5 Eylül 2017 Salı

SİYASİ İŞBİRLİKÇİLİK...!


 Kürdistan siyasi dünyasına Kürd millet düşmanı sömürgeci devletlerle siyasi işbirlikçilik yapmak uzun süreden beri damgasını vurmaktadır. Bu tutum “islam kardeşliği“ ve “sınıf kardeşliği“nde ifadesini bulmaktadır. Kürd millet düşmanı Türk, Arap, Fars sömürgecilerinin şahsında “kardeşlik,” "dostluk," ve "stratejik müttefiklik" keşfetmek politika edinilmiştir. Siyasi işbirlikçilik dediğim budur.
Bu politika uzun bir süre “ümmet ve sınıf kardeşliği,“ örüntülü “Irak, İran, Suriye ve Türkiye’ye demokrasi ve Kürdistan’a otonomi“ adı altında savunulmuştur. Türkiyelileşme, Iraklılaşma, İranlılaşma ve Suriyelileşme politikası üretilmiş, kaynağı Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi demokratikleştirmeye dayatılmıştır. “İslam kardeşliği,“ “Halkların kardeşliği“ süsleme cilası olmuştur. “Birlikte yaşam“ fetişleştirilmiştir. Bu tutum son dönemlerde federasyon ile sürdürülmüş ve Kürd milletinin bağımsızlık amacı karartılmıştır.
Bu mantık öylesine içselleştirilir ki sömürgecilerimizin hassasiyetleri Kürdlere hassasiyet olarak benimsetilme politikasına dönüştürülmüştür. Sömürgecinin bayrağı “bayrağımız,“ milli marşı “milli marşımız,“ sömürgeci ordular “ordumuz“ Kürdistan’ı beyninde ve kalbinde bölen devlet sınırlarına saygılıyız demek Kürd’e empoze edilmiştir. Meclislerinde sömürgeci ülkenin birlik ve bütünlüğünü korumaya dair namusu üzerine ant içirilmesine kadar sürdürülmüştür. Bu süreç içinde kanıksanmıştır. Çok iyi politikaymışçasına savunulmuştur. Bugün de alıcı bulmaktadır.
Bu politikaların siyasi sonuçları Kürd millet fermanıdır. Kürdlere mahsus bir politikadır. Başka hiçbir millet bu uğursuz politikaya rağbet etmemiştir. Düşmanının şahsında kardeşlik, dostluk, müttefiklik keşfetmemiştir. Düşmanın hassasiyetlerine saygı duymamış ve hiçbir zaman “bizim de hassasiyetlerimizdir,“ denilmemiştir. Fakat Kürdlerde politik amentüye dönüştürülmüştür. Tüm politikalarını düşmanın icazet sınırlarına hapsetmiştir. Onlardan izin almadan bir adım atmayı göze alamaz duruma gelmiştir.
Bunu ben demiyorum. Bunu bilakis Güneyli sorumlular dile getiriyor. İşte kapı gibi tapusu.
Kerkük Valisi Necmattin Kerim: “Bunu teknokrat şapkamı takarak ama bir Kürt olarak yanıtlamak isterim. Bizim Türkiye ile ilişkimiz stratejik bir ilişki, çıkar ilişkisi değil. Bu nedenle de konfederasyon ya da bir tür bağımsızlık yönünde bir adım atacak olsak dahi liderliğimizin Ankara’nın tam olarak bilgisinin olmadığı hiçbir şey yapacağını düşünmüyorum. Kimse için sürpriz olacak bir adım atılmaz. Kardeşlik esası üzerinden sürekli istişareler olacaktır. Başkalarını etkileyecek kararlar alıyorsak mutlaka her aşamasında tam istişare olacaktır. İki taraf da birbirine sürpriz yapmaz.“
Bir tapu daha.
Mesut Barzani'nin özel kalem müdürü Fuat Hüseyin, "Eğer Şiiler İran'ı, Sünniler de Arap dünyasını seçerse, Kürtler de Türkiye ile yakınlaşırlar. Türkiye'nin de Kürtlere ihtiyacı olur. Birbirimizi sevmiyoruz ama sevmeye de ihtiyacımız yok. Amerika Bağdat'dan geri çekildiğinde, çatışma yaşanacak, Türkiye'nin de başka bir şansı olmayacak. Kürtler bu şartlarda Türkiye'nin koruması altında rahat ederken, bunun karşılığında Türkiye, Kerkük'teki dev rezervler dahil, Irak'ın kuzeyindeki bölgenin petrol ve doğal gazına doğrudan erişim imkanı elde edecek ve dolaylı yollarla Kerkük'e sahip olacak."
