Türkiye'de tutuklu gazetecilerin
davalarına müdahil olmak için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yaptığı
başvuru kabul edilen BM Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü David Kaye,
DW Türkçe'nin sorularını yanıtlarken "O vakte kadar Türkiye'nin doğal
ortakları olan demokratik toplumlardan dışlanabileceğini düşünüyorum. Bu da hem
Türkiye hem Avrupa hem de insan haklarına önem verenler için derin bir trajedi
olur" dedi.
Hükümetin OHAL'e son verme zamanının
çoktan geldiğini belirten Kaye, Birleşmiş Milletler (BM) adına, Cumhuriyet
davası ile birlikte tutuklu yazar ve gazeteciler Ahmet ve Mehmet Altan, Atilla
Taş, Murat Aksoy, Şahin Alpay, Ali Bulaç, Nazlı Ilıcak ve Deniz Yücel'in
AİHM'deki davalarına müdahil olarak katılacak. Kaye, basın ve ifade özgürlüğü
ile AİHM'deki davalara müdahillik sürecine ilişkin DW Türkçe'nin sorularını
yanıtladı:
DW Türkçe: Birleşmiş Milletler (BM)
olarak, neden Türkiye'deki gazeteci davalarına müdahil olmaya karar verdiniz?
David Kaye: Geçen kasım ayında
Türkiye'ye yaptığım resmi ziyaret sırasında, yazılarından dolayı içeride
tutulan yazar ve gazetecilerle görüşme fırsatı aradım. Hükümet, Uluslararası
Ceza Mahkemesi yargıcı Sefa Akay, Aslı Erdoğan, Altan kardeşler, Murat Sabuncu,
Kadri Gürsel, Musa Kart ve Turhan Günay ile görüşme talebi reddetti, fakat
diğer Cumhuriyet davası tutukluları ve Necmiye Alpay ile görüşmeme izin verdi.
Bu görüşmeler aydınlatıcı oldu ve diyaloglarımız aklımda yer etti. Bu
insanların, sadece haklarını kullandıkları ve kamuoyunu ilgilendiren konularda
kamuoyu bilgilendirdikleri için Türk otoriteleri tarafından ciddi şekilde
cezalandırılmaya çalışılması karşısında yaşadıkları şaşkınlık ve hayalkırıklığı
beni özellikle etkiledi. Bu görüşmeler, bilgi toplama ve yasaları analiz etme
konusunda bana destek oldu ve Türkiye'de gazetecilerin tutuklanmasının çok
ciddi bir insan hakları ihlali olduğuna güçlü şekilde inanmamı sağladı. Bu
durum, sadece gazetecilerin haklarının ihlali değil, aynı zamanda Türkiye'de
tüm bireylerin kamuyu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olma haklarına
yapılmış daha geniş çaplı saldırının bir parçası.
DW Türkçe: BM'nin dünya genelinde bu
şekilde müdahil olduğu başka örnekler var mı? Yoksa Türkiye bu konuda tek örnek
mi?
Kaye: Dünya çapında, medya ve ifade
özgürlüğüyle ilgili önüme gelen çok sayıda bireysel örnek var. Demokratik
değerlerin kökleşmediği ülkeleri saymazsak, ki Türkiye demokratik ilkelere
bağlılığını deklare eden bir Avrupa Konseyi üyesi, ifade özgürlüğünün bu kadar
yaygın ve ciddi şekilde tehdit altında olduğu başka bir ülke yok. Gazeteciliğin
saldırı altında olduğu bir gerçek, ancak aynı zamanda akademik özgürlük ve
bağımsızlığa yönelik saldırılar, internet üzerindeki baskılar, yargı ve kamu
hizmetlerinin içinin boşaltılması da var. Bütün bunlar, olağanüstü hâl ve
terörle mücadele yasaları başlığı altında yapılıyor ve ifade ve düşünce
özgürlüğü üzerindeki baskıları artırıyor.
DW Türkçe: Bütün bu davalara
baktığınızda, (Cumhuriyet, Deniz Yücel, Altan kardeşler) ne gözlemliyorsunuz?
Türkiye, ifade ve basın özgürlüğü konusunda neyi yanlış yapıyor?
Kaye: Bu davaların ortak birkaç noktası
var. İnsan haklarına ilişkin yasaların sağladığı hakları hatırlamamıza yardımcı
oluyor. Herkesin ifade özgürlüğü vardır. Bu özgürlük, ancak kamu düzenini ya da
ulusal güvenliği korumak gibi meşru ve özel durumlarda yasalar tarafından
orantılı olarak ve gerekli biçimde sınırlandırılabilir. Bu davaların tümünde,
mahkemelerin dikkate aldığı kanunun, yargısal gözetime izin vermekten ziyade,
siyasi makamlara aşırı takdir hakkı tanıdığı görülüyor. Bu yüzden mahkemelerin
kısıtlı bir rolü var. Cezaevindeki kişiler ya da işlerini kaybedenler de
yargıya başvuramıyor. Bu durum da "Söz konusu sınırlamalar yasalarda
belirtilen standardı karşılıyor" iddiasını zayıflatıyor. Aynı zamanda bana
göre hükümet, ifade özgürlüğüne yönelik geniş kapsamlı ve yaygın saldırıların,
ülke çıkarlarını korumak için gerekli olduğunu gösteremedi.
DW Türkçe: BM'nin söz konusu davalara
müdahilliğinin etkileri ne olur? Bu durumun, Türk hükümeti ya da yargısı
üzerinde bir etkisi olacağına inanıyor musunuz? Türk hükümeti durumun
ciddiyetinin farkında mı?
Kaye: Bu sorunun başkaları tarafından
cevaplanması gerekir. İnsan hakları ihlallerine yönelik iddiaların ne kadar
ciddi olduğunu ve hükümet içinde de bu önlemlerin meşruluğunun tartışıldığına
inanıyorum. Devam eden tutuklamalar ve mahkemelere bakılırsa, çabalarımızın
hükümet politikası üzerinde anlamlı bir etki yaratmadığını düşünüyorum. Türk
gazetecilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ndeki (AİHM) davalarına
katılacağım. Geçmiş yıllarda Türkiye'nin hukukun üstünlüğü ilkesine dair
taahhütleri açısından büyük önem taşıyan AİHM'in yasal ve ahlaki otoritesi,
belki de mevcut kriz üzerinde bir etki yaratır.
DW Türkçe: Gazetecilere yönelik
tutuklamalar ve ifade özgürlüğüne yönelik baskılar bu şekilde devam ederse,
BM'nin Türkiye'ye yönelik bir yaptırımı olabilir mi? Bu durum karşısında BM'nin
kullanacağı yasal yollar neler?
Kaye: Bu siyasi bir konu olduğu için
yaptırımlardan söz edemem. Türk hukuku ve insan hakları yasalarına göre, her
Türk vatandaşının Avrupa Konseyi'nin yasal sistemine ve insan hakları
kurumlarına başvurma hakkı var. Aynı zamanda BM'ye de başvurabilirler. Fakat
esas olarak Türkiye'deki yasaların uygulanma biçimi ve yasaların kendisinin
değişmesi gerekir. Hükümetin olağanüstü hâle son verme zamanı ve ülkeyi
demokratik hesap verebilirlilik ve hukuk kurallarına döndürme zamanı çoktan
geldi. O vakte kadar, Türkiye'nin demokratik toplumdaki doğal ortaklarından
dışlanabileceğini düşünüyorum. Bu da hem Türkiye hem Avrupa hem de insan
haklarına önem verenler için derin bir trajedi olur.
Kaynak: Deutsche Welle Türkçe