Çocukken pazartesi günlerini iple
çekerdim. Bir an önce okula kavuşmak için değil, okul çıkışında gazeteciye
koşup Milliyet Çocuk almak için! Hafta boyunca elimden düşürmediğim dergi Abdi
İpekçi’nin girişimiyle çıkartılmış ve önce Milliyet’in eki olarak yayımlanmış,
sonradan bağımsızlığını ilan etmişti. İlk döneminde beklenen rakamı aşamadığı
için kapatılmış, ‘70’li yılların sonlarına doğru yeniden canlandırılmak
istenmişti. İkinci döneminde Ülkü Tamer’e emanet edilen dergi tahminlerin çok
üstünde bir satış yaptı ve başarıyla ‘80’li yıllara ulaştı. Beni tam da o
yıllarda yakaladı. Adını derginin künyesinden ve yazdığı kısa öykülerden
bildiğim Ülkü Tamer, dergideki kahramanımdı. Yaşayan en büyük şairlerdendi,
evet ama ben her şeyden önce çocukluk kahramanımı kaybettim. Bu yazı, onun
anısına.
Milliyet Çocuk (ve elbette Ülkü Tamer)
sayesinde çok isimle tanıştım. Orhan Boran, Müjdat Gezen, Umur Bugay, Kandemir
Konduk ve Haldun Taner, her hafta yazan isimler arasında hatırladıklarım….
Dergide, heyecanla takip ettiğim (Red Kit’ten Cimcime’ye, Uzay Çocukları’ndan
Larry Yuma’ya uzanan) şahane çizgi romanların yanı sıra aktüel haberler,
öğretici köşeler, ünlülerin çocukluk hatıraları ve Aziz Nesin’den Yusuf Atılgan’a
dönemin en önemli yazarlarının hikâyeleri yer alırdı. Sürekli sayfalar içinde
unutamadığım, Ülkü Tamer imzalı bir hikâye zinciri: Televizyonu çok seven,
izlerken sevdiği programların içine kaçan bir çocuğun maceralarını anlatan Tele
Yunus. Yerinde olmak ister, maceralarını sabırsızlıkla beklerdim. Kitap hâlinde
yayımlandığını görünce koşarak almış, yıllarca elimden düşürmemiştim. Hâlâ
bütün maceralarını ezbere bilirim.
Mesaim Tele Yunus’tan ibaret değildi
elbette… “Günışığı Hoşça Kal”dan Grimm Kardeşler’den aldığı “Şeytanın
Altınları”na çocuklar için yazdığı, çevirdiği, uyarladığı bütün kitapları
okudum. Muharrem’in yakasına konan günışığı ile bir günlük teması ve günün
sonunda kaçınılmaz olarak gelen ayrılık beni ağlatırdı ama okumalara
doyamazdım. Dedim ya, Ülkü Tamer çocukluk kahramanımdı.
Onunla büyüdüm, ilerleyen yıllarda
şiiriyle tanıştım. Garip’ten İkinci Yeni’ye geçtiğim dönemde halk şiirinden
esinlenen dizeleri ve etkileyici yapısıyla bir anda beni sarmış, üniversitenin
ilk yıllarında vazgeçilmezim olmuştu. Yeni başucu kitabım, Can Yayınları
tarafından basılan toplu şiirleri “Yanardağın Üstündeki Kuş”tu artık.
Kitaplarını, şiirlerini ve yazılarını kaçırmamaya özen gösterdim, onu her yerde
takip ettim. Şiirleri kadar (önce Radikal’de sonra Sabah’ta yayımlanan)
anılarını sevdim. “Yaşamımdan çizgiler” olarak tarif ettiği, “Yaşamak
Hatırlamaktır” başlığıyla yazdığı “ufacık olaylar” ona sevgimi pekiştirdi.
Ülkü Tamer Antepli. “Alleben Anıları”nda
(Milliyet Kitapları, 1997) çocukluk yıllarını anlatır, meraklısı için şahane
kitaptır. Sonrasını da “Yaşamak Hatırlamaktır”da (YKY, 1998) anlatıyor zaten.
Bu paragrafta paylaşacaklarım, o kitaptan süzdüklerim… Antep’te Dayı Ahmet Ağa
İlkokulu’nu bitirdikten sonra İstanbul’a gönderiliyor. Eğitimine Robert Kolej’de
yatılı olarak devam ediyor –ki hayatını şekillendirecek adım bu. Dönemi renkli.
