Dünyanın gözü salt Irak Kürdistan
Bölgesel Yönetimi’nde 25 Eylül’de planlanan bağımsızlık referandumunda değil.
Avrupa demokrasi ailesinin üyesi İspanya’nın Katalonya özerk bölgesinde 1
Ekim’de benzeri bir referandum planlanıyor. Hal böyleyken dikkatler, 21.
yüzyılda büyük ölçüde kurumsallaşmış egemenlik sistemi ile epeydir emperyalist
müdahaleler yoksa, kâğıt üzerinde kalmış ‘ulusların kendi kaderini tayin
hakkında’...
BM Şartı da dahil uluslararası
belgelerde koşullarıyla birlikte anılan bu hak nasıl hayata geçirilebilir?
Uluslararası hukukta devletlerin egemenlik hakları karşısında geçerliliği nasıl
olabilir? Koşulsuz olabilir mi? Barışa mı hizmet eder, yeni çatışmalar mı
doğurur? Bu ve benzeri sorular, hem liberal demokratik dünyada, hem dünya
solunda yeniden ısınıyor.
Katalonya, 7.5 milyon nüfusuyla
Batı’daki girişim olarak mühim bir örnek. İspanya’da Franco diktatörlüğünden
demokrasiye geçişte 1977’ten itibaren yerel bütçe de yapabilen bölgesel
hükümeti ile her tür kültürel hakkın kullanılabildiği, sanayileşmiş ve varlıklı
eyalet. Ekonomik krizden beri milliyetçilik rüzgârı dinmiyor. Katalan
milliyetçi muhafazakâr yerel hükümeti, İspanya’yı kızdıran 2014’teki sembolik
referandumu bu kez resmileştirip AB içinde bağımsız olarak yerini almayı
istiyor. Ayrılma arzusu daha ziyade ayrı ulusal kimliğe sahip olmalarından,
daha modern milliyetçilik mefhumu yahut İspanya ortada yokken, Kastilya
işgaline uğramış olmalarına uzanan tarihi savlarla gerekçelendiriliyor. Asıl
mesele ekonomik. Madrid’le zenginliklerini paylaşırken kâfi pay alamamaktan
şikâyetçiler. Eski gazeteci ve belediye başkanı olan Bölge Başkanı Carles
Puigdemont i Casamajo, İspanya anayasası ve Kral Felipe’ye sadakat yeminini
reddetmiş ilk Katalan lideri. Vatandaşlar da bölünmüş halde. Anketlerde
bağımsızlığa destek yaklaşık yarı yarıya.
Tıpkı ABD’nin yazdırdığı Irak
anayasasındaki gibi İspanyol anayasasında da tek taraflı ayrılma hakkı yok.
Madrid referandumu tanımıyor; Katalanları zor yoluyla engelliyor, polis
sandıklara ve oy pusulalarına el koyuyor, bağımsızlık yanlısı belediye
başkanları hakkında soruşturma açılıyor, internet siteleri kapatılıyor. En son
özerk yönetimin eğitim, sağlık ve memur maaşları gibi temel kamu harcamalarının
Madrid’deki Maliye’ye bağlanması hamlesi geldi.
Çare AB de değil. AB, ‘kendi kaderini
tayin hakkını’ teslim etse de Katalonya’nın bağımsızlığını tanımayacağı ve üye
yapmayacağını duyurdu. İskoçya ve Quebec gibi farklılaşan tartışmalı vakalar
yıllardır baki. Aslında küresel neoliberal düzende, uluslararası hukukta bir
‘ilke’ gibi bahsedilen ‘kendi kaderini tayin hakkı’ işletilemiyor. Egemenlik
hakları karşısında hükümsüz kalıyor. Batı’da tek barışçı ayrılık örneği
Çekoslovakya. Yugoslavya emperyalist paylaşım savaşıyla parçalandı. Etnik
ayrımların altını çizmek ‘bakiye ahalilere’ refah ve istikrardan çok bağımlılık
olarak döndü.
Hal böyleyken tarihte ‘halkların
kardeşliğinin’ var olabildiği, ulusların en kansız biçimde ayrılabildiği tek
sahici örnek sistem aslında çöküp gitmiş Sovyetler Birliği. ‘Kendi kaderini
tayin hakkını’ tanıyanlar da ironiktir son dönemde liberallerin Hitler ile
kıyaslamayı pek sevdikleri Lenin ve Stalin gibi liderler. Marksizmde ‘kendi
kaderini tayin hakkı’ diye koşulsuz bir ‘ilahi hak yahut ilke’ yokken, desteğin
sebebi sömürgeciliğe karşı üçüncü dünya halklarının bağımsızlık savaşlarına
verilen önem, ayrılma hakkını vurgulayarak birleştirme ve enternasyonal
dayanışmaydı. Ötesi değil.
Türkiye soluna gelince... Bizler
hassasiyetlere dokunmaya korktuğumuzdan mevzuyu neden-sonuç ilişkisi içinde
koşullarıyla etraflıca tartışmaktan aciziz. Çünkü bu hak retorikte ‘ilkesel’
düzeye taşınmışken, Kosova için yazılanlar alkışlanır ama Kıbrıslı Türkler için
500 küsur sene sonra bu anılmak istenmez. Yunanistan’daki Türkler gerici
taleplerle Batı Trakya’da ayrılıkçı mücadeleye girişse ne denileceği de
bilinemez. Dolayısıyla geriye ‘biz bu hakkı tanırız ama bu her durumda
onaylamak manasına gelmez’ kalır.
Ceyda Karan
Cumhuriyet