Güvenlikleri sebebiyle adlarının
yazılmadığı öğrenciler gözaltında gördükleri işkenceleri anlattı.
26 yaşındaki N. rumuzlu tarih öğrencisi
gözaltındayken saatlerce darp ve psikolojik işkence gördüğünü açıklarken,
işkenceciler arasında başörtülü bir polisin de olduğunu söyledi: “Mesela 3 tane
kadın çevik polis vardı otobüste. Onlardan biri başörtülüydü. Çok gençlerdi.
Biri 97 doğumluydu. Kadın olmalarına rağmen darp etmekte bayağı başarılılardı.
Sistematik şekilde sürekli saldırı halindeydiler.”
Tarih öğrencisi N., Sarıyer Olay
Yeri’nin önünde beklerken o ‘iyi polisle’ o işkenceci ‘başörtülü polisin’
arasında şöyle bir konuşma geçtiğini aktardı:
– Bugün kandil değil mi?
– Kandil ağabey.
– E, sen oruçlu değil misin?
– Oruçluyum ağabey.
– Sabahtan beri bunları dövüyorsun,
senin orucun bozulmuştur.
– (En yakınındakinin kafasını tutup cama
vura vura) Yok ya, bu p.çleri dövmekle oruç bozulmaz, sevaptır, sevaptır.
Gözaltına alınmasıyla ilgili olarak,
“Sabah uyandığımda telefonumda onlarca çağrı gördüm çünkü sabah 5 gibi evler,
yurtlar basılmış ve bunun haberi herkese gitmiş.” diyen N., “Herhangi meşru bir
kanıtı yokken 8 maskeli adamla, uzun menzilli tüfeklerle, sabahın 5’inde 18
yaşında bir öğrencinin evini basmak bir devlet geleneğidir.” diyerek gözaltında
yaşadıklarıyla ilgili şunları söyledi:
“Beni darp etmeleri için koşul yoktu
çünkü o anda 2 kişi kafama bastırıyor, diğer ikisi kollarımdan kaldırıyor, bir
cenderedesin yani. Bir noktada aynı hızda koşamadığım için ayaklarımı
kaldırdım. Sadece ‘bırak’ diye bağırabildim. Ama erkek arkadaşlarımızı darp ede
ede aldılar. Çevik otobüsü zaten kuzey kapıya çok yakın bir yerdeydi. Kapıdan
çıkar çıkmaz küfürler ve aşağılamalar başladı. Otobüsün kapısının önüne
geldiğimizde de vurmaya başladılar.
– Yüzlerinde ne gördün?
Nasıl bir hınç, nasıl bir kin, nasıl bir
nefret anlatamam. İnanılmaz gözleri dönmüştü. Daha tanımadan nefret ediyorlardı
bizden. Çok acayip! Otobüsün içi polis doluydu. Kapıda beni içeri ittiler, geri
çektiler; yine ittiler geri çektiler. Meğer arkamdakini bekliyorlarmış, o
gelince kafalarımızı birbirine öyle bir çarptılar ki ben otobüsün içine
yuvarlandım. Orada duran biri tekmeyle bana vurmaya başladı ve o esnada
gözlüğüm kırıldı. Döve döve hepimizi almaya başladılar. Hepimizi aldıktan sonra
ters kelepçe taktılar ve bilerek çok sıktılar.
– Korktun mu hiç?
En başta tedirgin oldum. İlk başta neler
olduğunu anlayamıyorsun ama birini getirdiler, onun halini gördüğümde çok
tedirgin oldum çünkü çok kötü gözüküyordu. Yüzü kan revan içindeydi.
Hissettiğim korkudan çok, ‘bunlar çok kötü insanlar ya’ duygusuydu. Kötü
oldukları için de durumumuzun daha da kötüye gideceğini anladım. Sonra
diğerlerini gördüm, o kadar tedirgin bakıyorlardı ki orada olduğuma sevindim.
Çünkü bu benim ilk gözaltım değildi, böyle bir muamele görmemiştim ama tek
başımaydım ve çok korkmuştum. Diğerlerinin ne hissettiğini çok iyi anladığım
için orada onlarla olduğuma bir anda çok sevindim. Dayak devam ederken ‘iyi ki
sen de alındın’ dedim kendi kendime ve korkuyu dağıtmak için uğraştım. Hatta
fırsat bulunca espri yapmaya bile başladım. Sonuçta biliyordum ki bir yere
kadar dövecekler, sonra hastaneye götürecekler, hastaneden sonra çok
dövemeyecekler, o yüzden psikolojini korumaya çalış.
– 8 saate yakın şehirde dolaştırmışlar
sizi.
7-8 saat o arabanın içinde kaldık. 3
saati bilfiil dayakla geçti. 3 saat sonra bizi İstinye Devlet Hastanesi’ne
götürdüler.
