2 Nisan 2018 Pazartesi

Ülkü Tamer’in ardından: Geçmişten geleceğe uzanan ses sustu..!


 
Çocukken pazartesi günlerini iple çekerdim. Bir an önce okula kavuşmak için değil, okul çıkışında gazeteciye koşup Milliyet Çocuk almak için! Hafta boyunca elimden düşürmediğim dergi Abdi İpekçi’nin girişimiyle çıkartılmış ve önce Milliyet’in eki olarak yayımlanmış, sonradan bağımsızlığını ilan etmişti. İlk döneminde beklenen rakamı aşamadığı için kapatılmış, ‘70’li yılların sonlarına doğru yeniden canlandırılmak istenmişti. İkinci döneminde Ülkü Tamer’e emanet edilen dergi tahminlerin çok üstünde bir satış yaptı ve başarıyla ‘80’li yıllara ulaştı. Beni tam da o yıllarda yakaladı. Adını derginin künyesinden ve yazdığı kısa öykülerden bildiğim Ülkü Tamer, dergideki kahramanımdı. Yaşayan en büyük şairlerdendi, evet ama ben her şeyden önce çocukluk kahramanımı kaybettim. Bu yazı, onun anısına.
Milliyet Çocuk (ve elbette Ülkü Tamer) sayesinde çok isimle tanıştım. Orhan Boran, Müjdat Gezen, Umur Bugay, Kandemir Konduk ve Haldun Taner, her hafta yazan isimler arasında hatırladıklarım…. Dergide, heyecanla takip ettiğim (Red Kit’ten Cimcime’ye, Uzay Çocukları’ndan Larry Yuma’ya uzanan) şahane çizgi romanların yanı sıra aktüel haberler, öğretici köşeler, ünlülerin çocukluk hatıraları ve Aziz Nesin’den Yusuf Atılgan’a dönemin en önemli yazarlarının hikâyeleri yer alırdı. Sürekli sayfalar içinde unutamadığım, Ülkü Tamer imzalı bir hikâye zinciri: Televizyonu çok seven, izlerken sevdiği programların içine kaçan bir çocuğun maceralarını anlatan Tele Yunus. Yerinde olmak ister, maceralarını sabırsızlıkla beklerdim. Kitap hâlinde yayımlandığını görünce koşarak almış, yıllarca elimden düşürmemiştim. Hâlâ bütün maceralarını ezbere bilirim.
Mesaim Tele Yunus’tan ibaret değildi elbette… “Günışığı Hoşça Kal”dan Grimm Kardeşler’den aldığı “Şeytanın Altınları”na çocuklar için yazdığı, çevirdiği, uyarladığı bütün kitapları okudum. Muharrem’in yakasına konan günışığı ile bir günlük teması ve günün sonunda kaçınılmaz olarak gelen ayrılık beni ağlatırdı ama okumalara doyamazdım. Dedim ya, Ülkü Tamer çocukluk kahramanımdı.
Onunla büyüdüm, ilerleyen yıllarda şiiriyle tanıştım. Garip’ten İkinci Yeni’ye geçtiğim dönemde halk şiirinden esinlenen dizeleri ve etkileyici yapısıyla bir anda beni sarmış, üniversitenin ilk yıllarında vazgeçilmezim olmuştu. Yeni başucu kitabım, Can Yayınları tarafından basılan toplu şiirleri “Yanardağın Üstündeki Kuş”tu artık. Kitaplarını, şiirlerini ve yazılarını kaçırmamaya özen gösterdim, onu her yerde takip ettim. Şiirleri kadar (önce Radikal’de sonra Sabah’ta yayımlanan) anılarını sevdim. “Yaşamımdan çizgiler” olarak tarif ettiği, “Yaşamak Hatırlamaktır” başlığıyla yazdığı “ufacık olaylar” ona sevgimi pekiştirdi.
