Sarıhan “18 aylık süreçte binlerce mağdur yaratılarak on yıllık 12 Eylül
aşıldı” diyor. Sarıhan Birgün'den Sebahat Karakoyun'a konuştu.
Karakoyun'un haberine göre, OHAL sürecinde yaşanan hak ihlallerini haftalık
raporlarla düzenli olarak kamuoyuna duyuran Sarıhan, bu çalışmaları “OHAL’de Ne
Haldeyiz” ismiyle kitaplaştırdı. AKP iktidarının hukuki koşulları oluşmadan
ilan ettiği OHAL’i art arda çıkardığı KHK’lerle “tüm muhalif kesimleri bastırma
aracı” haline getirdiğini belirten Sarıhan, “Hukuksal herhangi bir kuralın
tanınmadığı, uluslararası sözleşmelerin rafa kaldırıldığı 18 aylık süreçte
binlerce mağdur yaratılarak on yıllık 12 Eylül aşıldı” diyor.
12 Mart ve 12 Eylül dönemini yaşamış biri olarak halka güvendiğini, umutsuz
olmadığını belirten Sarıhan sözlerini “Bize düşen susmamak ve boyun eğmemek.
Bütün demokratik kanalları kullanmak. Hayır demeye devam etmek. Güçlerimizi
birleştirmek. Sözümüzü sokağa yaymak. Onların kapattığı her kapıyı yeniden
zorlamak. Halkla birleşmek. Halkın sağduyusuna inanmak...” diye sürdürdü.
Bir buçuk yılı aşan OHAL rejiminde yaşanan hukuksuzluklar, hak ihlalleri
konusunda genel bir değerlendirme yapar mısınız?
OHAL, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen askeri darbe girişimi gerekçe
gösterilerek ilan edildi. 15 Temmuz’da yaşadıklarımız anımsanırsa evet bir
darbe girişimi vardır. Ancak “girişim” düzeyinde kalmış ve başlangıç aşamasında
devletin mevcut güvenlik güçleri ve halk tepkisi ile önlenmiştir. Yapılması
gereken, yargı yolu ile hukuka uygun olarak gözaltı, tutuklama, yargılama gibi
adli ve idari soruşturmalarla, darbecileri ve bağlantılı oldukları örgütlerin
açığa çıkmasını gerçekleştirmektir. Ne var ki iktidar, 20 Temmuz 2016 da,
devletin mevcut güvenlik güçleri eliyle bastırılmış bir darbe girişimine karşı
OHAL ilan etti.
OHAL’in ilanı başlı başına bir hukuk ihlali diyorsunuz …
Evet, bugün yaşadığımız tüm ihlallerin kaynağı, hukuki koşulları oluşmamış
bir OHAL ilanıdır. OHAL bir hukuk rejimidir ve uyulması gereken hukuk kuralları
ve ilkeler vardır. Bunlardan ilki, OHAL ilanına neden olan “olay-olayların
bastırılması ve aşılması”dır. OHAL; yaygın şiddet ve tehlike oluşturan somut
olayla başetme amacı ile sınırlı olarak ilan edilebilecektir. Oysa OHAL
ilanının amacı, salt “Fethullahçı terör örgütünün açığa çıkarılması, yargılanması
ve eylemlerin önlenmesi” olması gerekirken, amaç maddesine “Terörle Mücadele
Yasası “ kapsamında yargılanmakta olan kişiler de alınmıştır. Türkiye’de
demokratik hukuk çevreleri, yıllardır TMY’nın anlatım ve örgütlenme özgürlüğünü
ortadan kaldırdığını ve terörle mücadele için var olan TCY’nın yeterli olduğunu
ifade ediyorlar. Kısacası sorunlu bir yasa ile karşı karşıyayız. Ağırlıklı bir
biçimde sol muhaliflerin mağduru olduğu bu yasa, OHAL’in kapsamı içine
alınarak, darbecilerin yıllardır bir tehlike olduğunu anlatan, onunla açıkça
mücadele eden sol muhalifleri de olağanüstü rejimin uygulama alanına dahil
etmiş oldu.
Kitabınızda sadece bir yıllık OHAL sürecinde yaşananların, 12 Eylül
sıkıyönetimin döneminde yaşananları katbekat aştığına dikkati çekiyorsunuz.
Bunu örnekler misiniz?
12 Eylül 1980 de girişim aşamasında değil, gerçekleşmiş bir darbe var.
Yönetenler darbeci generaller. Parlamento yok. Sıkıyönetim yasaları,
sıkıyönetim mahkemeleri, komutanlık bildirileri ile temel hak ve özgürlüklerin
darbecilere teslim edildiği günler yaşanıyor. Gözaltında yoğun işkence var.
Gözaltı 90 gün sürüyor. Cezaevleri, işkencehane gibi. Tek tip uygulamaları ile
insanlar yaşamalarından oluyor. Demokrasi istemli dilekçe veren aydınlar, “
Aydınlar Dilekçesi” davası sanığı olarak tarihteki yerlerini alıyor. Dahasını
anlatmayayım. Ama bu baskı ortamını yarmak, hukuku ve siyaseti
demokratikleştirebilmek için yıllarca çalıştı insanlar. Çok şeyi göze alarak
ciddi kazanımlara ulaştılar. Gözaltı süreleri kısaldı. İşkence önemli ölçüde
azaldı. Devlet içinde insan hakları kuruluşları, kamu denetciliği gibi kurumlar
oluştu. İnsanlığa karşı suç yasalarımıza girdi. Bu suçlardan zaman aşımı
kalktı. İnsan Hakları Derneği, TİHİV, ÇHD bu baskı ortamı içinde filizlendi.