Arkadaşları, sonradan Boğaziçi Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapacak Üstün
Ergüder’den Pamir Bezmen’e uzanıyor. Ona “ağabeylik” eden isim, üst sınıflardan
Cevat Çapan. Okulun futbol takımının yıldızı Sermet Çağan, basketbol
takımınınki ise Beklan Algan. Edebiyatı Behçet Kemal Çağlar’dan öğreniyor, şiir
yazıyor ve haytalık yaptığı zamanlarda okulu kırıp sinemaya gidiyor. Bu arada
gönlünü tiyatroya düşürüyor, okul bünyesinde sergilenen oyunlarda rol alıyor.
Sahnede Genco Erkal ve Çiğdem Talu ile tanışıyor, sevgisini onlar aracılığıyla
pekiştiriyor. Sonrasında, ‘60’lı yılların ortalarında bir dönem bu sevgiyi
“iş”e de dönüşüyor ve (“Keşanlı Ali Destanı”ndan “Zilli Zarife”ye, “Kurban”dan
“Palto”ya) pek çok oyunda sahneye çıkıyor. Bu dönemi anlattığı kitabı, “Bir Gün
Ben Tiyatrodayken…” (Adam Yayınları, 2003)
Ülkü Tamer’i ilk “canlı” görüşüm,
tiyatro sayesinde. Engin Cezzar, ekibi toplayarak “Keşanlı Ali Destanı”nı 1988
yılında TRT için televizyona uyarlamış, Ülkü Tamer bu uyarlamada yeniden Manyak
Cafer’i canlandırmıştı. Sonrasında kimi konuşmalarına denk geldim, onu sahiden
canlı dinledim ama cismiyle ilk karşılaşmam bu.
Okulu bitirdikten sonra Gazetecilik
Enstitüsü’ne devam eden Ülkü Tamer, ilk şiirlerini bu yıllarda yayımlıyor. İlk
kitabı, A Dergisi Yayınları’nca basılan “Soğuk Otların Altında”. 1959 yılında
yayımlanan bu kitaptaki şiirleri, Cemal Süreya’nın ilgisini çekiyor. Süreya,
şunları söylüyor: “Nuh’un gemisi gibiydi Ülkü Tamer’in ilk şiirleri: Kalabalık,
şenlikli, her türlü imgenin erkeğini ve dişisini barındıran, terzilerle,
dülgerlerle, tilkilerle, kirpilerle, sansarlarla ve her şeyle dolu.”
Ülkü Tamer, İkinci Yeni’nin
kurucularından ve akımın has şairlerinden. Memet Fuat’ın deyimiyle (çeviriler
yaptığı için) “Batı etkilerine açık” bir şair. Zaman zaman toplumsal meselelere
değiniyor ama ekseni hep aynı yerde. Şiirine dair söz haddim değil, ileride
değerlendirecekler çıkacaktır. Müzik üzerinden ilerleyip bestelenen şiirlerinden
doğru bir bağ kurabilirim ancak. Öyle yapacağım. Bu anlamda popüler bir şair
olmadığı muhakkak lakin katkıda bulunduğu tek bir “iş”bile onu müzik alanında
da özel kılıyor.
Adını bir plak kapağının üzerinde
gördüğüm yıl, 1986. Zülfü Livaneli’nin Mikis Theodorakis ile yaptığı,
“Dostlukların Abdi İpekçisi’ne” ithafıyla yayımlanan “Güneş Topla Benim İçin”,
sözlerini Ülkü Tamer’in bizzat yazdığı şarkılardan müteşekkil. Biri [Zülfü
Livaneli’ye ait “Kırlangıç”] hariç tüm şarkı sözlerinde imzası var ve hepsi
bizzat bu albüm için yazılmış. Her biri birbirinden güzel, hepsinde bitmek
tükenmek bilmeyen bir umut var. Onu özel kılan da bu zaten: Karanlık
günlerimizi umuduyla aydınlatan bir “öncü”ydü Ülkü Tamer. “Güneş Topla Benim
İçin”, şahikası. 1986 yılında ilk basımı yapılan toplu şiirleri “Yanardağın
Üstündeki Kuş”ta yer alan “Antep Neresi”, şarkı sözlerini topladığı “kitap”.