Ülkü Tamer Antepli. “Alleben Anıları”nda (Milliyet Kitapları, 1997) çocukluk yıllarını anlatır, meraklısı için şahane kitaptır. Sonrasını da “Yaşamak Hatırlamaktır”da (YKY, 1998) anlatıyor zaten. Bu paragrafta paylaşacaklarım, o kitaptan süzdüklerim… Antep’te Dayı Ahmet Ağa İlkokulu’nu bitirdikten sonra İstanbul’a gönderiliyor. Eğitimine Robert Kolej’de yatılı olarak devam ediyor –ki hayatını şekillendirecek adım bu. Dönemi renkli. Arkadaşları, sonradan Boğaziçi Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapacak Üstün Ergüder’den Pamir Bezmen’e uzanıyor. Ona “ağabeylik” eden isim, üst sınıflardan Cevat Çapan. Okulun futbol takımının yıldızı Sermet Çağan, basketbol takımınınki ise Beklan Algan. Edebiyatı Behçet Kemal Çağlar’dan öğreniyor, şiir yazıyor ve haytalık yaptığı zamanlarda okulu kırıp sinemaya gidiyor. Bu arada gönlünü tiyatroya düşürüyor, okul bünyesinde sergilenen oyunlarda rol alıyor. Sahnede Genco Erkal ve Çiğdem Talu ile tanışıyor, sevgisini onlar aracılığıyla pekiştiriyor. Sonrasında, ‘60’lı yılların ortalarında bir dönem bu sevgiyi “iş”e de dönüşüyor ve (“Keşanlı Ali Destanı”ndan “Zilli Zarife”ye, “Kurban”dan “Palto”ya) pek çok oyunda sahneye çıkıyor. Bu dönemi anlattığı kitabı, “Bir Gün Ben Tiyatrodayken…” (Adam Yayınları, 2003)
Ülkü Tamer’i ilk “canlı” görüşüm, tiyatro sayesinde. Engin Cezzar, ekibi toplayarak “Keşanlı Ali Destanı”nı 1988 yılında TRT için televizyona uyarlamış, Ülkü Tamer bu uyarlamada yeniden Manyak Cafer’i canlandırmıştı. Sonrasında kimi konuşmalarına denk geldim, onu sahiden canlı dinledim ama cismiyle ilk karşılaşmam bu.
Okulu bitirdikten sonra Gazetecilik Enstitüsü’ne devam eden Ülkü Tamer, ilk şiirlerini bu yıllarda yayımlıyor. İlk kitabı, A Dergisi Yayınları’nca basılan “Soğuk Otların Altında”. 1959 yılında yayımlanan bu kitaptaki şiirleri, Cemal Süreya’nın ilgisini çekiyor. Süreya, şunları söylüyor: “Nuh’un gemisi gibiydi Ülkü Tamer’in ilk şiirleri: Kalabalık, şenlikli, her türlü imgenin erkeğini ve dişisini barındıran, terzilerle, dülgerlerle, tilkilerle, kirpilerle, sansarlarla ve her şeyle dolu.”
Ülkü Tamer, İkinci Yeni’nin kurucularından ve akımın has şairlerinden. Memet Fuat’ın deyimiyle (çeviriler yaptığı için) “Batı etkilerine açık” bir şair. Zaman zaman toplumsal meselelere değiniyor ama ekseni hep aynı yerde. Şiirine dair söz haddim değil, ileride değerlendirecekler çıkacaktır. Müzik üzerinden ilerleyip bestelenen şiirlerinden doğru bir bağ kurabilirim ancak. Öyle yapacağım. Bu anlamda popüler bir şair olmadığı muhakkak lakin katkıda bulunduğu tek bir “iş”bile onu müzik alanında da özel kılıyor.
Adını bir plak kapağının üzerinde gördüğüm yıl, 1986. Zülfü Livaneli’nin Mikis Theodorakis ile yaptığı, “Dostlukların Abdi İpekçisi’ne” ithafıyla yayımlanan “Güneş Topla Benim İçin”, sözlerini Ülkü Tamer’in bizzat yazdığı şarkılardan müteşekkil. Biri [Zülfü Livaneli’ye ait “Kırlangıç”] hariç tüm şarkı sözlerinde imzası var ve hepsi bizzat bu albüm için yazılmış. Her biri birbirinden güzel, hepsinde bitmek tükenmek bilmeyen bir umut var. Onu özel kılan da bu zaten: Karanlık günlerimizi umuduyla aydınlatan bir “öncü”ydü Ülkü Tamer. “Güneş Topla Benim İçin”, şahikası. 1986 yılında ilk basımı yapılan toplu şiirleri “Yanardağın Üstündeki Kuş”ta yer alan “Antep Neresi”, şarkı sözlerini topladığı “kitap”.
