Farkında mısınız? Rüzgar hafife alınamayacak şekilde “hayır”dan yana… Belki sönümlenecek, belki daha da şiddetlenecek… İkincisi olursa, karşımızdaki suç örgütünün de elleri armut toplamayacak elbette. Tanığız! Yakın geçmişte yaşadıkları genel seçim bozgunundan sonra halka terörle boyun eğdirebilmek adına barış ortamını nasıl sabote ettiklerine, terör örgütlerinin bu sürecin “kullanışlı” aparatlarına dönüşmeye ne kadar hevesli olduklarına tanığız…
Yine ellerinden geleni yapacaklar. Dikkatli olmalı… Önümüzdeki -görece kısa- süreçte, “hızlı çekim” bir film izler gibi, suikastlar, silahlı, bombalı saldırılar, sokak çatışmaları; yetmezse düzmece bir darbe girişimi görmemiz mümkün… Sandığa yaklaşırken, halihazırda çelimsiz düşürülmüş zihinleri olabildiğince bulandırmak, hatta yenilginin kaçınılmaz olduğunun tespit edilmesi durumunda seçimi engellemek için ellerindeki aygıtları seferber eder, her yola başvururlar. “Yapabilirler” değil… İhtimal değil… Biliyoruz ki yaparlar!
Bugüne dek hep yaptılar… Ne zaman varlıkları ve işlevlerinin kökeninde taşıdıkları doğal çelişkiler gün yüzüne çıkmaya başlasa, ne zaman tabandan gelen meşruiyetlerinin taştan zannettikleri temelinde hafif sarsıntılar hissetseler, aynı yönteme başvurdular. “Kontrollü” kaosla terörize ettikleri toplulukları sığır güder gibi, legal/illegal baskı ve algı yönetim aygıtları ile arzuladıkları kapılara doğru “sürdüler”. Şimdiye kadar aynı yöntemle aşılan köşe taşlarından sonra, sıra belki de en önemlisine geldi: fiili olarak uygulamaya soktukları rejim değişikliğini yasalaştırmak…
Gündelik yaşamı sabote ederek insanları hayatlarından bezdirdiler. Bunu yaparken “değişim arzusunu” tetikleyen bir algı mühendisliğiyle söz konusu değişikliğin zeminini hazırlamayı planladılar. Daha açık bir ifadeyle; bir şeylerden bıktırılmış, umutları ve yaşam enerjisi tüketilmiş sıradan insanın önüne “bir şeyler değişsin mi?” diye soran bir sandık koyacak ve milyonlarca insanın yarısından bir fazlasından “evet” cevabı alacaklar plana göre… Peki, plan bu sefer de işleyecek mi? Bu sefer, büyük ölçüde bize bağlı…
Evet, bu yöntemin şimdiye dek çalıştığı doğru… Evet, insanların bir şeylerden bıktığı, doyum noktasına yaklaştığı da doğru… Ama aynı insanların, 15 senelik fiili iktidarın bir diktatörlüğe dönüştüğüne; her çatlağı doldurarak betonlaştığına; memleketin boğucu havasızlığına, amansız karanlığına tam da bunun yol açtığına; asıl, rejim yerine iktidar değiştiğinde ülkenin havasının tazeleneceğine uyanması da pekâlâ mümkün… Bu bir rüzgardır ve bu rüzgar, şimdiye kadar uyguladıkları yöntemin aleyhlerine işlemeye başlaması, atacakları her yeni adımın kendilerini yok edecek yangını biraz daha büyütmesi anlamına gelir. Bu rüzgarın varlığı, yenilginin kaçınılmazlığı anlamına gelir. Bu mütevazı “aydınlanma” olasılığı ise, doğrudan, birbirinden farklı kesimlere hitap eden “hayırcı” muhalif güçlerin referandum sürecindeki tutumlarına bağlıdır.
Belki de genel ve yerel seçimlerde muhalif gruplar açısından bir handikap olan ve geçmişte hep iktidara yarayan bölük pörçüklük, uzlaşamazlık, burada işe yarayacak; şimdilik yarıyor gibi de aslında… Rejim değişikliğinin “tek kişi” için olduğu, “hayır”ın ise -biz benzemesek de birbirimize- hepimiz için olduğunu öne çıkardıkça kazanacağız. Sekterlikle, püritenlikle, dar çevrecilikle, mükemmeliyetçilikle değil, bulunduğumuz zeminlere sağlam basarak, sadelikle, insan emeğiyle kazanacağız. Herkes, her grup “yerelini” kazanırsa kazanacağız. “Kimsenin ‘hayır’ı kimseninkinden evla değil bugün” diyebildiğimiz ölçüde kazanacağız. Toplumda öyle veya böyle ortaya çıkmış “değiştirme arzusu”nu bastırmaya çalışarak değil; tanıyarak, kapsayarak, deneyimleyerek, kazanacağız. Değiştirme arzusunu temsil edebildiğimiz ölçüde biz kazanacağız!
Bu zafer mümkündür. Bu olası zafer, iktidarın yok oluş sürecini başlatmak adına olduğu gibi, solun sınıfla yeniden buluşması adına da, Cumhuriyet’in geleceği adına da milat olacak.
Boykot mu? Şakası bile güldürmüyor!
Referandumda “asil” bir sol tavır olarak boykot diyecek arkadaşlar görüyorum yine tek tük. Etmeyin, trajikomik… “Sol” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı eserinde şöyle der Lenin: “Komünistlerin tüm görevi, icat edilmiş, çocukça ‘radikal’ şiarlarla kendini geri kalmışlardan tecrit etmek değil, onları inandırmak, onlar arasında çalışmaktır.”
Tamam, biliyoruz, bazılarınız Lenin’den çok daha solcusunuz sevgili dostlar. Yine de bir kulak verin, birkaç aylığına bunun ispatını erteleyin. Hep beraberce bir doğru dürüst duralım yerlerimizde. Dosta düşmana karşı sağlam bir zemin örelim olmaz mı?
Temel argümanınız, “hayır” demenin referandumu “meşrulaştıracağı”. Eyleminiz ise sadece ve sadece yurttaş olarak varlığınızı gayrimeşru ilan etme niyetinde olanlara hizmet edecek. Bugün rasyonel aklı reddeden gizemci bir tarikat gibi davranmanın âlemi yok. 15 yıllık iktidarın en zayıf, en haksız olduğu dönem bu belki de… Ve önümüzdeki, toplum adına en kritik olan seçim… Boykot çağrısının izahı olamaz! Bireysel bile olsa. Şakası bile güldürmüyor.
Biz kayıtsız şartsız “hayır” diyoruz! Biz kaybetsek de diktatörlük meşru olmayacak. Biz kazansak da memleket bir yeryüzü cennetine dönüşmeyecek. Biz kazansak da, kaybetsek de, bugün “hayır” diyen cesur, onurlu ve vicdan sahibi yurttaşlarla birlikte kavgaya devam edeceğiz!
kaynak: redaktif