– Darp raporu alacağınızı bile bile sizi
darp etmeleri başlarına bir şey gelmeyeceklerinden emin oldukları için mi?
Evet, kesinlikle öyle. Otobüse ilk
aldıklarında ilk olarak kimliklerimizi topladılar. Amirleri gelip ‘hedef
şahıslardan kimse var mı aralarında’ dedi. Yok amirim dediler. Bunları dövün
dedi, raporu da bana getirin ben imzamı atacağım dedi. Oradaki mesele de şu;
aralarında hedef şahıslar yok, biz bu çocukları aldık ama akşama geri
bırakacağız; o yüzden biz bunları pert edelim, geride kalanlara ibretlik olsun!
Çünkü bize ne otobüste ne hastanede ne karakolda hiçbir soru sorulmadı.
‘OTOPARK ASLINDA GEZİCİ İŞKENCE MERKEZİ’
– Otobüs en başından beri hareket
halinde miydi?
Hayır. Okul kapısının karşısındaki
otoparka çektiler. Orası gezici karakol gibi bir yer. Her tür gözaltı
işlemlerini, darbı, işkenceleri orada yapıyorlar. Önce yarım saat orada dayak
attılar. Tüm dayak faslı 3 saat sürdü. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı, otobüsü
sürmeye başladılar. Zaten buralı polisler değildi, yandex’ten yol tarifine
bakıyorlardı devamlı.
– Yorucu bir şey değil mi dayak atmak?
Yoruluyorlardı, arada dinlenme molası
veriyorlardı. Mesela 3 tane kadın çevik polis vardı otobüste. Onlardan biri
başörtülüydü. Çok gençlerdi. Biri 97 doğumluydu. Kadın olmalarına rağmen darp
etmekte bayağı başarılılardı. Sistematik şekilde sürekli saldırı halindeydiler.
Şöyle laflar dönüyordu; ‘bunların fotoğraflarını çekin, yarın leşlerini görünce
tanırız’. Zaten küfürler gırla.
– Kendini koruyabildin mi?
Ben mümkün olduğu kadar tepki vermemeye
çalıştım, sadece nasıl vuracaksa ona göre pozisyon almaya çalıştım. ‘Ha, kafaya
doğru geliyor, o zaman şöyle öne yaslanayım’ falan diyorsun gayri ihtiyari. Bir
yerden sonra vurmayı bırakıp sırayla saçımla oynamaya, saçımı okşamaya
başladılar. Boynuma falan dokunuyorlardı. Bu psikolojik bir işkence tekniği…
Sen ne kadar yıpranırsan, o kadar haz alıyorlar.
– Hastaneden nereye gittiniz?
Biz doktordayken zorla dışarı çıkardık
onları, darp raporu alırken yanımızda durmamaları lazımdı. Hatta birinin ‘keşke
Bayrampaşa’ya götürseydik’ dediğini duydum; muhtemelen tezgahları var orada.
Neyse hastaneden bizi alıp İstinye Karakolu’na götürdüler. Önce otobüste
beklettiler. Tuvalet ihtiyacımızı belirttik. Bizi götürdüler ama tuvaletin
kapısını kapattırmadılar. Zaten o ana kadar su da vermemişlerdi. Fakat orada
indirmediler, sonra biraz daha dolaştırıp Sarıyer Olay Yeri’ne götürdüler. Saat
5’e geliyordu ama bizi indirmediler ve bu sefer saat 7’ye kadar otobüste
beklettiler. Nereye götüreceklerini bilmiyorlardı, Gayrettepe’ye götüreceklerdi
aslında ama orada yer yokmuş.
– Bu olayda hiç iyi polis yok muydu,
hani filmlerde olur ya?
(Gülüyor) Olmaz olur mu! Bütün bunlar
olurken bir ara kadın polisler aşağıya indi, işte o zaman iyi polis geldi.
Birkaç kişinin kelepçesini gevşetti. Bize su getirdi. Kendi aramızda
konuşmamıza izin verdi. O esnada ya adrenalinden ya da sinirlerimiz iyice laçkalaştığından
gülmeye başladık. Sonra bizi Olay Yeri’ne götürdüler. Orada bayağı bekledikten
sonra avukatımızı aramamıza izin verdiler, avukat öyle bizim yerimizi
öğrenebildi. Avukat gelmeden tutanak imzalatmaya çalıştılar, bir şey
imzalamayacağımızı söyledik. Sonra avukatlar geldi, ondan sonra polisler çok
efendilerdi.
– Bunları yapmak için nasıl bir
eğitimden geçtiklerini merak ediyor insan.
Biz de merak ediyoruz. Mesela Sarıyer
Olay Yeri’nin önünde beklerken o iyi polisle o başörtülü polisin arasında şöyle
bir konuşma geçti;
– Bugün kandil değil mi?
– Kandil ağabey.