Ülkü Tamer – Zülfü Livaneli işbirliği, 1980’li yılların hemen öncesine uzanıyor. “Kırda Vurulanların Türküsü”, “Mayın” ve “Memik Oğlan”, ilk ürünler. “Güneş Topla Benim İçin”de “birlikte çalışma”ya dönüşen bu işbirliği, 2013 yılında yayımlanan son Livaneli albümü “Gökkuşağı Gönder Bana”ya adını veren şiirle (şimdilik) tamamlandı.
Bestelenen Ülkü Tamer şiirleri arasında en popüleri, 1974 tarihli “Sıragöller” kitabında karşımıza çıkan “Üşür Ölüm Bile”. İlk dinlediğim beste Selda Bağcan’a ait: 1988 yılında yayımlanan “Özgürlük ve Demokrasiyi Çizmek” adlı albümünde yer alan şarkının farklı bir versiyonunu kısa süre sonra bir konserde dinleyecek, şaşıracaktım. Ahmet Kaya, Ankara’da Derya Sineması’nda verdiği resitalde bu sözleri bambaşka bir besteyle yorumlamıştı ama şiir duygusunu kaybetmemişti. Sonradan karşımıza çıkan farklı yorumlarda da durum böyle: “Üşür Ölüm Bile”, kim tarafından ve ne şekilde bestelenirse bestelensin duygusunu dinleyiciye aktaran bir şiir. Serap Yağız’dan Sevinç Eratalay’a, Suavi’den Moğollar’a kimden dinlerseniz dinleyin hep güzel. Bu şüphesiz Ülkü Tamer’in marifeti.
Aynı kitapta, “Üşür Ölüm Bile”nin hemen öncesinde yer alan şiir “Ağıt” adını taşıyor: “Günü gelir dağa çıkar / Yıldızlardan şiir çeker / Kanımızı siler yıkar / Suların en durusundan /…/ Bayrak olur bize yarın / Rüzgârıyla ilkbaharın / Dalgalanır genç kızların / Gözlerinin Karasında…” Şiir, 1989 tarihli Grup Yorum albümü “Cemo / Gün Gelir”de “Düşenlere” adıyla yer almış, Hüsnü Arkan’ın Almanya’da yaptığı “Bir Yalnızlık Ezgisi” adlı albümünde farklı bir besteyle kendine yer bulmuştu.
Ahmet Kaya demişken, 1988 tarihli “Başkaldırıyorum” albümünün ikinci yüzünü açan “Gül Dikeni”ni ıskalamamak gerekir: “Uçakları nedeyim / Gökkuşağı gönder bana / Senin olsun süngülerin / Gül dikeni yeter bana…” İlkay Akkaya “Yine” adını taşıyan albümünde (“Güneş Topla Benim İçin”den bildiğimiz) “Geceleyin”i farklı bir besteyle seslendirdi. Külliyata bir de Sevingül Bahadır yorumu ekleyeyim… “Düşlerim” adlı albümde “Nerelerde Buldum Seni” adıyla yayımlanan, bir sonraki albüm “Kilim”e de aynı adla giren “Şahdamar”, bestelenen en güzel Ülkü Tamer şiirlerinden: “Yola düştüm ay batarken / Derelerde buldum seni / Ötelerde sanır iken / Berilerde buldum sen seni /…/ Ekmeğimi dörde böldüm / Yarılarda buldum seni / Ölülerden haber aldım / Dirilerde buldum seni…”
Ülkü Tamer’e selam çakan en yeni şarkı, Yüzyüzeyken Konuşuruz işi “Cenaze Evi”. Şarkının sonunda, ilk kitaptan kopup gelen “Konuşma”ya rastlıyoruz: “Ben olsam utanırım bu ne biçim öğrenci / Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.”