KDP Dışişleri sorumlusu Hemin Hawrami, “ABD bölgeden gidecektir. Bağımsız olmamız gerekiyor. Ama bu mümkün değilse, Irak'tan çok Türkiye ile birlikteliği tercih ederim. Irak demokratik değil. Bunun için en iyi yol Kürdistan bölgesinin Türkiye'nin yeni Musul eyaleti olarak bir parçası olması, Türkiye'nin ise AB'ye katılması" açıklamasında bulundu.
“Irak-KDP’nin Referandum Girişimi Türkiye Projesidir,“ dediğimde Irak-KDP yalakalığı yapanların “düşman dezinformasyonlarına göre siyaset belirleme sığlıktır,“ diyenlerin yukarıdaki açıklamalar hakkındaki görüşünü merak ediyorum. Bu açıklamalar “düşman“ diye bildiklerinin açıklamaları değildir. YNK ve Irak-KDP’nin üst düzey yöneticilerine aittir ve Güney basınının servis ettiği açıklamalardır.
“Bağımsızlık Referandum“ projesi bu mantığın sonucu alınan bir karardır ve Türkiye projesidir. Kıbrıs ve Hatay’ı Türkiye’ye katma projesinin tıpkı benzeridir. Mesud Barzani ve onun kuklası haline gelen YNK’nin başındaki mafya grup, Tayfur Sökmen ve Rauf Denktaş görevini üstlenmişlerdir.
Evet “Bağımsızlık Referandum“ projesinin karar kılıcı merkezi Türkiye’dir. Türkiye, Kürdistan’a ilişkin ABD’nin planını bozmak, Kürdistan’ın Güneyi’deki kazanımları boşa çıkarmak, devletleşmeyi sekteye uğratmak için habire proje üstüne proje devreye koymaktadır.
Birinci proje ile Türkiye, Irak-KDP ile YNK’yi çatıştırıp milli birliği engelleyerek ve sonra İŞID’ı Kürdistan’a saldırtarak, adım adım istihbaratı ve ordusuyla Kürdistan’a yerleşmek oldu. Siyasi ve ekonomik olarak kendine bağımlı hale getirdi.
İkinci proje “Bağımsızlık Referandum“ girişimidir. Bu proje ile Kürd partileri arasındaki çelişkiyi derinleştirmek, iç savaşı çıkarmak istemesidir. Bir yandan Gorran Hareketi ve diğer partilere karşı siyasi, idari, ekonomik, askeri yaptırımlarla teslim alınmaya çalışılmaktadır. Diğer yandan Kürdistan’ın Güneyi’ni parçalamaya yöneliktir. Bunu Irak-KDP ve YNK’nin başındaki mafia grubunun eliyle uygulamaya koymaya çalışılmaktır. Bununla Kürd partileri arasında ortak milli bir siyaset ve milli birlik kurma engellenmeye çalışılmaktadır.
Bu proje en aşağı birinci proje kadar Kürd milletine zarar verecektir. Bunu dediğim için günün hayhuylarına kapılan birçok kesim hop kakıp hop oturacaklar. Bunu biliyorum. Fakat biraz sabırlı olsunlar. Hele bu vartayı bir atlatalım sonra zararlarını hep birlikte görür konuşuruz.
21. Yüzyılın bu sürecinde hem iç ve hem uluslararası gelişmeler sonrası Kürdler önemli mevziler elde ettiler. Fakat bu mevziler iç çalkantılar nedeniyle sakatlandı. Birey, aile, aşiret, parti ve bölge çıkarları milli çıkarların önüne konularak milli siyaset ve milli birlik boşa çıkarıdı. Her ne kadar kimi Kürd güçleri buna sebep olsa da bundan sömürgecinin parmağı eksik olmadı. Hani meşhur bir sözleri var: “Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz,“ diye. Bu mantık “Bu coğrafyaya Kürdçülük gelecekse onun sınırını da da biz tayin ederiz,“ politikasına dönüştü.
