellikle 45 yıldır bir mücadele veriyoruz. Demokratik devrim, sosyal
devrim, kültürel devrim gerçekleştirmişiz; toplumsal değişim yaratmışız. Güçlü
ideolojik ve siyasal temellere sahibiz. Sadece Kürdistan'ın değil, Türkiye'nin ve
Ortadoğu'nun sorunlarını çözecek ideolojik ve siyasi bir yaklaşımımız var. Bu
açıdan bu ezme naraları kesinlikle boştur; kendilerini kandırmaktırlar. Bütün
faşistler iktidarlarını sağlamak için böyle iddialarda bulunurlar. AKP iktidarı
hiçbir biçimde bu hedeflerine ulaşamayacak ve kaybedecektir. AKP iktidarının
yenilgisi, kaybetmesi, Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğü savaşın
başarısız olmasıyla gerçekleşecektir.
Türkiye'nin iç koşulları, bölge
koşulları ve dünya koşulları da AKP-MHP ittifakı ne kadar saldırırsa saldırsın
başarılı olamayacağını gösteriyor. Direnecek ve başaracak olan kesinlikle
bizler olacağız. Bu nedenle “Mutlaka kazanacağız” şiarıyla 2017 yılında
mücadeleyi AKP iktidarına karşı her yerde sürdüreceğiz. O bize karşı her yerde
savaşı yürütmek istiyorsa biz de ona karşı her yerde bütün imkanlarımızı
kullanarak direneceğiz. Bizim cevabımız böyle olacaktır.
Barış süreci mümkün değil
Türkiye'de barış süreci diye bir süreç
başlatmak mümkün değil. Kürt sorununun çözüm anlayışının olmadığı yerde nasıl
barış olacak? Kürt’ün gücü bitirilmek, ezilmek, tasfiye edilmek isteniyor.
Kürtlerin gücünü ezip yeniden 20. yüzyıldaki gibi soykırımcı sömürgeci sistem
altına almak istiyor. Böyle bir ortamda Türkiye'de herhangi bir barış süreci
olmaz, bir çözüm süreci gelişmez. Türkiye'nin Bakurê Kurdistan’daki,
Rojava’daki politikası açık değil midir? Şehirleri yakıp yıkmadı mı, yerle bir
etmedi mi? Demokratik siyaset üzerindeki saldırılar ortada. Binlerce tutuklu
var. Bütün belediye eşbaşkanları görevden alındı ve tutuklandı. Şu anda dünyada
hiçbir ülkede olmadığı kadar kadın siyasetçi tutukludur. Bu kadar kadın
siyasetçinin tutuklandığı bir yerde bir barış süreci, bir çözüm gelişebilir mi?
12 Eylül 1980’de darbe geldiği zaman Kürt Özgürlük Hareketi'nin ve Kürtlerin
kökünü kazımak hedefleniyordu; bir kök kazıma saldırısı başlatılmıştı; şimdi de
AKP-MHP ittifakı böyle bir saldırı başlatmıştır. Hedef Kürtlerin iradesini
kırmak, sindirmek ve boyun eğdirmektir. Herhalde irade kırma, sindirme ve boyun
eğdirdikten sonra barış olmaz! Buna da teslimiyet derler. Teslimiyetin de barış
olmadığı açıktır. Tabii ki teslim olunursa ortalık süt liman olur, sessizlik
olur. Güçlünün Barışı denen Pax Romana olur. Bunun da barış olmadığı açıktır.
Barış ancak mücadeleyle gelişir
Bu açıdan adalet olmazsa, eşitlik
olmazsa barış da olmaz. Şimdi dünyada çeşitli çevreler “adalet yoksa barış da
yok” diyorlar. Kürdistan'da da adalet yok, bu ortamda nasıl barış olacak? Bu
açıdan biz bir barış sürecinin ancak direnişle, mücadeleyle gelişebileceğini
düşünüyoruz. Eğer güçlü bir direniş ortaya konulur, bu politikalar boşa
çıkarılırsa, o zaman demokratikleşmenin önü açılır. Barış demokratikleşmeyle
gelir. Barışla demokratikleşmenin arasında doğrudan bağ vardır. Türkiye'de
demokratikleşme olmadan barış olmaz. Şu anda da iktidarın demokratikleşme diye
bir derdi yoktur. Aksine daha fazla otoriter olma çabası içindedir. Zaten daha
fazla otoriter olacaklarını açıkça söylüyorlar.