15 Nisan 2010 Perşembe

İşte böyle haber yapıyorlar!

CHA, bir Rus gazetesine dayanarak “Sovyet ajanları İkinci Dünya Savaşı sırasında Kürtleri ayaklandırmayı planlıyordu” diye yazdı. Ancak CHA, söz konusu haberi yazarken haberin özünü oluşturan meseleyi tamamen görmezden geldi.

Dün Cihan Haber Ajansı (CHA) tarafından servis edilen “Rus gazetesi: Sovyet ajanları Kürtleri ayaklandırmayı planlıyordu” başlıklı bir haberde, Rus Argumenti i Faktı gazetesinin bir haberine dayanılarak “Rus ajanlarının, Kürtleri Türklere karşı ayaklandırmak üzere faaliyet yürüttükleri” yazıldı.

Ancak haberin aslı okununca, CHA’nın meselenin özünü tamamen atladığı görülüyor. Rus gazetesindeki haberde tarihçilerden alınan görüşlere dayanılarak Türkiye’nin Almanya ile birlikte savaşa girmeye ve Kafkasya’ya saldırmaya hazırlandığına, Sovyetler Birliği’nin de bunu önleme çabası içine girdiğine dikkat çekiliyor. CHA ise, haberinde Türkiye’nin Kafkasya’ya girme olasılığından, Naziler’in Türkiye’ye Azerbaycan’ı vaad ettiğinden tek kelime bahsetmiyor.

CHA’nın haberinin girişinde yalnızca “Savaş yıllarında Türkiye'de görev yapan Sovyet İstihbarat Teşkilatı'nın Türkiye sorumlusu Mihail Baturin'in anılarına yer veren gazete, Baturin'in Türk yöneticileri Almanların yanında savaşa girmemeleri için ikna etmeye çalıştığını yazdı. Gazete Kars'taki Sovyet gizli istihbarat ağının da Kürt nüfusun yaşadığı bölgelere ajanlar göndererek Kürt halkının Türklere karşı ayaklandırmak için organize ettiğine dikkat çekti” ifadeleri yer aldı.

Sanki Sovyet yetkili “itiraf” etmişçesine…
Haberin geri kalanında Türkiye’nin Almanların yanında savaşa girme olasılığına dair özgün haberdeki hiçbir bilgiye yer verilmezken, bu girişle Sovyet ajanlarının Kürtler arasındaki faaliyetlerini Sovyet istihbarat şefi Baturin’in “itiraf ettiği” izlenimi uyandırılıyor. Oysa özgün haberde bu bilgi, bir İngiliz tarihçinin ağzından şu şekilde veriliyordu: “Türkiye genel kurmayının zihni aydan aya fantastik bilgilerle dolduruluyordu. Örneğin, SSCB Uzak Doğu’dan Kafkaslara 50 bölük kaydırmış ve Ruslar iki günde Ankara’da olacaklarmış. Gerçekte böyle bir kaydırma söz konusu değildi. Türkiye’nin güneydoğusundaki Kürtleri ayaklandırmaya hazırlanan Sovyet ajanlarının sayısı 100 kat abartılıyordu. Bir de, Türklere yanlış bir savaş planı iletildi. (Sanki Moskova’dan bizzat Stalin’in odasından çalınmış gibi) bu planda İran’dan gelen Sovyet ordusunun İstanbul’u denizden çıkartma yaparak işgal etmesi de yer alıyordu. Türkler pire için yorgan yakmaya değmeyeceğini anladılar.”

CHA neleri es geçmiş?
Özgün haberde, savaş sırasında Nazi ve Sovyet istihbarat servisleri arasında Türkiye’de “görünmez bir cephede” savaşlar yürütüldüğü belirterek, bu mücadeleye dair ayrıntılar veriliyor. Almanya’nın Türkiye’yi Sovyetler’e karşı savaşa girmesi için ikna etmeye kararlı olduğu vurgulanan haberde, bu amaçla Alman istihbaratının Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Franz Von Papen’e düzmece bir suikast düzenlediği, bu başarısız girişimin ardından Türkiye-Sovyet ilişkilerinin kötüleştiği belirtildi.

“1942 yazında Türk ordusu Kafkasya’yı istila etse hala zafer kutluyor olur muyduk bilemiyoruz” diye sorulan haberde, bir Türk tarihçiye dayanılarak şu bilgilere yer veriliyor: “Almanlar Türkiye’de iyi bir iş çıkarmışlardı. Bir yandan bakıldığında, Türkiye’ye Avrupa tipi gelişme vaad ettiler, Azerbaycan’ı sınırlarına dahil edebileceğini söylediler. Diğer yandan, köylerde söylentiler dolaşmaya başladı: Hitler Allah’a inanıyormuş. Belinin etrafında yeşil kuşakla doğmuş. Gizlice İslama geçip Haydar ismini almış.”

