23 Mayıs 2017 Salı

Kürt Sorunu Duvarlara Hapsedilemez..!

İmhacı ve inkarcı TC devleti, Rojava sınırına ördüğü duvarın ardından şimdi de İran sınırına duvar örmeye hazırlanıyor. İlk elden Ağrı ile Iğdır arasında 144 kilometre uzunluğunda bir duvar örülmesi planlanıyor. Yapılan açıklamaya göre, kısa süre zarfında yapımına başlanacağı söylenen yeni duvar “yeni güvenlik önlemleri” çerçevesinde devreye sokuluyor.
Hatırlanacağı üzere, T.C. devleti, Rojava özerk oluşumundan duyduğu korku ile, daha önce Suriye sınırında 700 kilometrelik bir duvar ve tel çekme çalışması yapmıştı. Bu duvar Hatay’dan başlayıp, Derik’e kadar uzanıyor. “Türk Seddi” olarak isimlendirilen bu duvar, 8 bin 850 kilometrelik Çin Seddi ve 3 bin 500 kilometrelik ABD-Meksika sınırındaki duvarlardan sonra “dünyanın üçüncü uzun duvarı” özelliğini taşıyor.
Her ne kadar “terör”le gerekçelendirilse de Suriye sınırındaki duvarın da İran sınırına örülecek olanın da esas işlevi bellidir. Kürtlerin Rojava ve Rojhilat-Doğu Kürdistan’daki Kürt kardeşleri ile, aynı anlama gelmek üzere Kuzey Kürdistan’ın diğer parçalarla bağlantısını koparmak hedeflenmektedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki güvenlik yalanı ile alelacele devreye sokulmak istenen bu “yeni güvenlik önlemleri”nin, zamanlaması da dahil, şaşılacak hiçbir yanı bulunmamaktadır
İnkar, asimilasyon, kirli savaş ve soykırım politikası koşullarında Kürt direnişi duvarlara hapsedilerek boğulmak isteniyor . Bilindiği üzere Türkiye’nin en temel sorunlarından biri olan Kürt sorunu ne zaman tüm yakıcılığıyla kendisini ortaya koymuşsa, anında faşist diktatörlük klasik yalana dayalı inkar, asimilasyon, savaş politikaları ve bunun dolaysız ifadesi olan kanlı icraatları ile karşılanmıştır.
Oysa Kürt sorunu kendisini tüm yakıcılığıyla dışa vuran ve çözümünü dayatan ulusal bir sorundur. Kürt halkı cephesinden hiçbir keyfi ve haksız dayatma söz konusu değildir. Hiçbir ayrıcalık talep edilmemiştir. İstenen, Kürt ulusunun bir ulus olmaktan kaynaklı son derce doğal ve meşru temel ulusal haklarının, en başta da kendi kaderini tayin etme hakkının tanıması, bir başka ulusun, demek oluyor ki Türk ulusunun kimliği ile değil, kendi kimliği ile ve Türk ulusu ile aynı eşit haklara sahip olmasıdır.
Bırakalım temel ulusal haklarının tanınmasını, imhacı ve inkarcı TC devleti devleti Kürtlerin varlığını dahi tanımamıştır. Anında cumhuriyetin yalana dayalı inkar politikasını devreye sokmuştur. Ona göre Misak-ı Milli sınırları içinde Kürt diye bir ulus yoktur. Türkiye’de sadece Türk ulusu yaşamaktadır. Devlet kurma ve egemen olma hakkı sadece ve sadece Türk ulusuna aittir. Türk ulusu ise Kürt denilenlerin de içinde yer aldığı tüm anasır-ı islamiyeden müteşekkil bir topluluktur. Keza, uzun yıllar boyunca Kürtçe diye bir dil de yok sayılmaktaydı.Suriye sınırında yükselttiği duvardan sonra, bu kez de İran sınırında inşa edeceğini açıkladığı duvar, öncekiler gibi boi bir çabadır. Son bir çırpınışın unsurlarından biridir sadece, Kürt sorunu bu ve bugüne dek başvurulan önlemlerle, saldırı ve savaş politikaları ile çözülmemiştir, bu aynı önlemlerle çözülemeyecektir.
Kürt sorunu mayın tarlalarının, Roboski türü katliamların, sınır boylarında Çin Seddi misali uzun ve yüksek duvarların, ha bire inşa edilen karakol ve kalekolların, özyönetim bahanesi ile Kürt kentlerinin yakılıp yıkılmasının, yüzbinlerin mecburi göçe zorlanmasının, toplu imhaların, tıklım tıklım dolan hapishanelerin, kitlesel gözaltı ve tutuklama terörünün, canlı yayınla gösterilen yargısız infazların, kayyum yolu ile belediyelerin gasp edilmesinin, Kürt milletvekillerinin tutuklanmasının, histerik linç girişimlerinin, sınır ötesi Cerablus seferi gibi seferlerin çözebileceği bir sorun değildir. Bunlar olsa olsa sorunu daha da ağırlaştıracaktır, daha karmaşık hale getirip, daha yakıcı biçimde sermaye devletinin önüne koyacaktır.

Bir kez daha, Kürt sorunu bir sınır güvenliği sorunu olmayıp, toplumsal-siyasal bir sorundur. Türkiye denen siyasi coğrafyanın temel toplumsal sorunlar bütünün parçası önemli bir sorundur. Sorun bu bütünlük içinde ele alınmalı ve toplumsal sorunların çözümünün yegane aracı olan toplumsal devrimle çözüleceğine inanılmalıdır. Bu, Türkiye ve bölge koşullarında birleşik bir anti-emperyalist demokratik devrim demektir. Böylesi bir devrimin tek muhatabı ise çeşitli ulus ve ulusal azınlıklardan Türkiye işçi sınıfıdır. Kürt sorunu tüm kapsamı ve tüm yakıcılığı ile çözülmek üzere Türkiye işçi sınıfı ve devrimci ve komünistlerin önünde durmaktadır.