
Çingeneler yada Romanlar, yerleşik
toplumlardan farklı bir yaşam tarzına sahip, dünyanın neredeyse her ülkesinde
yaşayan, yüzlerce yıldır göçebelikle yarı-göçebelik arasında bir denge
tutturarak yaşayan, son elli yıldır yerleşik hayata geçmeye çalışan, yeryüzünün
en eski halklarından biridir.
Kökleri Hindistan'a dayanan bu halk;
farklı kastlar, sınıflar ve coğrafi bölgelerde yaşarken, çeşitli sebeplerle ve
farklı tarihlerde, hiç bitmeyecek bir göçe başlarlar. Tarihsel veriler,
Çingenelerin, anavatanları Hindistan’dan da savaşlar yüzünden dünyaya
dağıldıklarını gösteriyor.
İ8 Nisan Dünya Romanlar Günü Kutilip
Kakılıp Yok Sayılan tlu Olsun..!al ve kastsal farklılıkları Çingene kavimlerinin
bugün de adlarını oluşturur. Rom (Roman), Dom, Lom, Abdal, Ashkal, Mugat ve
daha nice kavimler dünyanın dört bir yanına dağılmış, büyük bir ihtimalle
Çingene olmayan “gadjolar” tarafından verilen Çingene ismiyle
adlandırılmışlardır. Yüzyıllarca bu kelime, bu halkı aşağılamak için sıfat
olarak kullanıldı, kullanıyor... Çingene, Gypsy, vb. adlar, diğer halkların
adları gibi, saygı duyulmayı hak ediyor…
Çingenelere yönelik ırkçılık ve
ayrımcılık, yüzyıllardan bu yana varlığını sürdürüyor. Tarih boyunca, birlikte
yaşadıkları halkların kültürlerine, yaşamlarına sayısız katkı sunan, bir
yanıyla da dünya kültürünün taşıyıcılığını yapan bu zanaatkâr topluluklar
varlıklarını sürdürmeyi başardılar.
Balkan Savaşı’ndan, Birinci ve İkinci
Dünya Savaşı’na ve sonrası dönemlerde milyonlarca Çingene göç yollarını
değiştirip farklı coğrafyalara yönelmek zorunda kaldı. Irkçılık ve ayrımcılık,
özellikle Nazi Almanya’sında doruğa ulaştı. 500 bine yakın Roman, Nazilerin
ölüm kamplarında can verdi, kurtulanlar Avrupa’nın dört bir yanına dağıldı. Bu
büyük felaketten sonra Romanlar pek çok platformda bir araya geldi.
8 Nisan 1971 tarihinde Londra’da
toplanan Birinci Uluslararası Roman Kongresi, bu tarihin Dünya Romanlar Günü
olarak kutlanmasına karar verdi. 8 Nisan bütün dünyada, İkinci Dünya Savaşı’nda
Naziler tarafından soykırıma uğratılarak katledilen ve sayısı tam olarak
bilinmeyen yüz binlerce Roman’ın anısını yaşatmak adına Dünya Romanlar Günü
olarak kabul edilmiştir. Bu kongrede, Romanların kullandığı bayrak, gökleri ve
yeri temsil eden mavi-yeşil arka planın üzerine kırmızı chakra (tekerlek)
olarak tanımlandı. Chakra, hem göçebeliği hem de Hindistan'ın tarihî
simgelerinden biri olarak Roman göçünün başlangıç noktasını işaret eder.
Ardından gelen yıllar boyunca,
Avrupa’da, Roman toplumu sürekli ayrımcılığa uğradı. Dağılan Doğu Bloğu
sonrasında yükselen milliyetçi dalgada, Balkanlar’daki çatışmalı dönem boyunca
on binlerce Roman evlerinden edildi. Yaşadıkları ülkelerden başka ülkelere göç
etmek zorunda kaldı. Bugün de Roman halkına yönelik ırkçılığın, ayrımcılığın ve
tahammülsüzlüğün işaretleri Avrupa’da hâlâ her yerde görülebiliyor. Avrupa
Birliği sınırları içerisinde Romanların göç etmelerine hâlâ tam olarak izin
verilmiyor. Irkçı, yabancı düşmanı grupların saldırılarında ana hedef, en
savunmasız olan, Roman toplulukları. Daha geçen haftalarda, Hollandalı PSV
futbol takımının taraftarlarının, Madrid’in Plaza de Mayor meydanında, Roman
göçmenlere yaptıklarını tüm dünya ibretle izledi.
Yüzyıllardır, “Bu bizim savaşımız değil
ki, sizin savaşınız. Çingeneler tarihleri boyunca kimseyle savaşmamıştır. Neden
bedelini biz ödüyoruz?” diye haykıran bu halk, bugün Ortadoğu’da çok zor
zamanlardan geçiyor…
Çingene toplulukları, yüzyıllardır
birlikte yaşadıkları halklar, etnik ve dinsel gruplar arasında çıkan "iç
savaşların" kurbanları oldular. Ortadoğu'da, yıllardır süren savaş,
çatışma ve şiddet ortamı, Dom toplumunu, Avrupa’daki Roman toplumu gibi
yerinden etti. Son altı yılda yaşanan, iç savaş ve çatışmalı süreç, geçmiş
deneyimlerde olduğu gibi, bu kez de Ortadoğu’da yaşayan Çingene gruplarından
Domları, savaşta taraf olamamalarına rağmen şiddet ve zorunlu göçe maruz
bıraktı.
Özellikle Suriye’de yaşanan iç savaş
ortamı, bu ülkede yaşayan Domların komşu ülkelere sığınmalarına sebep oldu.