– E, sen oruçlu değil misin?
– Oruçluyum ağabey.
– Sabahtan beri bunları dövüyorsun,
senin orucun bozulmuştur.
– (en yakınındakinin kafasını tutup cama
vura vura) Yok ya, bu p.çleri dövmekle oruç bozulmaz, sevaptır, sevaptır.
– Peki, Olay Yeri’nden sonra
bırakıldınız mı?
Bırakıldık ama sonra tekrar hastaneye
götürüldük zaten bunu yapmak zorundalar. Orada da polis bizi doktorla yalnız
bırakmamaya çalıştı. Doktor da belki de onlardan çekindiği için ‘bir şey olmaz,
perdeyi çekiyoruz’ dedi, biz de zorla onların orada bulunmaması gerektiğini
anlattık. Yani bunun için bile oradaki personel ve doktorla mücadele ettik;
insani haklarımız için.
– Nasıl hissediyorsun?
Ne hissedebilirim ki? Bunların gözü dönmüş,
karşılarında o kadar çaresizsin ki!
– Okuldan içeri girerken ne
hissediyorsun? Mesela seni gözaltına alanlarla ya da seni darp edenlerle
karşılaştın mı hiç?
Okula geldiğimde her yerde sivil
polisleri, o meydandan çekilmiş ruhu gördüğümde hiç iyi hissetmedim. Otobüste
bizi dövenlerden birini çay içerken gördüm; hatta bugün bile gördüm… Nefret
ettim. Kendilerine dokunulamaz sanmaları, onların bu denli korunuyor olması ve
onların da bunu bilmeleri düşüncesinden tiksindim. Öfkelendim.
– Sonrasında gözaltılar devam etti mi?
Tabii ki. Daha da arttı. Artık okuldan
almaya başladılar. Bir gün bir arkadaşımızı yemek yerken gözaltına aldılar. O
ilk hafta her yerdelerdi. Derse giriyorlardı. İki kişiyle oturup çay
içemiyorsun çünkü hemen yanında biri bitiyor.
– Senin yanına gelmeye korkanlar oldu
mu?
Olmaz mı! Geçmiş olsun dedikten sonra
hemen aynı ortamda bulunmaktan rahatsız olduklarını, yanımdan uzaklaşmak
istediklerini, o korku halinin her yere sirayet ettiğini görebiliyorsun.
İnsanlar kendilerini suçlu hissetsinler diye bunları yapıyorlar halbuki sensin
suçlu, ben değil! Gelip orta yerde beni alıp dövensin. Bunun hesabını
vermeyensin. Elinde silah olan sensin. Güç sizde, şiddet sizde. İzinsiz eylem
diyorlar ya bizim yaptığımıza, o lokum masası da izinsiz… İslam Araştırmaları
Kulübü o masayı koymak için izin almadılar hatta o masayı biz açtık bile
demiyorlar. Madem bir fiili durum var, e masayı açanlar hakkında önce bir
soruşturma başlatılması gerekmiyor mu? 70 bin tutuklu öğrenci var; daha
davalarının dosyası yok! Mesele düşünceyle savaş. Bir iktidar ne kadar
haksızsa, ne kadar yalan söylüyorsa o kadar düşünceye saldırır. Daha ne kadar
hesap vermeyecekler? Bu ülkeyi iç savaşa götürmek istiyorlar. Çok net. Mart’ın
başında KHK ile geçen 200 mermi sayısı her ruhsatsız için 1000 oldu. 106 bin
tane envanterden kayıp silah var, ruhsatlı olmayan. Birinin tıkıyla taraftar
gurupları ‘terörist istemiyoruz’ diye üniversitenin kapısına dayanabiliyorlar.
ODTÜ’de, Ankara Üniversitesi’nde, İstanbul’da, Marmara’da, Yıldız Teknik’te her
gün yan yana gelmek isteyen muhalif öğrenciler ÖGB’nin, faşistlerin ve
polislerin saldırılarına maruz kalıyor.
– Kendini çok kötü hissediyorsun belli,
ama en kötü nerede hissettin?
O gün adliyede hepsinin tutuklamaya sevk
edildiği ve 10 tane arkadaşımızın hapse atıldığı an kendimi en kötü hissettiğim
andı. Elim kolum bağlıydı. Zaten mahkemeye çıkacakları günün sabahı savcı
değişti. Tüm o gözaltı sürecini takip eden savcı bir anda değiştirildi. Ve
kimsenin ifadesini almadan tutuklamaya sevk etti. O annelerin çığlıkları
gitmiyor kulağımdan; neden, neden, neden diye… Bir anne neden diye 1 saat
boyunca ağladı. O an o gözaltı otobüsünden bin kat daha kötüydü benim için.
Onlar her şeyi yapabiliyorlar çünkü ve sen hiçbir şey yapamıyorsun.