
Adalet Bakanlığı’nın verileri
cezaevlerindeki durumun vahametini ortaya koyuyor. Bakanlığın 2017’nin başında
yayımladığı verilere göre, 12 ve 17 yaş arasında toplam iki bin 572 çocuk
ailesinden uzakta ve demir parmaklıklar ardında yaşamak zorunda.
“Suç” sayılan eylemlere başvurduğu öne
sürülen bin 847 çocuk tutuklu olarak cezaevinde bulunurken, 731 çocuk ise hüküm
giydi. Ailelerinden koparılarak cezaevine atılan çocuklar “suç” gruplarına göre
koğuşlara ayrıldı.
İki bin 572 çocuğun hükümlü ve tutuklu
sayısı ayrılmadan yapılan hesaba göre, iki bin 346’sı “adli” suçlardan, 12’si
“çıkar amaçlı suç örgütü” ve 220’si ise “terör” grubundan cezaevinde bulunuyor.
'BUNDAN SONRA KADIN, ERKEK, BÜYÜK, KÜÇÜK
DİNLEMEYECEĞİZ'
2006’da bölge illerinde başlayan
operasyonlarla birlikte, çocuklar yeniden cezaevlerini doldurmaya başladı.
Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın Diyarbakır mitingindeki “Bundan sonra, kadın,
erkek, büyük, küçük dinlemeyeceğiz” sözlerinin ardından “Taş atan çocuklar”
yapılan yasal düzenlemeyle 12 yaşından itibaren ‘Ağır Ceza Mahkemeleri’nde
yargılanmaya başlandı.
BİR İŞKENCE VE TECAVÜZ MERKEZİ: POZANTI
CEZAEVİ
2009 yılında, koğuş arkadaşları
tarafından öldürüldükten sonra gardiyanlar tarafından yatağında bulunan Yasin
Akyüz ile Adana Pozantı M Tipi Kapalı İnfaz Kurumu’na kalan Ferdi Sertkal, ‘taş
atan çocuklar’ kapsamında cezaevinde 3 kalan çocuklardan biri.
İşkence ve çocuk tutuklulara yapılan
tecavüzlerle gündeme geldikten sonra kapatılan Pozantı M Tipi Kapalı İnfaz
Kurumu’nda üç yıl kalan Ferdi Sertkal, cezaevi sürecinde yaşadıklarını Birgün
gazetesinden Hüseyin Şimşek’e anlattı.
Sertkal, çocuk tutukluların
yaşadıklarını, ”Çoğunun gece ranzalarında annelerini özledikleri için ağladıklarını
duyardık” sözleriyle özetliyor.
6 YAŞINDA CEZAEVİ CEZAEVİ DOLAŞTIRILDI
22 Şubat 2008 tarihinde 16 yaşında iken
“taş atan çocuklar” kapsamında Antep’te gözaltına alındığını söyleyen Ferdi
Sertkal, ilk önce yargılama sürecini anlatıyor: “Üç gün gözaltında kaldıktan
sonra Antep Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandım. Önce Antep H Tipi
Kapalı Cezaevi’nde bir ay kaldım ve ardından bölge çocuk cezaevi olan Pozantı M
Tipi Cezaevi’ne gönderildim. Adana 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandım. Altı
duruşma sonra 17 yaşıma henüz girmişken 10 yıl 8 ay hapis cezası aldım. Taş
atan çocuklar yasası olarak bilinen yasanın çıktığı 2010 yılının sonlarına
kadar cezaevinde kaldım. Yaşım 18’i geçtiği için tahliyemden birkaç ay önce
Mersin Silifke M Tipi Cezaevi’ne gönderilmiştim. Buradan tahliye oldum.”
GARDİYANLAR HERŞEYİ C-10 KOĞUŞUNDA
YAPIYORDU
Sertkal, 2012 yılında cinsel istismar
olayları nedeniyle kapatılan Pozantı Cezaevi yaşadıklarını ise şöyle anlatıyor.
“Cezaevinde, siyasi mahkûmlar ve adli mahkûmlar birbirleri ile güvenlik
gerekçesi nedeniyle görüştürülmezdi. Biz siyasi mahkûmların ayrı, adli
mahkûmların ayrı koğuşları vardı. Adli nedenlerle cezaevine konulan çocukların
genelde kurum içerisinde temizlik, taşıma, yemek gibi işlerde çalıştırıldığını
görüyorduk. Siyasi koğuşlarda olmayan ancak adli koğuşlarda olan “koğuş
ağalığı”, “dayak”, “istismar” gibi birçok kötü durum sıkça kulağımıza gelirdi.
