ABD Başkanı Donald Trump’ın ‘huysuz bakkal’ tavrıyla üyelerinin aidat borçlarını yüzlerini vurduğu NATO, geçen hafta Brüksel zirvesinde Suriye ve Irak’taki savaşlara katılma kararı aldı. Naiflikten sahadaki realiteyi göremeyecek kadar yüksekten uçan ‘liberal müdahaleci’ tayfa ile ‘terörle mücadele orkestrası’ pek umutlu: IŞİD’in sonu geliyor!
Keşke ama o kadar basit değil.
Söz, Amerikan müdahaleciliğini uluslararası topluma mâl etme aracı olmaktan öteye gidemeyen NATO’dan açılınca, ister istemez ittifakın ‘ihtişamlı sicili’ akla geliyor. Libya mesela. 2011’de Batı destekli asilere linç ettirilen Albay Muammer Kaddafi’nin ülkesi. NATO’cu cihatçıların neşter salladığı bir ameliyat masasında bırakılmış Kuzey Afrika diyarı.
İnsani müdahaleydi NATO’yu sahadaki cihatçılara kalkan yapan motivasyon. Abartma canım, dünya bir diktatörden kurtuldu ya! Evet kurtuldu ama bir halkın onurunu ve geleceğini yitirme pahasına, bütün varlıklarının talan edilmesi pahasına, parçalanma pahasına. Saddam Hüseyin de bir gün bile yaşamaması gereken bir diktatördü. Fakat ABD’nin iktidar ve devlet kurumlarını çökertmesiyle oluşan ürkütücü boşluk, Saddam’ın Irak halkına ödettirdiği bedelin 1000 mislini ödettirdi.
Tam da NATO, Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı koalisyona katılmaya hazırlanırken IŞİD, Britanya ve Mısır’da dehşet saçtı. Manchester’da Ariana Grande’in konserini hedef alan saldırıda 22, Minye yolunda Kıptileri (Hıristiyanları) vuran saldırıda 29 kişi öldü. İki olayda da saldırganlar Libya bağlantılı çıktı.
Mısır savaş uçakları saldırganların Libya’da eğitildiği gerekçesiyle Derne’de belli hedefleri bombaladı. Mısırlı yetkililere göre son 6 ayda üç kiliseyi bombalayanlar da Libya bağlantılıydı.
Britanyalılar da 22 yaşındaki bombacı Salman Abedi’nin çıktığı Manchester’daki Libyalı topluluğunu deşifre etmeye çalışıyor. Aslında sadece kendi günahlarına baksalar şifreye gerek kalmayacak.
İngilizler, El Kaide’nin Libya şubesi Libya İslami Savaş Grubu’nun Kaddafi’ye düzenlediği başarısız suikast girişiminin arkasında, İngiliz dış istihbarat servisi MI6’in olduğunu unutmuşa benziyor. Libya’nın El Kaidesi, yıllarca Manchester ve Birmingham’ı mesken edinen Libyalı selefilerce finanse edildi. Devlet de buna göz yumdu.
Suçlamalara bakılırsa 2011’de Arap isyanları patlak verdiğinde MI6, Kaddafi’ye karşı savaşa katılmaları için Libya kökenli Britanya vatandaşlarını yönlendirdi. Ustaca, çaktırmadan, kendini ele vermeden. Abedi’nin geçmişini kazıyanlar, şimdi MI6’in Libya’ya cihatçı transferindeki rolünü görüyor. Elde edilen bilgilere göre Abedi, ailesiyle birlikte 2011’de ülkesine dönüp savaşta yer aldı. Abedi Türkiye üzerinden Suriye’ye gidip döndü. Ağabeyi Haşim ile birlikte sonradan IŞİD’e katıldı. Tabutlar Bingazi ya da Trablus yerine Manchester’da kalkınca İngilizler de Libya’daki kirli oyunu konuşmaya başladı.
NATO’nun Libya serencamında net olan sonuç şudur: Müdahale, Kuzey Afrika’da El Kaide ve benzer örgütlerin önünü açtı.
Kuşkusuz bölgede Cezayir iç savaşından mütevellit bir cihadi saçılma var. Ama oradaki cihadi ideolojinin kökenlerinde de yine ABD’nin komünizme karşı ‘yeşil kuşak’ oluşturma planları yatıyor. Ne tesadüf ki cihadi selefiliğin hibrit dönüşümünü tartıştığımız şu günlerde, Afganistan’da Sovyetler’i çökertmek için kurulan ‘küresel mücahit otobanı’nın fikir babası Zbigniew Brzezinski, ölümüyle kötülüğün tarihini bir kez daha hatırlattı.
2003’ten itibaren Irak’taki El Kaide’yi örgütleyenlerin de, 2011’de Libya’da Kaddafi’ye karşı savaşa öncülük edenlerin de, Suriye’de isyan sürecine lokomotif olanların da sicilinde Afgan cihadına katılmışlık var.
