Haluk Gerger’in Türkiye’de (özellikle
İstanbul ve Ankara’da) kimi sol çevrelere istinaden “iktidarlarını kaybetmek
istemeyen küçük düklükler” diye tabir ettiği çok sevdiğim bir tanımı vardır.
Sırtını İttihatçılığa, Kemalizme ve
hatta Türk şovenizmine dayadığını unutup, CHP’ye “sol”dan ayar vermeye
kalkışan, ona buna “liberal” diye saldıran kimi köşe yazarlarıyla; yıllarca
AKP’ye “racon kesip”, şimdi ise AKP’den gocunup, Kemalistlerle izdivaç yapmanın
yollarını arayan “sol” liberal yazarları gördükçe, nedense bugünlerde aklıma
Haluk Gerger’in tanımı gelmekte…
2002’den itibaren oluşan siyasi
konjonktüre bu düklerin tümü (AKP karşıtı olduğunu iddia edenler dahi)
balıklama atladı ve kimi yayın sektörü, kimi parlamento kürsüsü üzerinden
nemalanmaya çalıştı. Ve meserret taşkınlığı içerisinde milyonlarca insana
“Alice harikalar diyarı” çizildi.
Oysa yalın gerçek, İshak Baran’ın ta
2013’de yaptığı şu isabetli tespitte yatmaktaydı.
“Zararsız ve ılımlı dozda bir İslam’la
kapitalizmin gelişmesi ve demokrasinin inşa edilmesi hayallerinin gerçekleşmesi
mümkün değildir. Tayyip Erdoğan, bir Taliban ya da Bin Laden olmayabilir, ama
onları yaratan ve kendisinin kesinlikle kontrol edemeyeceği bu birbirine zıt
iki eğilimin bir ürünüdür. Ve konuşmalarında bu kadar kontrolsüzce, ukala ve
küstah olmasının sebeplerinden birisi de budur.
Aynı rüyanın diğer yanı da, Türkiye’nin,
yabancı emperyalistlerin talan ve tıkınma alanı olmaktan çıkıp, emperyalist
ziyafet sofrasına oturma hayalleriydi: örneğin Avrupa Birliği’ne katılma
umutları. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’teki başlangıcından beri, ‘Batı
medeniyetine’ erişme emelleri Türkiye’nin başındakilerin hayali olagelmiştir.
Atatürk’ün ve generallerin veremediklerini, AKP vermeyi vaat etti. Bunun tam
bir hüsnü kuruntu olmasının ötesinde, Türkiye halklarının neden başkalarının
yağmalanmasına katılmak gibi bir emeli olsun, ya da dünya çapında gerçek
soyguncuların ‘Stratejik Ortağı’ (yani polisi ve işkencecisi) olsun ve
milyarlar aşağılanırken bir avuç insanın eline milyarlarca doların geçmesini
sağlayan bir düzeni savunsun ki?” (Merak edip tamamını okumak isteyenler için:
https://avakianbob.wordpress.com/2014/04/02/dort-bir-yanda-yankilanan-bahar-firtinasi/#more-180)
Dükler ise ideolojik ve iktisadi açıdan
kendilerinin de geçim kaynağı olan bu baskı ve sömürü düzeninin zinhar
sorgulanmasını istemediler. Bilakis asli görevleri gereği, bu düzenden hoşnut
olmayanları bir biçimde “sol” söylemleri üzerinden düzene entegre etmeye
çalıştılar. Kimi “sol” liberal, yıllarca AKP’ye akıldanelik yaparak, “yetmez
ama evet” diyerek bu işi yaparken, kimi Kemalist “solcu” da CHP’yi “sol” da tutmak
için çırpınıp durdu. İşin tuhaf veya komik tarafı, tarafların bir de utanmadan
birbirlerini devrimci olmamakla suçlamalarıydı. Düklerin ortak özelliği burada
sırıtmaya başladı. Zira her iki taraf da komünizmden, proletarya
diktatörlüğünden veya geçmiş devrimlerin olumlu miraslarından bahsetmemek,
hatırlamamak için ellerinden geleni yaptılar.
Şimdi siyasi konjonktür düklerin yavaş
yavaş aynı havuzda toplanmalarına neden olmakta. “Zamanın ruhu” gereği bunları
mercek altına alıp bakmanın tam zamanıdır.
Hayır, hayır! “Resneli bizimdir” diyen
köşe yazarından veya 15 Temmuz akşamı “bu cemaat darbesi değil, TSK yönetime el
koymuştur” diye sevinen çakma “solcu”dan bahsetmeyeceğim…
Bilakis, yayınlanmaya başladığı günden
beri, tıpkı diğer uçtaki ikizi, Aydınlık gibi, asli görevi, devrimci emelleri,
rüyaları, militanlığı yerle bir etmek olan; tüm teorisini ilkin Avrupa
Komünizmi, sonra sivil toplumculuk ve nihayet AKP ile kolkola, düzenin
çıkarları üzerine bina eden, İslam’ı ve bütün dini gericiliği sola şirin göstermeye
çalışan Birikim’in yazarı Tanıl Bora’dan bahsedeceğim.
Kahramanımız geçenlerde öylesine
döktürmüş ki, “dön baba dönelim” sözüne dahi rahmet okutmuş. (Merak edip
tamamını okumak isteyenler için:
http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8395/kemalizm-ve-elestirinin-elestirisi#.WagazjVCRdg)
Alın size birkaç örnek:
“Kemalizmin sorgulanmasında tecrübe
edilen eleştirel kavramları ve değerleri, bunların Kemalizmle mukayyet ve ona
has olduğu zannından çıkarak, ‘bütün satha’ yaymaktır. Bu fasılda post- veya anti-Kemalizme
getirilen yaygın eleştiri, Kemalistlere boca edilen ithamlardan, ‘sağın’
esirgenmiş olmasıdır. Bu dengesizliğe düşmüş olanlar elbette var. Böyle bir
hakkaniyetsizlikten beri duranları görmezden gelmek ise, başka bir
Kartacacılıktır.” (Vurgular bana ait)
İnsan sormadan edemiyor! Acaba
kahramınımız, ebeveynleri Ömer Laçiner, Murat Belge ve Ahmet İnsel’i
“Kartacacılıkla” mı suçlamaktadır?
