4 Ekim 2017 Çarşamba

Nuriye Semih ölmemeli!!!

AK darbeciler dünya yıkılsa onları işlerine iade etmeyecek. Çünkü çok günah işlediler. 12 Eylül faşizminin işten atıp açlığa mahkum ettiği insan sayısı binlerle ifade ediliyordu, bugün yüz binlerce kişi sokağa atıldı. Bunca zulmü ancak vicdanını sıfırlamış olanlar yapabilir. Vicdanı sıfırlayanlar, ölüme yattılar diye kimseyi işe iade etmezler.
Dertleri “devrim olsun, AKP iktidardan düşsün” değil. Mahkemede aynen böyle ifade ettiler. Sadece 20 Temmuz darbesinden sonra KHK ile atıldıkları işlerine geri dönmek istiyorlar. Bunun için de bir insanın göze alabileceği en ağır bedeli ödüyorlar, ömürlerini eksiltiyorlar.
Öğretmenler Nuriye ile Semih’ten söz ediyorum. İşlerine dönebilmek, öğrencileriyle buluşabilmek, evlerine ekmek götürebilmek için yemek yemiyorlar; iktidardaki bir vicdansızın söylediği gibi “ağaç kökü” de yemiyorlar, ömürlerinden yiyorlar!
Açlığa yatarak ömrünü eksiltmenin nasıl bir bedel olduğunu, ömrünü eksiltmeye koyanlar bilir. 12 Eylül faşizminin Metris cezaevinde aralıksız 28 gün süreyle sadece su içmiş biri olarak naçizane ben de biliyorum. O devirde açlık grevlerinde ölüm sınırı 44’üncü günde başlıyordu! O dönemde cezaevlerindeki direnişlerde yaşama veda edenleri sevgiyle anıyorum.
Tecrübemle bildiğim bir şey daha var. Zalimlikte her darbe öncekileri çırak çıkartır, yaya bırakır. 20 Temmuz darbecileri de 12 Eylül darbecilerini çırak çıkarttı. Açlık grevleri ölüm oruçları karşısında 12 Eylül faşistleri bile bugünkü evlatları torunları kadar duyarsız değillerdi. En basitinden, cezaevlerinde açlık grevleri başladığında “el alem ne der” kaygısı duyabiliyorlardı. Bugünkü evlatları gibi “ağaç kökü yesinler” demeyi bilmiyorlardı; utangaç bir dille “gizli gizli yiyorlar” diyorlardı.
Açlık grevine başlayanları tutuklamıyorlardı; tutukladıkları devrimcilere avukat sınırlaması koymayı da akıl edememişlerdi. Dediğim gibi cüppeli takkeli evlatları, 12 Eylül faşistlerini çırak çıkarttılar; tek eksikleri tektip elbise. Amerikan emperyalistlerinden aldıkları ilhamla cezaevlerinde tektip elbiseyi mecbur ettiklerinde o eksikliği de tamamlamış olacaklar. Bir de idam cezası tabii. İnançları, o eksiği de tamamlamayı emrediyor!!! Zalimliklerine sınır yok yani!!!
12 Eylül faşistleri de işten atıyorlardı. Aynen otuzlu yaşdaki evlatları gibi mahkeme yolunu kapatıyorlardı, başka işe girme hakkı tanımıyorlardı. Öyle ki ilk başlarda üniversite sınavlarına girme hakkı bile vermiyorlardı. Bugünkü evlatları babalarından dedelerinden geri kalmıyorlar, daha beterini yapıyorlar. 12 Eylül faşistleri sosyal güvenlik hukuku ile ceza hukukunu birbirinden ayrı tutuyorlardı. Bizi askeriyeden attıklarında emekli sandığı primlerimize ikramiyelerimize el koymamışlardı. Bugünküler düşman ceza hukukunu sosyal güvenlik alanına da taşırdılar, primlere ve ikramiyelere de el koyuyorlar...
