AK darbeciler dünya yıkılsa onları
işlerine iade etmeyecek. Çünkü çok günah işlediler. 12 Eylül faşizminin işten
atıp açlığa mahkum ettiği insan sayısı binlerle ifade ediliyordu, bugün yüz
binlerce kişi sokağa atıldı. Bunca zulmü ancak vicdanını sıfırlamış olanlar
yapabilir. Vicdanı sıfırlayanlar, ölüme yattılar diye kimseyi işe iade
etmezler.
Dertleri “devrim olsun, AKP iktidardan
düşsün” değil. Mahkemede aynen böyle ifade ettiler. Sadece 20 Temmuz
darbesinden sonra KHK ile atıldıkları işlerine geri dönmek istiyorlar. Bunun
için de bir insanın göze alabileceği en ağır bedeli ödüyorlar, ömürlerini
eksiltiyorlar.
Öğretmenler Nuriye ile Semih’ten söz
ediyorum. İşlerine dönebilmek, öğrencileriyle buluşabilmek, evlerine ekmek
götürebilmek için yemek yemiyorlar; iktidardaki bir vicdansızın söylediği gibi
“ağaç kökü” de yemiyorlar, ömürlerinden yiyorlar!
Açlığa yatarak ömrünü eksiltmenin nasıl
bir bedel olduğunu, ömrünü eksiltmeye koyanlar bilir. 12 Eylül faşizminin
Metris cezaevinde aralıksız 28 gün süreyle sadece su içmiş biri olarak naçizane
ben de biliyorum. O devirde açlık grevlerinde ölüm sınırı 44’üncü günde
başlıyordu! O dönemde cezaevlerindeki direnişlerde yaşama veda edenleri
sevgiyle anıyorum.
Tecrübemle bildiğim bir şey daha var.
Zalimlikte her darbe öncekileri çırak çıkartır, yaya bırakır. 20 Temmuz
darbecileri de 12 Eylül darbecilerini çırak çıkarttı. Açlık grevleri ölüm
oruçları karşısında 12 Eylül faşistleri bile bugünkü evlatları torunları kadar
duyarsız değillerdi. En basitinden, cezaevlerinde açlık grevleri başladığında
“el alem ne der” kaygısı duyabiliyorlardı. Bugünkü evlatları gibi “ağaç kökü
yesinler” demeyi bilmiyorlardı; utangaç bir dille “gizli gizli yiyorlar”
diyorlardı.
Açlık grevine başlayanları tutuklamıyorlardı;
tutukladıkları devrimcilere avukat sınırlaması koymayı da akıl edememişlerdi.
Dediğim gibi cüppeli takkeli evlatları, 12 Eylül faşistlerini çırak
çıkarttılar; tek eksikleri tektip elbise. Amerikan emperyalistlerinden
aldıkları ilhamla cezaevlerinde tektip elbiseyi mecbur ettiklerinde o eksikliği
de tamamlamış olacaklar. Bir de idam cezası tabii. İnançları, o eksiği de
tamamlamayı emrediyor!!! Zalimliklerine sınır yok yani!!!
12 Eylül faşistleri de işten
atıyorlardı. Aynen otuzlu yaşdaki evlatları gibi mahkeme yolunu kapatıyorlardı,
başka işe girme hakkı tanımıyorlardı. Öyle ki ilk başlarda üniversite
sınavlarına girme hakkı bile vermiyorlardı. Bugünkü evlatları babalarından
dedelerinden geri kalmıyorlar, daha beterini yapıyorlar. 12 Eylül faşistleri
sosyal güvenlik hukuku ile ceza hukukunu birbirinden ayrı tutuyorlardı. Bizi
askeriyeden attıklarında emekli sandığı primlerimize ikramiyelerimize el
koymamışlardı. Bugünküler düşman ceza hukukunu sosyal güvenlik alanına da
taşırdılar, primlere ve ikramiyelere de el koyuyorlar...