Ülkü Tamer – Zülfü Livaneli işbirliği,
1980’li yılların hemen öncesine uzanıyor. “Kırda Vurulanların Türküsü”, “Mayın”
ve “Memik Oğlan”, ilk ürünler. “Güneş Topla Benim İçin”de “birlikte çalışma”ya
dönüşen bu işbirliği, 2013 yılında yayımlanan son Livaneli albümü “Gökkuşağı
Gönder Bana”ya adını veren şiirle (şimdilik) tamamlandı.
Bestelenen Ülkü Tamer şiirleri arasında
en popüleri, 1974 tarihli “Sıragöller” kitabında karşımıza çıkan “Üşür Ölüm
Bile”. İlk dinlediğim beste Selda Bağcan’a ait: 1988 yılında yayımlanan
“Özgürlük ve Demokrasiyi Çizmek” adlı albümünde yer alan şarkının farklı bir
versiyonunu kısa süre sonra bir konserde dinleyecek, şaşıracaktım. Ahmet Kaya,
Ankara’da Derya Sineması’nda verdiği resitalde bu sözleri bambaşka bir besteyle
yorumlamıştı ama şiir duygusunu kaybetmemişti. Sonradan karşımıza çıkan farklı
yorumlarda da durum böyle: “Üşür Ölüm Bile”, kim tarafından ve ne şekilde
bestelenirse bestelensin duygusunu dinleyiciye aktaran bir şiir. Serap
Yağız’dan Sevinç Eratalay’a, Suavi’den Moğollar’a kimden dinlerseniz dinleyin
hep güzel. Bu şüphesiz Ülkü Tamer’in marifeti.
Aynı kitapta, “Üşür Ölüm Bile”nin hemen
öncesinde yer alan şiir “Ağıt” adını taşıyor: “Günü gelir dağa çıkar /
Yıldızlardan şiir çeker / Kanımızı siler yıkar / Suların en durusundan /…/
Bayrak olur bize yarın / Rüzgârıyla ilkbaharın / Dalgalanır genç kızların /
Gözlerinin Karasında…” Şiir, 1989 tarihli Grup Yorum albümü “Cemo / Gün
Gelir”de “Düşenlere” adıyla yer almış, Hüsnü Arkan’ın Almanya’da yaptığı “Bir
Yalnızlık Ezgisi” adlı albümünde farklı bir besteyle kendine yer bulmuştu.
Ahmet Kaya demişken, 1988 tarihli
“Başkaldırıyorum” albümünün ikinci yüzünü açan “Gül Dikeni”ni ıskalamamak
gerekir: “Uçakları nedeyim / Gökkuşağı gönder bana / Senin olsun süngülerin /
Gül dikeni yeter bana…” İlkay Akkaya “Yine” adını taşıyan albümünde (“Güneş
Topla Benim İçin”den bildiğimiz) “Geceleyin”i farklı bir besteyle seslendirdi.
Külliyata bir de Sevingül Bahadır yorumu ekleyeyim… “Düşlerim” adlı albümde
“Nerelerde Buldum Seni” adıyla yayımlanan, bir sonraki albüm “Kilim”e de aynı
adla giren “Şahdamar”, bestelenen en güzel Ülkü Tamer şiirlerinden: “Yola
düştüm ay batarken / Derelerde buldum seni / Ötelerde sanır iken / Berilerde
buldum sen seni /…/ Ekmeğimi dörde böldüm / Yarılarda buldum seni / Ölülerden
haber aldım / Dirilerde buldum seni…”
Ülkü Tamer’e selam çakan en yeni şarkı,
Yüzyüzeyken Konuşuruz işi “Cenaze Evi”. Şarkının sonunda, ilk kitaptan kopup
gelen “Konuşma”ya rastlıyoruz: “Ben olsam utanırım bu ne biçim öğrenci / Hem
dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.”
Her şey bir yana çok iyi bir çevirmen
Ülkü Tamer. Edith Hamilton’un Mitologya’sından Harry Potter’ın ilk kitabına
uzanan macerası, pek çok şairi tanımamıza sebep hamleleriyle yolunu buldu.