Türkiye’nin Kafkasya’ya dönük bir saldırıya girişmesi olasılığının gerçekliğine ilişkin Von Papen’e düzmece suikast girişiminin ardından Almanlar’ın Türkiye-Sovyet ilişkilerini bozmakta çok başarılı oldukları belirtilerek, Türk ordusunun 26 bölüğünün Sovyet sınırına yerleştirildiğine dikkat çekiliyor ve “Yeni düşmanlar arasında savaş kaçınılmaz hale gelmişti” deniliyor. Ancak bu bilgilerin hiçbirisi CHA’nın haberinde yer almıyor.

“Tarafsız Türkiye” safsatasına zeval gelmesin de...
Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’yla savaşa girmeye çok yakın olduğu, ancak bunun gerçekleşmemesinin hem İngiliz ve Fransız, hem de Sovyet hükümetlerinin baskısı ve Kızıl Ordu’nun Stalingrad’daki zaferinden kaynaklandığı bilgisi, genel olarak Türkiye’deki tarih anlatımında es geçiliyor. CHA da yaptığı haberde bu tarihsel bilgilere hiç değinmemeyi tercih etmiş.

Kurtuluş Savaşı’ndan itibaren Sovyetler’den büyük destek gören ve iyi ilişkilere sahip olan Ankara, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte sınırları büyütme ve devleti güçlendirme hayallerine kapılmıştı. İsmet İnönü hükümetinin Almanya’ya sağladığı başta krom ve bor olmak üzere hammaddelerin Alman ordusu için taşıdığı muazzam önem biliniyor.

İnönü yönetimi altında, Almanlar’la ilişkiler geliştirilirken bir yandan devlet kademelerinde hızla Alman yanlısı, Türkçü kadrolar yükseltiliyor, diğer yandan toplum içindeki ırkçı-Turancı akımlar el altından değil, açıktan destekleniyordu. Alman ordusunun batı cephesindeki parlak zaferlerinin ardından Türkiye, Almanya’nın Sovyetler’i işgal ettiği Barbarossa Harekatı’nın başlamasından 4 gün önce, 18 Haziran 1941’de Almanya’yla dostluk anlaşması imzaladı. Ali Fuat Erden ve Hüseyin Emir Erkilet paşalar Almanya’ya gönderilmiş, Hitler’le birlikte doğu cephesini tartışırken poz dahi vermişlerdi.

Bu dönemde hükümet içinde ve dışındaki Turancılar’ın en fazla dile getirdikleri düşüncelerden birisi, Kafkasya ve Kırım’daki “Türklerle” buluşmak ve Orta Asya’ya uzanacak bir devlet kurmaktı. Türk birliği düşüncesinin Nazi düşüncesiyle yakınlığına dikkat çekiliyor, Almanya’nın askeri desteğine güveniliyordu.

Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş, Reha Oğuz Türkkan gibi isimlerin yargılanacağı ırkçılık-turancılık davası ancak Eylül 1944’te açılmıştı. Mart 1945’te tamamlanan 23 sanıklı davada sadece 10 kişi, ufak suçlardan hüküm giymiş, iki sene sonra da salıverilmişlerdi. Bu dava sırasında sanıklar savunmalarında hükümet yetkilileriyle aynı düşünceleri paylaştıklarını, Turancı düşüncelerin İnönü dahil çok sayıda hükümet yetkilisi tarafından çeşitli zamanlarda dile getirildiğini ortaya koymuşlardı. Reha Oğuz Türkkan, bu düşüncelerin devletteki geçmişine de işaret ederek, davadaki savunmasında "bunlar, yıllarca, Atatürk tarafından bizzat tayin ve tavzif edilen Mahmut Esat Bozkurt tarafından devletin üniversitelerinde, inkılap tarihi kürsüsünden söylenmiştir. On binlerce genç ve içlerinde de ben, bu sözleri duyduk. Bu telkinler altında kaldık. Atatürkçülüğün, kemalizmin bu olduğuna inandık. İmtihanlarda ancak bu surette cevap vererek sınıf geçebildik. Bu dersler, bilahare devlet tarafından yayınlanmıştır. Aynı sözler, aynı profesör tarafından, siyasal bilgiler okulunda; Teşkilat-ı Esasiye kürsüsünden de söylenmiştir. Anayasamızın manası bize böyle anlatılmıştı" demişti. (Kaynak: soL Haber)