Adli koğuşlarda çocukların birbirlerini cam bardakları kırarak zarar verdiğini,
vücutlarında onarılmaz yaralara neden olduklarını biliyorduk. Haftada sadece
bir saatlik spor hakkı ve 15 dakikalık sıcak su hakkıyla yaşamaya mecbur
bırakılıyorduk. Siyasi sebeplerden dolayı tutuklanan çocuklara Pozantı’ya
nakledildiklerinde şiddet uygulanıyordu. Gardiyanlar bunu koridorlardaki
kameralar nedeni ile yatakhane olarak kullanılan C-10 koğuşunda yapıyordu. Bu
şiddet, çocuklar arasında “Hoş geldin dayağı” olarak adlandırılıyordu. Cezaevi
düzenini bozanlara “sizi yıkıma götürürüz” cümleleri ile psikolojik işkence
yapılıyordu.”
“YASİN’İN ÇIĞLIĞININ DUYULMAMASI MÜMKÜN
DEĞİLDİ”
Ferdi Sertkal Pozantı Cezaevi’nde
yaşadığı en büyük olayın Yasin Akyüz’ün koğuş arkadaşları tarafından dövülerek
öldürülmesi olduğunu söylüyor: “Koğuşlarımız iki katlıydı. Üst katta
yatakhaneler, alt katta ise mutfak ve avlumuz vardı. Üst kattaki yatakhaneler,
gardiyanların karşı tarafta bulunan “gözlem” yerleri tarafından takip
edilebiliyordu. Yani koğuşun içerisinde olan hiçbir olay görünmez değildi. Bu
şartlar altında 2009 senesinde adli mahkûmlar arasında bulunan Yasin isimli bir
çocuk, gardiyanların göremeyeceği yer olmamasına rağmen koğuş arkadaşları
tarafından dövülerek öldürüldü. Bu olay diğer koğuşlarda bulunan ve haber alan
tüm çocuklar tarafından büyük bir öfke ile karşılandı. Yasin’in çığlığının
duyulmaması mümkün değildi.”
‘ANNELERİNİ ÖZLEDİKLERİ İÇİN AĞLARLARDI’
Pozantı’da iki seneden fazla kalan
Sertkal, çocuk mahkumların ruh alini “Çoğunun gece ranzalarında annelerini
özledikleri için ağladıklarını duyardık” sözleriyle özetliyor; “Yanımızda
yaşları 12 ile 17 arasında değişen çocuklar vardı. Benim için en akılda
kalanları Arif, Musa ve Nesim’di. Onlar en küçüklerimizdi. Sadece 12
yaşındaydılar. Arif ve Nesim’in C-9 koğuşunda kaldıkları dönemde, ailelerinden
ilk kez ayrı kaldıklarını biliyorum. Çoğunun gece ranzalarında annelerini
özledikleri için ağladıklarını duyardık. Hepimiz küçüktük ancak onlar en
küçüklerimizdi ve bu nedenle kendi mahkûmiyetimizi ve yaşımızı unutup onlara
moral vermeye çalışıyorduk.”
'CEZAEVİ SONRASI ARKADAŞLARIMIN ÇOĞUNUN
HAYATI MAHVOLDU’
Ferdi Sertkal tutuklanmalarıyla birlikte
hayatları mahvolan arkadaşları için “eğer cezaevine girmeselerdi hepsinin
farklı yaşamları olacaktı diyor: “Pozantı cezaevinde kalan tutuklu çocukların
tutukluluk dönemlerinden dolayı eğitim ve öğretiminden geride kaldıklarını, bu
yüzden okul hayatlarının son bulduğuna birçok kez şahit olduk. Cezaevinden
çıktıktan sonra görüştüğüm koğuş arkadaşlarımın hiçbirinin yaşamını
sürdürebilecekleri bir meslekleri yok. Bu nedenle hayatlarının mahvolduğunu herkes
bilmekte. O çocuklar Pozantı’da olmasalardı hepsinin farklı yaşamları
olacaktı.”
‘GARDİYANLAR VE ASKERLER İSTEDİKLERİ
ZAMAN DAYAK ATABİLİYOR’
Birçok arkadaşının defalarca
gardiyanların şiddetine maruz kaldığını söyleyen Sertkal, koğuş içerisine toplu
olarak giren gardiyanlar, tüm koğuşu istedikleri zaman sıra dayağına çektiğini
söylüyor. Üstelik bu şiddet mahkemeye veya hastaneye giderken bindirildikleri
askeri aracın girişinde ve çıkışında da devam etmiş.