Çeviriler yaptı, antolojiler hazırladı. 1968 yılında Meriçelli Yayınları
tarafından basılan “Alacakaranlığın Sesleri”, çeviri şiirlerini topladığı
kitaplarından biri. Yayınevinin sahibi, ortaokul arkadaşı Anıl Meriçelli –ki
anılarında okul sıralarında birlikte şiir yazdıklarından söz eder ve şöyle der:
“Anıl’la benim gecemiz gündüzümüz edebiyattı.” Bu, ilk çeviri kitabı değil ama:
A Dergisi Yayınları tarafından (“Türkçesi: Ü.T.” ibaresiyle) basılan 16
sayfalık küçük kitap “Şiiristan”ın son sayfasında şöyle bir not var: “Şiiristan
burada başlar…”
Ülkü Tamer külliyatının en ayrıksı
kitaplarından biri, Sivas’ta kaybettiğimiz şairlerden Uğur Kaynar’ın Ankara’da
kurduğu Elyazıları Yayıncılık tarafından yayımlanan “Kırağı Gemisi”. Şairin
kendi el yazısıyla yazdığı seçme şiirlerinden oluşan bu kitap 1991 yılının
Şubat ayında yayımlanmış ve sadece 550 adet basılmış. Bulunduğunda hayranları
için büyük ikramiye!
Yazı uzar ama yavaş yavaş sonlandırayım.
Başlarken Milliyet Çocuk’tan söz etmiş, dergide en sevdiğim kahramanın Ülkü
Tamer’in yarattığı Tele Yunus olduğunu söylemiştim. 1979 yılında Tele Yunus’un
maceraları Cem Yayınevi bünyesinde faaliyetini sürdüren Arkadaş Kitaplar’ın
Erdal Öz yönetimindeki kırmızı dizisinin ilk kitabı olarak yayımlandı.
Çocukluğumda elimden düşürmediğim kitabın son macerasında Yunus “Zaman Tüneli”
adlı programa katılıyor ve 2014 yılının TRT’sine gidiyor. Orada Erkan Oyal’la
karşılaşıyor ve ondan, geçen zamanda neler olduğunu dinliyor. Ülkü Tamer’in
1979 yılında yaptığı 2014 tasviri, ne kadar ileri görüşlü olduğunun da işareti:
Dünya, insanların çoğalma hızına yenik düşmüş, yakıt sıkıntısı ortaya çıkmış;
denizler kirlenmiş, insanlar gözünü havaya çevirmiş. Dünya televizyonları
renkliyi aşıp üç boyutlu yayına geçmişken TRT bürokrasi yüzünden kendini
geliştiremediği için siyah-beyaz yayında kalmış. Şarkılar değişmiş, bir dönem
çok şey anlatan şarkı sözleri tekerlemeye dönüşmüş. TRT Yönetim Kurulu,
Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmama kararı almış. Yeni filmler birbirinden
beter olduğu için TRT, teknolojinin nimetlerini kullanarak yenilediği eski
Yeşilçam filmlerini (artık cızırtısız bir sesle) gösteriyormuş ve bunlar çok
ilgi görüyormuş. Tamer’in günümüze dair en enteresan tespiti yerli diziler
konusunda: Konu yokluğundan 2014 yılında “Aşk-ı Memnu”, “Kiralık Konak” gibi
dizilerin yeniden yeniden çekildiğini söylüyor! 1979 yılında gördüğü Türkiye’yi
aynen yaşayan büyük şair, tam da ona en ihtiyacımız olduğu günlerde bizi
bıraktı.
Barış Pirhasan, duygularını şu sözlerle
dile getirmiş: “Ülkü Tamer’i kaybettik… Şu anda düşünmek, konuşmak, yazmak
gelmiyor içimden…” Ekleyecek tek bir söz bile yok. Ülkü Tamer, yaşayan en büyük
şairdi. Gidişiyle, sonradan sonraya kendini hissettirecek bir boşluk ortaya
çıktı. Cemal Süreya’nın onun için yazdığı bir cümleyi, burada anmak isterim:
“Hayatın, ölümün ve her şeyin amatörüydü Ülkü Tamer.” Hep öyle yaşadı, o
amatörlüğün verdiği coşkuyla hayattan hiç kopmadı.
Geçmişten geleceğe verdiği sesi çok
özleyeceğiz.
Murat Sevinç
Gazete Duvar