Venezuela'daki çatışmaların arkasında derin çelişkiler yatıyor.
Venezuela’da son haftalarda hızlanan Devlet Başkanı Nicolas
Maduro ve Venezuela Birleşik Sosyalist Parti (PSUV) hükümeti karşıtı gerici ve
darbeye yol döşeyen gösterilerde 22 kişi hayatını kaybetti. Protestolar
sırasında Latin Amerika ülkelerinde sık sık yaşanan diğer gösterilere benzeyen
görüntüler batı medyası aracılığıyla dünyaya yansısa da Venezuela’nın daha
farklı, daha özgün bir durumu var. Bu nedenle ilk bakıldığında ‘hükümetin
otoriterleşmesine karşı muhalefet’ ve ‘protestocuları darbeci ilan eden
Bolivarcı hükümet yanlıları’ olarak yansıyan taraflar, görüldüğünden daha
karışık bir ilişkinin parçaları.
TARİHSEL KUTUPLAŞMA
Venezuela’da olup biteni anlayabilmek için ülkenin tarih boyunca
kutuplaşmış olduğunu unutmamak gerekir. Gelir dağılımdaki korkunç eşitsizlik
ülkedeki sınıfsal farklılıkları da yıllar boyunca keskinleştirdi. Başkent
Caracas bu sınıfsal bölünmüşlüğün çıplak gözle görülebilen bir örneği. Petrolün
mirası temiz, lüks mahallelerde yaşayanların, kentin tepelerinde ‘rancho’ adı
verilen gecekondulardakilerin bir gün aşağıya inmesinden korkması, özellikle
1989’daki Caracazo olaylarından sonra ülkenin politik hayatına daha fazla
yansıdı.
Bu nedenle rancho’lular, 1992’deki başarısız darbe girişimiyle
sahneye çıkan genç subay Hugo Chavez’in hiç tereddüt etmeden arkasında
durdular, nitekim Chavez iktidarı 1998 yılında bu kitlenin desteğiyle kazandı.
Kendilerine gerek fiziksel gerekse sınıfsal ve siyasi olarak andıran bir
liderin varlığı ile daha önce oy bile kullanılmayan gecekondu sakinleri Chavez
iktidarını genişleterek sürdürdü.
MADURO İLE İŞLER DEĞİŞTİ
Chavez’in insan ilişkilerindeki, hitabetindeki inanılmaz
başarısı zamanla rancho’ların haricinde orta sınıfta da sempati toplayan bir
kişi haline gelmesini sağladı. Orta sınıftaki desteğin tek nedeni Chavez’in
‘karizması’ değildi elbette. ABD’nin Irak işgali sonrası petrol fiyatlarındaki
değişim zengin petrol rezervlerine sahip ülkenin kasasına da yansıdı. Üstelik
bu, Chavez’in en büyük vaatlerinden olan yabancı petrol şirketlerinin etki
alanını azaltıp devletin Petroleos de Venezuela şirketini onların yerini
doldurmak üzere görevlendirmesinden hemen sonra yaşandı. Kasanın dolması
Chavez’in ‘mision’ adını verdiği ve köylülerin, yerlilerin, rancho’ların,
işsizlerin sorunlarına çözüm üretilmesine ve okuma-yazma oranını artırmaya
yönelik kampanyalarının başarılı olmasına yaradı.
Ancak, Chavez’in ölümünden sonra petrol fiyatlarındaki düşüşün
hızlanması ülkenin ekonomisini uçuruma sürükledi. Önüne geçilemeyen
enflasyonun, ülkenin pek çok yerinde yağma, suç oranındaki artış olarak geri
dönüşleri oldu. Her ne kadar iktisadi nedenlerin yanında çok da önemli olmasa
da Maduro’nun lider olarak Chavez’in yerini tutamaması da orta sınıftaki
desteği oldukça azalttı. Tüm bunlar olurken ABD sermayesinin yıllardır
neoliberalizm karşıtı politikalarla Latin Amerika’da önüne taş koyan
Venezuela’nın üzerinde ‘akbaba gibi’ beklediğini de unutmamak gerek.
Latin Amerika’nın diğer ülkelerinde yaşanan değişimlerin
Venezuela ekonomisindeki rolünü de bir diğer önemli etken. Kıtanın en büyük
devletleri Arjantin ve Brezilya’daki solcu, Venezuela dostu yönetimlerin yerini
neoliberal hükümetlere bırakması ülkenin kıtadan dışlanmasına sebep oldu. Zira
Amerika Devletleri Organizasyonu, (OAC) Arjantin ve Brezilya’daki değişimlerin
yerleşmesinin ardından Venezuela’yı ‘insan haklarını ihlal ettiği’ gerekçesiyle
üyelikten çıkardı.
‘OTORİTER REJİM’, ‘DARBECİLERE’ KARŞI
Maduro’nun durumu toparlama hareketleri ise muhalefetin eline
‘otoriter rejim’ kozu olarak geri döndü. Orta sınıfta kazandıkları desteği
iyice yitiren PSUV, ordudan ve iktidardan aldıkları güç ile Bolivarcı
Venezuela’yı ayakta tutmaya çalışıyor. Maduro’nun hareketleri bu kriz döneminde
Chavez’in 2002’de kendisine yapılan askeri darbe sonrasında yaptıkları
eylemleri anımsatır cinsten. ABD’li şirket General Motors’un mallarına el
koyulması gibi radikal iktisadi kararların onaylanmasına rağmen Maduro, idari
kararlarda daha temkinli davranıyor. Öyle ki Anayasa Mahkemesi’nin neoliberal
ABD yanlısı Accion Democratica gibi statüko partilerinin çoğunluğunu oluşturan
parlamentonun yetkilerini kendinde toplaması kararını Maduro doğru bulmadı,
karar geri çekildi.
Ancak bu durum ABD destekli faşist gerici muhalefetin ateşini
söndürmedi. 2002’deki darbede askerler Chavez’i kaçırdığında iki günlüğüne
seçim yapmadan saraya başkan atayan aynı muhalefet, Chavez’in Hollywood
filmlerini andıran dönüşünden sonra dahi müzakereye yanaşmadı. O günler,
ülkenin bugününe son derece benzeyen zamanlardı, bu nedenle Maduro yönetimi
tarafından da ‘darbe girişimi’ tanımlaması yapılıyor. Bolivarcılar da –her ne
kadar batı medyasında gözükmese de- neoliberal muhalefet de kendi
yürüyüşlerini, gösterilerini düzenliyor, kutuplaşma derinleşiyor. Ancak durumu
sadece bu benzerliklere odaklanıp okumak sağlıklı bir gözlem olmaz.