Bizler işten atıldığımızda tutuklandığımızda ömrümüzü noktalamayı düşünmedik. Hayata sıfırdan yeniden başladık. Türkiye, Harp Okulu mezunu hindi çobanlarıyla, seyyar köftecilerle, ayakkabı ve çorap satıcılarıyla, bohçacılarla, pazarlamacılarla tanıştı. Sonra kimileri yeniden üniversite okuyarak avukat, doktor, mali müşavir, gazeteci, mühendis filan oldular. Bu arada örgütlendiler, kendilerine yapılan haksızlığın telafisini talep ettiler. Uzun soluklu mücadelede nihayet kısmen başarılı oldular. Halen de ADAM-DER çatısı altında mücadele ediyorlar.
Nuriye ile Semih, ölüme yatarlarsa, kendilerini açlığa mahkum eden bugünkü iktidarın vicdanında karşılık bulacaklarını, işe iade edileceklerini mi umdular acaba? Semih mahkemedeki beyanında “Biz devrim olsun, AKP gitsin diye açlık grevi yapmıyoruz. İşimizi geri istiyoruz bunun için açlık grevi yapıyoruz” dedi. Hukuk dışı davada siyasi savunma yapmadığını da söyledi Semih. Amaç sadece bu ise bilmeliler ki, ölü gözünden yaş imamevinden aş çıkmaz! AK darbeciler dünya yıkılsa onları işlerine iade etmeyecek. Çünkü çok günah işlediler. 12 Eylül faşizminin işten atıp açlığa mahkum ettiği insan sayısı binlerle ifade ediliyordu, bugün yüz binlerce kişi sokağa atıldı. Bunca zulmü ancak vicdanını sıfırlamış olanlar yapabilir. Vicdanı sıfırlayanlar, ölüme yattılar diye kimseyi işe iade etmezler.
En acısı da bu vicdansızlıkla baş edecek toplumsal dinamiklerin bugünkü zayıflığı. Bu yoksullukta Nuriye ile Semih, ölmeye yatmalarıyla, mahkemedeki savunmalarıyla ülke tarihine direniş kahramanları olarak geçmiş olacaklar. Heyhat ki “ölü kahramanlar”. Ülkemizin direniş tarihinde öyle çoklar ki. Bir süre sonra hem dostları hem de düşmanları tarafından unutulacaklar. Otuz yedi yıl önceki ağır yenilgiden bu yana devrimci mücadele neredeyse ölü kahramanların yasını tutmaktan ibaret kaldı!
Bu satırları Semih ve Nuriye’nin direnişlerini küçümsemek, önemsizleştirmek için yazmadım. Tersine direnişlerine saygı duyuyorum, sempati duyuyorum ama ölmelerini istemiyorum. AK faşizmin teşhiri ölmelerini gerektirmiyor.
Semih mahkemedeki beyanında dedi ki, “köleliğe karşı mücadele eden Spartaküs’üm, firavuna karşı Musa’yım, ‘Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan’diyen Pir Sultan Abdal’ım, ‘Yarin yanağındma gayri her şey ortaktır’ diyen Şeyh Bedrettin’im, İsrail zulmüne karşı dövüşen Filistinli’yim!”
İşte tam da bu nedenle ömrünü tüketerek faşistleri sevindirmek yerine, yaşayıp mücadeleyi sürdüren, ölmek yerine örgütlenmeye öncülük eden Semih ile Nuriye daha önemli. Nefes alıp vermeyen cansız kahramanlarımız yeterince var.
Not 1:Vakti olanlar, Semih’in mahkemedeki beyanını da okusunlar lütfen.

Not 2: AK faşizmin zulmü karşısında direnmek yerine “Rabbimiz bizi imtihan ediyor. Mükafatımızı ve haklarımızı ahirette alacağız” zihniyetindeki mağdurlar bu yazının hedef kitlesi değildir.