Lübnan, Ürdün, Irak ve Türkiye gibi ülkelere sığınan Domlar, bu ülkelerde de
ayrımcılığa uğruyor ve dışlanıyorlar. Eğitim, sağlık, beslenme gibi insani
şartlardan uzak yaşamaya çalışıyorlar.
Suriye'den Türkiye'ye sığınan yaklaşık
30-40 bin arası Dom, zorluklar içinde yaşamaya çalışıyor. Sayıları 3,5 milyona
yaklaşan Suriyeli sığınmacı içerisinde, çok küçük bir oranı temsil ediyorlar.
Türkiye’ye sığınan Domlar, Suriyeli
mültecilerin yaşadıkları sıkıntılara ek olarak, etnik kimlikleri ve yaşam
tarzları nedeniyle gerek yetkililer, gerek yerel halk ve diğer Suriyeli
mülteciler tarafından ayrımcılığa uğruyor. Suriye’den ülkemize sığınan Domlar,
çoğunlukla kentlerin yoksul semtlerinde derme çatma evlerde, barakalarda yaşamaya
çalışıyor. Büyük bir çoğunluğu Mardin’den Antakya’ya sınır boyunca, kentlerin,
kasabaların ve köylerin çevresinde derme çatma çadırlarda yaşamaya çalışıyor.
Bir şekilde kamplara girebilmeyi başaranlar, kendilerini bildikleri dillere
göre Kürt, Türkmen, Arap olarak gizlemeye çalışsalar da, kampın Arap, Kürt ve
Türkmen sakinleri tarafından dışlanıyor ya da hırsızlıkla ve ahlâksızlıkla
suçlanıyorlar. Diğer yandan kamp yönetimlerinin de önyargılı tutumlarına maruz
kalıyorlar ve kamplarda barınamaz hale geliyorlar. Pek çoğu da, tel örgüler
içine hapsolmamak, aşağılanmalara uğramamak, dışlanmamak için kamplardan uzak
duruyor. Dom mülteciler kendi kurdukları çadır kamplarında, derme çatma
çadırlarda, yıkıntılarda ve terk edilmiş binalarda kalıyor. Kalacak bir yeri
olmayanlar, sokaklarda, parklarda yatıyor, ancak çok küçük bir kısmı, birkaç
aile bir arada, kiraladıkları evlerde kalıyorlar. Bu evler de daha çok
Türkiye'de yaşayan Çingene topluluklarının mahallelerinde tutuluyor. Zaten
günübirlik bulabildikleri işlerle ancak yaşayabilen gruplar, kiraya verecek
paraları olmadığı için sık sık yer değiştiriyorlar. Küçük şehirlerde daha çok
baskıya maruz kaldıkları için İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlere göç
edip kalabalıklar içinde kayıp olmak istiyorlar. Mevsimlik işçi olarak Akdeniz
ve Orta Anadolu bölgelerine ucuz işgücü olarak gidiyorlar.
Ortadoğu'da yaşayan Dom toplumu, alt
kabilelerden oluşuyor ve bunlar da birlikte yaşayan büyük aileler olarak
gruplara bölünüyor. Her bir grubu oluşturan aileler (5-15 arası aile) aslında
komünal bir yaşam sürüyor. Görünüşte bağımsız çadırlarda ya da evlerde
yaşasalar da, dayanışma geleneği hâlâ sürüyor. Grubu yönetip yönlendiren bir
lider aynı zamanda dış dünyayla da ilişkilerini kuruyor. Bu komünal yaşam, içe
kapanık toplumu dış tehlikelere karşı da koruyor. Kadim gelenek bu sayede
süregeliyor. Özel mülkiyet duygusunun neredeyse olmaması, bireysel/ailesel
eksiklik ve yokluğun grup içerisinde telafisi, özellikle kadınların ve
çocukların korunması, zor yaşam koşullarına dayanıklılık gibi, kısaca biz
“gadjolar”ın yaratığı toplumsal, ekonomik sisteme karşı var olabilmek ve de
yüzlerce yıldır asimile olmama direnci, bu komünal yaşamdan kaynaklanıyor. İşte
bu birlikteliğin, savaş ve çatışma gibi altüst oluş dönemlerinde parçalanmaya
uğraması, bireysel yaşama becerisi olamayan aileleri ve bireyleri, bilmedikleri
bir dünyanın içerisine atıyor. Parçalanan gruplarla birlikte toplumsal bünyede
yaralar açılıyor. İşsizlik, barınaksızlık ve açlık gibi yaşamsal gereklilikleri
karşılamak için bilmedikleri sistemin içerisine dahil olmaya mecbur kalan
bireyler, buradan gelecek tehlikelerle de baş başa kalıyorlar. Sokakta bir
şeyler satan çocuklar, yardım toplayan kadınlar ve ne iş olursa yaparım diyen
erkekler hızla suça bulaşıyor ya da bulaştırılıyor. Bu topluluklarda dağılan
gruplar ve bölünen aileler her türlü tehlikeye açık hale geliyor.
Dünya Romanlar Günü’nün Çingene
toplumunun (Rom, Dom ve Lom) kültürünü tanıtmakla sınırlı olmayan, aynı
zamanda, tüm bu toplulukların yaşamın her alanında karşı karşıya kaldıkları
baskı, ayrımcılık ve önyargılar konusunda farkındalık yaratmak ve ayrımcılığa
karşı bir araya gelmenin önemine de vurgu yapması dileğiyle. Dünya Romanlar
Günü kutlu olsun…