21 Eylül 2017 Perşembe

ÖLÜME KOYNUNDA TAŞIYAN BİR KUŞAKTIK..!

Yaşamın kendisini analiz edemeyecek kadar ölüme inanmıştık, oysa yaşıyorduk. Biraz aykırı, önemsemezce, gidişine, kopuk.
Hedeflerimiz vardı, haklı doğrularımız, engeller atlanması gereken; suni, biçimsel, şaşırtmaya elverişli, es geçmemiz gerekirken bağlanıyordu basiretimiz, yolumuzdan sapıyorduk.
Gençtik, güçlüydük, kaynıyordu kanımız, çember çember ateşti dört bir yanımız, sakınmasız üzerine atlıyorduk.
Cervantes’in kaleminden düşmüştük sanki, Rosinant bezgindi, Sancho Panzo yorgun, görmezden geliyorduk.
Kuşanmıştık zırhımızı ağırlığınca ecel kokulu zamanlara, bakmadan etrafımıza, ölçüsüz adımlarla, elimizde kırılgan çubuklar, yel değirmenlerinin kanatlarına saldırıyorduk.
Kötü olan ne varsa bildiğimizce; hile, yalan, dolan, talan ve kimlerse bunları savunan, başkaldırıyorduk.
Bedenlerimiz vasat, yüreklerimiz insan, düşüncelerimiz keskin, düşlerimiz çocuk; yani saf, yani temiz, yani akoluk. Görmeden önümüzü, çizemeden yönümüzü, akıyor, akıyorduk…
Düşenlerimiz vardı, fidanlarımız, yeşermeden, tomurcuklanmadan. Gövdeleri hakiye sarılınca, toprak utanıyordu toprak olmaktan, kaygısız yüzleri hüzünlü, korkuları kalanları yalnız bırakmaktan, türkülerimizdeydiler, ağıtlar yakıyorduk.
Bir bir koparılırken ellerimiz, kelepçe, zincir, pranga, hücre, dinmeyen bir öfkeyle, yaralı, yasaklı, işkencede, sapada, labirent örgülü duvarların ardında, özgürlüğü haykırıyorduk.
Çoktan kurulmuştu darağaçları, cellatlar ovuşturuyordu ellerini, bir ülke baştan aşağı suskun, selamlıyordu gözlerinde korkuyla, gamalı generallerini, kırılıyordu kalemlerimiz, kukla cübbelerin terazisinde, on yedisinde, on sekizinde, yirmisinde, tabureye tekmeyi biz atıyorduk.
Onurumuz du düşüncelerimiz, ki kesmezdi bıçak, açlıktı, susuzluktu dimdik yaşamak, ölümlere yatıyorduk.
Bir kuşaktık yarınları arayan, göz bebeklerinde umut iriliği, yüreğinde kavga diriliği, kirletmeden maviliği, alt etmek için sefilliği, kırmak için dayatılan karanlık tarihi, savaşıyorduk.
Hamlelerimiz zayıftı, gücümüz dağınık ve farklı bir mecradaydı akışkanlık, göremeyecek kadar ölüme inanmış ve gözümüzde küçülmüştük.
Oysa yaşıyorduk...