‘TEPKİ OLARAK AÇLIK GREVİ YAPTIK’
“2009 senesinde ben ve iki arkadaşım,
bulunduğumuz koğuştan ayrılarak üç kişilik bir koğuşa geçtik. Pozantı’da tüm
çocukların belli başlı problemleri vardı. Koğuşlarımızda gökyüzünü
görebildiğimiz tek penceremiz demirlerle kapatılmıştı ve yalnızca birkaç nokta
delikten ışığı görebiliyorduk. Her gün sabah ve akşam esas duruşta, başımız öne
doğru eğik, sağa sola bakmadan askeri sayım veriyorduk ya da koridorda yürürsek
bu şekilde yürümemiz gerekiyordu. Aile veya avukat görüşü için koridora
çıktığımızda mutlaka kot pantolon ve ayakkabı giyme zorunluluğumuz vardı. Her
gün tıraş olmak zorundaydık. İstediğimiz zaman cezaevi doktoru ile
görüşemiyorduk. Sudan ve yemekten birçok kez zehirlenmiştik. Haftada 15
dakikalık sıcak su kimseye yetmiyordu. Günde yalnızca bir ekmek hakkımız vardı.
Oysa bizim en az iki ekmek talebimiz vardı. Bu ve bunun gibi nedenlerle üç
arkadaş açlık grevine başladık. Açlık grevine başladığımızı duyurduktan sonra
gardiyanlara koğuşumuzdaki tüm yiyecekleri verdik. Sadece şekerli su veya sıcak
baharatlı su içiyorduk. Bu şekilde 6 gün boyunca açlık grevinde kaldık. Altıncı
günün sonunda taleplerimiz kabul edildi. Pozantı’yı daha insancıl, daha
yaşanabilir yer yapma girişimlerimizin ne ilk ne de sonu olan bu grevin
ardından bir arkadaşımız başka bir cezaevine sürgün edildi. Diğer arkadaşımız
sürgünden önce tahliye edildi. Ben de yaşım 18 olduğu gün Pozantı’dan Silifke
Cezaevi’ne nakledildim.”
‘YILLARCA DİNLEDİĞİMİZ DİYARBAKIR
CEZAEVİ VAHŞETİNİ YAŞADIK’
Pozantı Cezaevi’nde yaşadıklarını “bir
çocuğun asla yaşamaması gereken bir vahşet” olarak tanımlayan Sertkal,
cezaevlerinde bir gün kalan çocuğun artık çocuk kalmasının mümkün olmadığını
söylüyor. “Pozantı’da yaşananları, orada yaşamış biri olarak bir çocuğun asla
yaşamaması gereken bir vahşet olarak tanımlayabiliriz. Orada bir gün bile
bulunan bir çocuğun artık çocuk kalması ya da eski hayatına devam etmesi
imkansız. Biz orada, yıllarca dinlediğimiz Diyarbakır Cezaevi vahşetini
yaşadık. Anlatılanlara tamamıyla benzer uygulamalar gördük. Dönemin TBMM İnsan
Hakları Komisyonu üyeleri bizleri ziyarete gelip birkaç nasihat verdiler ve
gittiler. Oysa bizim istediğimiz tek şey orada insancıl bir yaşamdı. Çocuklar
cezaevine atılamaz. 12 yaşındaki bir çocuğu o mahkemeden, kelepçeden, sıra
dayağından geçirdikten sonra askeri ringe bindirerek bir cezaevine
gönderirseniz, o sistemin en büyük düşmanı olur. Kimseyi sistemle barıştırmak
gibi bir derdimiz yok fakat bizi geleceksizliğe ittiniz. Bizi geleceksizliğe
itemezsiniz. Biz çocuktuk. Kimsenin çocukların yaşamlarını, çocukluklarını,
oyunlarını, ailelerini ellerinden almaya hakkı yok. Baklava da yiyebilir,
slogan da atabilir, oyun da oynayabilir. 12 yaşındaki Nesim’in ranzasında
döktüğü gözyaşının hesabını şimdi kim verecek? O gözyaşı hâlâ akıyor.
Cezaevinde bulunan binlerce çocuğun gözyaşlarını evlerimizden göremiyoruz. Oysa
bir dakikalığına da olsa Nesim’in gözlerinden dökülen o yaşları görmüş
olsaydınız, hiçbiriniz bir dakika bile ağlamadan duramazdınız. Artık ne
Nesim’in geleceği, ne benim ne de cezaevine girmiş herhangi bir çocuğun
geleceği yok.