Bizler işten atıldığımızda
tutuklandığımızda ömrümüzü noktalamayı düşünmedik. Hayata sıfırdan yeniden
başladık. Türkiye, Harp Okulu mezunu hindi çobanlarıyla, seyyar köftecilerle,
ayakkabı ve çorap satıcılarıyla, bohçacılarla, pazarlamacılarla tanıştı. Sonra
kimileri yeniden üniversite okuyarak avukat, doktor, mali müşavir, gazeteci,
mühendis filan oldular. Bu arada örgütlendiler, kendilerine yapılan haksızlığın
telafisini talep ettiler. Uzun soluklu mücadelede nihayet kısmen başarılı
oldular. Halen de ADAM-DER çatısı altında mücadele ediyorlar.
Nuriye ile Semih, ölüme yatarlarsa,
kendilerini açlığa mahkum eden bugünkü iktidarın vicdanında karşılık
bulacaklarını, işe iade edileceklerini mi umdular acaba? Semih mahkemedeki beyanında
“Biz devrim olsun, AKP gitsin diye açlık grevi yapmıyoruz. İşimizi geri
istiyoruz bunun için açlık grevi yapıyoruz” dedi. Hukuk dışı davada siyasi
savunma yapmadığını da söyledi Semih. Amaç sadece bu ise bilmeliler ki, ölü
gözünden yaş imamevinden aş çıkmaz! AK darbeciler dünya yıkılsa onları işlerine
iade etmeyecek. Çünkü çok günah işlediler. 12 Eylül faşizminin işten atıp
açlığa mahkum ettiği insan sayısı binlerle ifade ediliyordu, bugün yüz binlerce
kişi sokağa atıldı. Bunca zulmü ancak vicdanını sıfırlamış olanlar yapabilir.
Vicdanı sıfırlayanlar, ölüme yattılar diye kimseyi işe iade etmezler.
En acısı da bu vicdansızlıkla baş edecek
toplumsal dinamiklerin bugünkü zayıflığı. Bu yoksullukta Nuriye ile Semih,
ölmeye yatmalarıyla, mahkemedeki savunmalarıyla ülke tarihine direniş
kahramanları olarak geçmiş olacaklar. Heyhat ki “ölü kahramanlar”. Ülkemizin
direniş tarihinde öyle çoklar ki. Bir süre sonra hem dostları hem de düşmanları
tarafından unutulacaklar. Otuz yedi yıl önceki ağır yenilgiden bu yana devrimci
mücadele neredeyse ölü kahramanların yasını tutmaktan ibaret kaldı!
Bu satırları Semih ve Nuriye’nin
direnişlerini küçümsemek, önemsizleştirmek için yazmadım. Tersine direnişlerine
saygı duyuyorum, sempati duyuyorum ama ölmelerini istemiyorum. AK faşizmin
teşhiri ölmelerini gerektirmiyor.
Semih mahkemedeki beyanında dedi ki,
“köleliğe karşı mücadele eden Spartaküs’üm, firavuna karşı Musa’yım, ‘Dönen
dönsün ben dönmezem yolumdan’diyen Pir Sultan Abdal’ım, ‘Yarin yanağındma gayri
her şey ortaktır’ diyen Şeyh Bedrettin’im, İsrail zulmüne karşı dövüşen
Filistinli’yim!”
İşte tam da bu nedenle ömrünü tüketerek
faşistleri sevindirmek yerine, yaşayıp mücadeleyi sürdüren, ölmek yerine
örgütlenmeye öncülük eden Semih ile Nuriye daha önemli. Nefes alıp vermeyen
cansız kahramanlarımız yeterince var.
Not 1:Vakti olanlar, Semih’in
mahkemedeki beyanını da okusunlar lütfen.
Not 2: AK faşizmin zulmü karşısında
direnmek yerine “Rabbimiz bizi imtihan ediyor. Mükafatımızı ve haklarımızı
ahirette alacağız” zihniyetindeki mağdurlar bu yazının hedef kitlesi değildir.