20 Eylül 2017 Çarşamba

Katalonya ve kendi kaderini tayin..!

Dünyanın gözü salt Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde 25 Eylül’de planlanan bağımsızlık referandumunda değil. Avrupa demokrasi ailesinin üyesi İspanya’nın Katalonya özerk bölgesinde 1 Ekim’de benzeri bir referandum planlanıyor. Hal böyleyken dikkatler, 21. yüzyılda büyük ölçüde kurumsallaşmış egemenlik sistemi ile epeydir emperyalist müdahaleler yoksa, kâğıt üzerinde kalmış ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkında’...
BM Şartı da dahil uluslararası belgelerde koşullarıyla birlikte anılan bu hak nasıl hayata geçirilebilir? Uluslararası hukukta devletlerin egemenlik hakları karşısında geçerliliği nasıl olabilir? Koşulsuz olabilir mi? Barışa mı hizmet eder, yeni çatışmalar mı doğurur? Bu ve benzeri sorular, hem liberal demokratik dünyada, hem dünya solunda yeniden ısınıyor.
Katalonya, 7.5 milyon nüfusuyla Batı’daki girişim olarak mühim bir örnek. İspanya’da Franco diktatörlüğünden demokrasiye geçişte 1977’ten itibaren yerel bütçe de yapabilen bölgesel hükümeti ile her tür kültürel hakkın kullanılabildiği, sanayileşmiş ve varlıklı eyalet. Ekonomik krizden beri milliyetçilik rüzgârı dinmiyor. Katalan milliyetçi muhafazakâr yerel hükümeti, İspanya’yı kızdıran 2014’teki sembolik referandumu bu kez resmileştirip AB içinde bağımsız olarak yerini almayı istiyor. Ayrılma arzusu daha ziyade ayrı ulusal kimliğe sahip olmalarından, daha modern milliyetçilik mefhumu yahut İspanya ortada yokken, Kastilya işgaline uğramış olmalarına uzanan tarihi savlarla gerekçelendiriliyor. Asıl mesele ekonomik. Madrid’le zenginliklerini paylaşırken kâfi pay alamamaktan şikâyetçiler. Eski gazeteci ve belediye başkanı olan Bölge Başkanı Carles Puigdemont i Casamajo, İspanya anayasası ve Kral Felipe’ye sadakat yeminini reddetmiş ilk Katalan lideri. Vatandaşlar da bölünmüş halde. Anketlerde bağımsızlığa destek yaklaşık yarı yarıya.
Tıpkı ABD’nin yazdırdığı Irak anayasasındaki gibi İspanyol anayasasında da tek taraflı ayrılma hakkı yok. Madrid referandumu tanımıyor; Katalanları zor yoluyla engelliyor, polis sandıklara ve oy pusulalarına el koyuyor, bağımsızlık yanlısı belediye başkanları hakkında soruşturma açılıyor, internet siteleri kapatılıyor. En son özerk yönetimin eğitim, sağlık ve memur maaşları gibi temel kamu harcamalarının Madrid’deki Maliye’ye bağlanması hamlesi geldi.
Çare AB de değil. AB, ‘kendi kaderini tayin hakkını’ teslim etse de Katalonya’nın bağımsızlığını tanımayacağı ve üye yapmayacağını duyurdu. İskoçya ve Quebec gibi farklılaşan tartışmalı vakalar yıllardır baki. Aslında küresel neoliberal düzende, uluslararası hukukta bir ‘ilke’ gibi bahsedilen ‘kendi kaderini tayin hakkı’ işletilemiyor. Egemenlik hakları karşısında hükümsüz kalıyor. Batı’da tek barışçı ayrılık örneği Çekoslovakya. Yugoslavya emperyalist paylaşım savaşıyla parçalandı. Etnik ayrımların altını çizmek ‘bakiye ahalilere’ refah ve istikrardan çok bağımlılık olarak döndü.
Hal böyleyken tarihte ‘halkların kardeşliğinin’ var olabildiği, ulusların en kansız biçimde ayrılabildiği tek sahici örnek sistem aslında çöküp gitmiş Sovyetler Birliği. ‘Kendi kaderini tayin hakkını’ tanıyanlar da ironiktir son dönemde liberallerin Hitler ile kıyaslamayı pek sevdikleri Lenin ve Stalin gibi liderler. Marksizmde ‘kendi kaderini tayin hakkı’ diye koşulsuz bir ‘ilahi hak yahut ilke’ yokken, desteğin sebebi sömürgeciliğe karşı üçüncü dünya halklarının bağımsızlık savaşlarına verilen önem, ayrılma hakkını vurgulayarak birleştirme ve enternasyonal dayanışmaydı. Ötesi değil.
Türkiye soluna gelince... Bizler hassasiyetlere dokunmaya korktuğumuzdan mevzuyu neden-sonuç ilişkisi içinde koşullarıyla etraflıca tartışmaktan aciziz. Çünkü bu hak retorikte ‘ilkesel’ düzeye taşınmışken, Kosova için yazılanlar alkışlanır ama Kıbrıslı Türkler için 500 küsur sene sonra bu anılmak istenmez. Yunanistan’daki Türkler gerici taleplerle Batı Trakya’da ayrılıkçı mücadeleye girişse ne denileceği de bilinemez. Dolayısıyla geriye ‘biz bu hakkı tanırız ama bu her durumda onaylamak manasına gelmez’ kalır.
Ceyda Karan
Cumhuriyet