“İkinci fasıl, doğrudan buna bağlıdır:
Kemalizme atfedilen arıza ve cürümlerin ne kadarı, -hepsi mi-, Kemalizmin icadı
idi? Ne kadarı, zamanın ruhunun eseri idi?”
Ne tesadüf! Kahramanımızın bu Kemalizm’i
temize çıkartma çabasının benzerini Adolf Hitler’i temize çıkartmaya çalışan
kimi sahte tarihçide ve hatta kimi Alman faşistinde de görmek mümkün. Tanıl
Bora’yı Alman faşistleriyle aynı düzleme koymuyorum, sadece “mazeret üretici”
(apolojist) tarihçiliğin ne kadar tehlikeli olduğuna işaret etmek istiyorum.
“Üçüncü fasıl, bence en önemlisi:
Toptancılıktan kaçınmak. Tefrik edebilmek. Söz gelimi Falih Rıfkı’yla Hasan Âli
Yücel’i, en azından Necip Fazıl’la Sezai Karakoç’u ayırt edebildiği kadar ayırt
edebilmek. Sözgelimi Turan Güneş’le Turhan Feyzioğlu’nu ayırt edebilmek.”
(Vurgular bana ait)
Kahramanımızın hayranlık duydukları,
onun düşün dünyasını zaten yeteri kadar ifşa ediyor. Ama gelin biz
kahramanımızı zaman makinesiyle geçmişe ışınlayalım ve şu şahsiyetler arasında
“tefrik” yapmasını sağlayalım. Zira göreceksiniz bu mantık, “zamanın ruhuna”
göre kaçınılmaz olarak, Mustafa Kemal’i Vahdettin’e, İsmet İnönü’yü Rauf Orbay’a,
Adnan Menderes’i İsmet İnönü’ye, İsmet İnönü’yü Süleyman Demirel’e, Süleyman
Demirel’i Bülent Ecevit’e, Turgut Özal’ı Kenan Evren’e ve nihayet günümüzde de
Kemal Kılıçdaroğlu’nu Deniz Baykal’a, Recep Tayyip Erdoğan’ı Kenan Evren’e ve
Humeyni’ye tercih edecektir.
“Özellikle ulusalcılıkla kaim olan
müstebit bir Kemalistlik hâlâ pekâlâ mevcuttur. Buna mukabil, demokratik ve
özgürlükçü saikleri önemseyen bir Kemalist söylem de, -mesela CHP’nin kimi genç
milletvekillerine baktığınızda-, görece daha güçlü.” (Vurgular bana ait
Geçtim kahramanımızın ve dergisinin,
daha dün, bizleri aynı söylemlerle AKP için ikna etmeye çalıştığını, 70’lerde
de Tanıl Bora’nın ebeveynleri ve diğer dükler bütün bir devrimci cenahı,
Ecevit’in “demokratik ve özgürlükçü Kemalist söylemlerine” ikna etmeye
çalışmıyorlar mıydı?
Bugünü eleştirirken ille de geçmişin
hayaletlerine sarılmak gerekmediğini, iki, üç, dört… yanlış çizgiyi,
ideolojiyi, siyasayı bir başka yanlış çizgiyle/çizgilerle ittifak kurmadan,
onu/onları olumlamadan eleştirmenin mümkün olduğunu gayet iyi bilmesi beklenen
Tanıl Bora, Kemalistlerle yeni izdivaç için gerekli argümanları üretmeye devam
etsin. Kendisinin ve diğer düklerin sevmedikleri, adını bile duymak
istemedikleri bir devrimci komünistin, Kemalizm’e ilişkin 45 sene evvel (dikkat
buyrun!) söylediklerini bir kez daha hatırlatmak ise bizim boynumuzun borcu
olsun!
“Kemalist diktatörlük, sözde demokratik,
gerçekte askeri faşist bir diktatörlüktür.”
“Kemalizm demek, fanatik bir
anti-komünizm demektir. Kemalistler, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını, kahpece ve
hunharca boğazlamışlardır.”
“Kemalizm demek, işçi ve köylü
yığınlarının, şehir küçük-burjuvazisinin kanla ve zorbalıkla bastırılması
demektir.”
“Kemalizm demek, her türlü ilerici ve
demokratik düşüncenin zincire vurulması demektir.”
“Kemalizm demek, her alanda Türk
şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının
uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir.”
“Kemalizm demek, aynı zamanda, toprak
ağaları sınıfıyla kol kola, omuz omuza köylü kitlelerini ezmek, menfaat birliği
etmek, sınıf kardeşliği etmek demektir.”
CHP’yi “sola” çekmekle uğraşan Kemalist
“solcular” ile AKP’den gocunup, Kemalistlerle izdivaç kurmak isteyen liberal
“solcular”a hatırlatmakta fayda var. Kemalizm savunusunda ısrar eden Doğu
Perinçek’e karşı, Ocak 1972’de kaleme aldığı bu satırları, İbrahim Kaypakkaya
şu sözlerle noktalıyordu:
“Bazı silahlar vardır ki, onu elinde
tutanlar, kendilerini yaralarlar: Yani silah geri teper ve kendisini elinde
tutanları vurur. İşte Kemalizm böyle bir silahtır!”
Emrah Cilasun