Hak arama bilinci, sıkıyönetimin pek çok kalıntısı ile baş etti. Şimdi tam”
kazandık” derken her şey ters yüz oldu.
12 Eylül’ü aştı
Bugün koşullar farklı. Bastırılmış bir darbe var. Bakanlar Kurulu görevde.
Parlamento işlevsiz de olsa yerinde. İlan edilen OHAL. OHAL bir hukuk rejimidir.
Ama yaşananlara bakalım; Darbenin ertesi günü işkenceden geçmiş insan resimleri
gazetelerde yayımlandı. Suçu ne olursa olsun , işkence insanlık suçudur.
Binlerce insan ilgili ilgisiz gözaltına alındı, tutuklandı. Avukat hakları
kısıtlandı. 200 bine yakın insan kamu görevinden ihraç edildi. Bu insanlar,
geçindirmek zorunda oldukları aile bireyleri ile birlikte açlığa mahkum edildi.
Dokunulmazlıkları temel bir hak olan milletvekilleri tutuklandı.
Akademisyenler, kürsülerinden alındı. Barış istemek dahi yasaklar arasında yer
aldı. Görevden alınanların başka alanlarda çalışma hakları yasaklandı.
Pasaportları geçersiz sayıldı. Çok sayıda dernek kapatıldı. “Gündem Çocuk”
gibi, “Yurttaş Hakları”, ÇHD gibi derneklerin payına da kapatılmak düştü.
Seçimle gelmiş belediye başkanları istifaya zorlandı. Belediyelere kayyum
atandı. Şehirler, toplanma hakkına kapatıldı. İnsan Hakları Derneğinin
kurulduğu sokakta inşa edilen insan hakları anıtı etrafına barikat kurularak
cezaevine kapatıldı. Sonuç olarak OHAL, art arda çıkarılan her kararname ile
AKP iktidarının muhalif tüm kesimleri bastırmasının bir aracı oldu. Hukuksal
herhangi bir kuralın tanınmadığı, uluslararası sözleşmelerin rafa kaldırıldığı
18 aylık süreçte, binlerce mağdur yaratarak, on yılı aşan 12 Eylül aşıldı!
12 Eylül döneminde yaşananların travması oldukça uzun sürdü. Toplumsal ve
siyasal açıdan bugün yaşananların geleceğe yansımalarıyla ilgili neler
söylenebilir?
12 Eylül travmasına bireyler açısından bakarsak, o günlerin mağdurları,
uzun yıllar, yaşadıklarını dahi anlatamadılar. Birkaç 12 Eylül kitabı dışında o
günleri anlatan yapıtlar yeni yeni gün yüzüne çıkıyor. Çoğu, aynı işkencelerden
geçmiş olmasına karşın birbirleriyle dahi acılarını paylaşamadı. Neden
yazamadılar? Çünkü işkence ve kötü muamele onurlarını çok kırmıştı. Oysa
onursuz olanlar, onlara o muameleyi reva görenlerdi. Belki bunu çok sonra
bilince çıkardılar. Ben kendi deneyimlerimle de böyle olduğunu biliyorum. Belki
de korku yaymak istemediler. Kötülükle baş etmek için kötülüklerle karşılaşmak
çok mümkün. Her şeye rağmen bu dönem az önce sözünü ettiğim örgütlenmeleri
doğurdu. Birlikte direnmek gerekiyordu. İHD, yakınları cezaevinde olan daha çok
annelerin , eşlerin ve aydınların bir çare örgütü olarak kuruldu. 12 Eylül’ün
kapattığı ÇHD, yeniden kuruldu. Hatta o dönemde kapatılmış örgütler, fiilen
birlikteliklerini ve mücadelelerini sürdürdüler. Bugün topyekun yaşanan
travmanın kolaylıkla atlatılması elbette zor. Kazanımlarımızın çoğu elimizden
çıktı. Onları yeniden kazanmak güç ama olanaksız değil. Bugünün karabasanına
karşın sendikalar yine ayakta. Muhalif partiler, dünden daha büyük bir
kararlılıkla sokakta. Adalet yürüyüşü, bütün bir halkın kararlılığını
kanıtlıyor. Yürüyüşçülerin, salt siyasi parti üyeleri değil, geniş halk
kesimlerinden ve demokratik kuruluşlardan oluşu çok önemli. Demokratik
kuruluşların “OHAL YETER” çağrıları. Ben anımsıyorum; 12 Eylül’de “ARTIK YETER”
çağrıları yapıyorduk. Şimdi OHAL’in ikinci yılındayız ve OHAL’e YETER diyoruz.
AYM, gazetecilerle ilgili kararından ötürü Saray ve hükümet cephesi
tarafından hedef alındı. Hukukun rafa kaldırıldığı böyle bir ortamda nasıl bir
mücadele yöntemi izlenmeli?
Doğrusu ben umutsuz değilim. tüm olumsuzluğa karşın Anayasa Mahkemesi
olumlu bir karar verdi. Bu karara karşın söylenen her söz, hukuk tanımazlığın
resmidir. Bu karara uyulmazsa , bir hukuksuzluk daha tescillenir. Bize düşen
susmamak ve boyun eğmemek. Bütün demokratik kanalları kullanmak. Hayır demeye
devam etmek. Güçlerimizi birleştirmek. Sözümüzü sokağa yaymak. Onların kapattığı
her kapıyı yeniden zorlamak. Halkla birleşmek. Halkın sağduyusuna inanmak.