11 Eylül 2001’deki saldırılara rağmen ABD, Ortadoğu’da rejim değiştirme oyunlarında cihatçıları kullanmaktan vazgeçmedi. Aynı şey sömürgecilik geçmişleri sayesinde Ortadoğu ve Afrika’da nüfuz ve müdahale kabiliyetini koruyan Britanya ve Fransa için de geçerli.
2011’den önce de Kuzey Afrika hattında özellikle Tunus ve Libya’nın görünmeyen bir cihadi selefi damarı vardı. Bölgeden Afgan cihadına katılanlar evlerine döndüklerinde hücresel çalışmalarını sürdürdü. Bu potansiyel 2011’deki müdahalede NATO’nun kara gücü olarak kendini gösterdi.
Kaddafi’nin devrilmesinin ardından Libya’nın silahları ya da Katar gibi ülkelerin dağıttığı silahlar Sahra Altı Afrika’da yeni maceralara akarken, bazı silahlar da militanlarla birlikte yeni görev yeri Suriye’ye taşındı. Mersin limanı ve Hatay sınırları bu transferde epey iş gördü.
Son iki yıl içinde IŞİD’in ayağına yer açtığı Derne de selefi damarın derinlerde olduğu bir yerdi. Tabii Kaddafi bunlara göz açtırmıyordu. Suriye ve Irak’ta kurduğu hilafeti sonsuza kadar koruyamayacağını anlayan IŞİD savaşını küreselleştirmeye karar verdiğinde yeni temerküz noktalarından biri Libya oldu. Suriye ve Irak’tan çıkanlar Libya’ya akın etti. Haliyle Libya’daki IŞİD sadece Libyalılardan ibaret değil. İçlerinde Mısırlılar ve Tunuslular da çok. IŞİD kısa sürede Derne ve Sirte’de yaklaşık 160 kilometrelik bir şeridi kontrol edecek hale geldi. Daha sonra öteki cihatçılar tarafından belli yerlerden çıkartıldı ama yok edilemedi. IŞİD’in Libya’yı tercih etmesinin nedeni sadece insan kaynağı değil aynı zamanda petrol yatakları ve merkezi otoritenin yokluğu.
Sorun sadece IŞİD değil, bölgede IŞİD ile aynı köklerinden beslenen Mücahitler Şura Meclisi ve Ensar el Şeria gibi örgütler de etkin. Birbirlerinin azılı rakipleri olması bu topluma farklı bir model sundukları anlamına gelmiyor.
Yalın haliyle ifade edersek üç hükümet, birbirine rakip ordular ve cihadi gruplar arasında bölünen Libya, Fransız iştahıyla yoldan çıkmış NATO müttefiklerinin eseridir. Şimdi Libya sadece Kuzey Afrika değil Avrupa’ya yönelen tehdidin de birincil derecede merkezi haline geldi. 2011’den beri cihatçı selefi örgütlerin Tunus, Mali ve Mısır’da kullandığı silahların önemli ölçüde kaynağı Libya.
El Kaide ve türevleriyle savaştan bahsedenlerin, önce rejim değiştirme oyunlarının bıraktığı kötücül mirasla yüzleşmesi gerekiyor. Önümüzde seri katil soğukkanlılığında sırıtan bir dehşet döngüsü var: Askeri ve siyasi müdahalelerle cihatçı grupların beslendiği koşulları yaratan; bunları gerektiğinde kullanan; işler çığırından çıkınca ve şiddet kendi sokaklarına ulaştığında teröre karşı sözde uluslararası koalisyon kuran; terörle mücadele ederken yıkım ve sivil kayıplarla yeni mağduriyetler yaratan; bununla yine cihatçılara bahaneler sunan; intikam hislerini körükleyen ve her müdahaleyle kodlarını değiştiren bir virüs gibi coğrafyadan coğrafyaya sıçrayan bir kısır döngü.
Yıkılan merkezi otoritenin yeniden kurulamaması, dağıtılan ordunun yerine sokaktan toplanan işsizler ordusunun ikame edilmesi yani milli ordu denilecek bir ordunun teşkil edilememesi ya da o ülke rejiminin hedefte olması nedeniyle merkezi iktidarla işbirliği yapmak yerine başına buyruk cihatçıyı işbirlikçi cihatçıyla yok etme stratejine gidilmesi bu kısır döngüden çıkışı zorlaştıran diğer faktörlerdir.
Velhasıl, ister milli ister dini saiklerle olsun, milis ordular kurarak ya da kurdurtarak ‘demokrasi ve özgürlük getirme’ bahanesiyle müdahale kanalları açma taktikleri defalarca kontrol edilemez sonuçlar doğurdu.
– Fehim Taştekin (Gazete Duvar)