Her şey bir yana çok iyi bir çevirmen Ülkü Tamer. Edith Hamilton’un Mitologya’sından Harry Potter’ın ilk kitabına uzanan macerası, pek çok şairi tanımamıza sebep hamleleriyle yolunu buldu. Çeviriler yaptı, antolojiler hazırladı. 1968 yılında Meriçelli Yayınları tarafından basılan “Alacakaranlığın Sesleri”, çeviri şiirlerini topladığı kitaplarından biri. Yayınevinin sahibi, ortaokul arkadaşı Anıl Meriçelli –ki anılarında okul sıralarında birlikte şiir yazdıklarından söz eder ve şöyle der: “Anıl’la benim gecemiz gündüzümüz edebiyattı.” Bu, ilk çeviri kitabı değil ama: A Dergisi Yayınları tarafından (“Türkçesi: Ü.T.” ibaresiyle) basılan 16 sayfalık küçük kitap “Şiiristan”ın son sayfasında şöyle bir not var: “Şiiristan burada başlar…”
Ülkü Tamer külliyatının en ayrıksı kitaplarından biri, Sivas’ta kaybettiğimiz şairlerden Uğur Kaynar’ın Ankara’da kurduğu Elyazıları Yayıncılık tarafından yayımlanan “Kırağı Gemisi”. Şairin kendi el yazısıyla yazdığı seçme şiirlerinden oluşan bu kitap 1991 yılının Şubat ayında yayımlanmış ve sadece 550 adet basılmış. Bulunduğunda hayranları için büyük ikramiye!
Yazı uzar ama yavaş yavaş sonlandırayım. Başlarken Milliyet Çocuk’tan söz etmiş, dergide en sevdiğim kahramanın Ülkü Tamer’in yarattığı Tele Yunus olduğunu söylemiştim. 1979 yılında Tele Yunus’un maceraları Cem Yayınevi bünyesinde faaliyetini sürdüren Arkadaş Kitaplar’ın Erdal Öz yönetimindeki kırmızı dizisinin ilk kitabı olarak yayımlandı. Çocukluğumda elimden düşürmediğim kitabın son macerasında Yunus “Zaman Tüneli” adlı programa katılıyor ve 2014 yılının TRT’sine gidiyor. Orada Erkan Oyal’la karşılaşıyor ve ondan, geçen zamanda neler olduğunu dinliyor. Ülkü Tamer’in 1979 yılında yaptığı 2014 tasviri, ne kadar ileri görüşlü olduğunun da işareti: Dünya, insanların çoğalma hızına yenik düşmüş, yakıt sıkıntısı ortaya çıkmış; denizler kirlenmiş, insanlar gözünü havaya çevirmiş. Dünya televizyonları renkliyi aşıp üç boyutlu yayına geçmişken TRT bürokrasi yüzünden kendini geliştiremediği için siyah-beyaz yayında kalmış. Şarkılar değişmiş, bir dönem çok şey anlatan şarkı sözleri tekerlemeye dönüşmüş. TRT Yönetim Kurulu, Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmama kararı almış. Yeni filmler birbirinden beter olduğu için TRT, teknolojinin nimetlerini kullanarak yenilediği eski Yeşilçam filmlerini (artık cızırtısız bir sesle) gösteriyormuş ve bunlar çok ilgi görüyormuş. Tamer’in günümüze dair en enteresan tespiti yerli diziler konusunda: Konu yokluğundan 2014 yılında “Aşk-ı Memnu”, “Kiralık Konak” gibi dizilerin yeniden yeniden çekildiğini söylüyor! 1979 yılında gördüğü Türkiye’yi aynen yaşayan büyük şair, tam da ona en ihtiyacımız olduğu günlerde bizi bıraktı.
Barış Pirhasan, duygularını şu sözlerle dile getirmiş: “Ülkü Tamer’i kaybettik… Şu anda düşünmek, konuşmak, yazmak gelmiyor içimden…” Ekleyecek tek bir söz bile yok. Ülkü Tamer, yaşayan en büyük şairdi. Gidişiyle, sonradan sonraya kendini hissettirecek bir boşluk ortaya çıktı. Cemal Süreya’nın onun için yazdığı bir cümleyi, burada anmak isterim: “Hayatın, ölümün ve her şeyin amatörüydü Ülkü Tamer.” Hep öyle yaşadı, o amatörlüğün verdiği coşkuyla hayattan hiç kopmadı.
Geçmişten geleceğe verdiği sesi çok özleyeceğiz.
Murat Sevinç
Gazete Duvar