Sömürgecilerimiz, Kürd milli politikası ve birliği üzeri bir Kürd hareketin gelişmesinden çok korkuyorlar. Şunu gördüler. Artık Kürdler statüsüz yaşamak istemiyorlar. Hem iç potansiyel ve hem uluslararası sistem Kürdlerin bir statüye sahip olmasını dayatmıştır. Bunu gören sömürgecilerimiz onu sekteye uğratmayı politika edinmeye başladılar. “Kürdler bağımsız olacağına göre o halde bizim tayin ettiğimiz sınırlar içinde olmalıdır,“ deyip Kürd hareketlere el attılar. Kendi Kürdünü yaratmaya çalıştılar. Buna fit olan Kürd bulmakta da zorluk çekmediler.
Bugün bu rolün alasını oynayan Barzanilerdir. Bu politika hem sömürgecilerin, hem Barzanilerin çıkarına uygundur. Uygundur Türkler Barzaniler vasıtasıyla Kürdleri kontrol edecek, Barzanilerde sırtını dayattıkları Türkiye ile Barzani aile oligarşisini kurup diğer Kürd siyasi hareketleri karşısında hakimiyetlerini sürdürecekler. Barzanilerin Batılı güçler ile zıtlaşmasının bir nedeni de budur. Batı Orta Doğu’da aile, aşiret diktatörlüklerini tasfiye etmeye çalıştığı bu süreçte Türkiye’ye sırtını dayatan Barzanilerin kendi aile oligarşisini kurmaya çalışması Batının kabulleneceği bir girişim olamaz. Bunu her halükarda engelleyeceklerdir. Kuşkusuz şu an “Bağımsızlık Referandumu“ girişimi karşısında kendilerine savaş açmayacaklar ama bunun önlemini de alacaklardır.
Evet Türkiye ile Barzanilerin çıkar çakışması sonucu “Bağımsızlık Referandumu“ gündeme sokuldu. Bu proje ile aralarındaki işbirlikçilik perçinlenmeye çalışıldı. “Türkiye referanduma karşıdır,“ diyen çevrelerin bu bağlamda neye hizmet ettiklerini bir kez daha düşünmeye davet ediyorum.
Türkiye referanduma karşı değildir. Bilakis projenin sahibi ve destekleyenidir. Karşı olmuş olsaydı yaptırıma giderdi. Hepimiz biliyoruz ki Kürdistan’ın Güneyi ekonomik olarak Türkiye’ye bağımlıdır. İğneden ipliğe kadar tüm zaruri ihtiyaçlarını Türkiye üzeri temin edilmektedir. Dünyaya açılan pencere Türkiyedir. Eğer Türkiye referanduma karşı olsaydı bu pencereyi kapatır, ekonomik ambargo uygulardı. Oysa bunu yapmayacaklarını en üst düzeyde açıkladılar. Bu ne demektir? Bunun anlamı referandumu destekliyoruz demektir. Siz bazı yetkililerin hiçbir yaptırımı olmayan korusıkı bir kaç açıklamalarına bakmayın. Ki bunu da başka bazı yetkililer açıklık getirdi. “Politik dilden anlayanlar bu tür açıklamaların bazı hassasiyetlerden kaynaklı olduğunu bilirler,“ deyip Türklerin niyetini ortaya koydular.
Herkesin dikkatini şuna çekmek istiyorum. “Bağımsızlık Referandumu“ Kürdlerin iç mutabakat sonucu alınmış değildir. Kürd milletin referandumu değildir. Irak-KDP ve onun uydusu olmuş YNK başındaki mafia grubun refrandumudur. Bu karara karşı çıkan Kürd siyasal güçlerin yanı sıra ABD, AB, BM ve birçok devlet olduğu açık. Hatta referandumu gözlemci istemi bile BM tarafından karşılık bulmadı.
Burada soru şudur: Referandum kararı alan Irak-KDP neyine ve kime güveniyor? İkincisi, amacı nedir? Bu sorulara amasız, fakatsız cevap verilirse bu projenin kimlerin ve amacı da kendiliğinden ortaya çıkar.
Türkiye’nin gerek tek başına, gerek Irak-KDP ve onun uydusu olmuş YNK’nin başındaki mafya ekibiyle devreye koymaya çalıştığı projeler başarılı olur mu?
Kuşkusuz sonuç olarak hezimete uğrasa da Kürd milli mücadelesine büyük zararları olacaktır. Bugün olduğu gibi.
Sonuç olarak ABD politikası damgasını vuracaktır. Kürd milletinin devletleşmesi önündeki engelleri ortadan kaldıracaktır.
4 Eylül 2017.
Hasan H. Yıldırım