Sanatçı Zülfü Livaneli Cumhuriyet
Gazetesi için yazdı.
Livaneli, "Kendimizi kandırmayalım.
Şu anda gırtlağına kadar yolsuzluğa, hırsızlığa, hukuksuzluğa, şiddete,
kuralsızlığa batmış, uçurumun kıyısına gelmiş bir ülkeyiz… Sonucu hoşa gitmeyen
seçimleri tekrarlamak, “Seni başkan yaptırmayacağız!” diyen ve sözünü tutan
HDP’yi dışlamak, küçük düşürmek, yok etmek, böylece sultanlık için gereken
Meclis çoğunluğunu elde etmek için kanlı bir oyun oynanıyor’’ dedi.
İşte Livaneli'nin Cumhuriyet
gazetesindeki yazısı:
Mecelle’nin önemli bir kuralı olan
“ehemmi mühimden ayırmak” becerisini gösteremeyiz.
Bütün genellemeler gibi bu genellemeyi
de haksız çıkaran akıllı insanlar var bu ülkede ama ne yazık ki savaş
borazanları öterken, flütlerin sesi pek duyulmaz. Çok gürültü çıkaran boş
tenekelerin sesi daha yüksek çıkar.
Son ayların siyasi gelişmelerini; en
basit, en yalın biçimde nasıl anlatırım diye düşündüm ve izninizle popüler
kültürden yararlanmaya karar verdim.
Bir film sahnesi...
Gözümüzün önüne bir film sahnesi
getirelim: Bir arka odada poker masası kurulmuş, herkesin önünde kâğıtlar,
fişler... Oyunun sonuna doğru gerilim iyice yükseliyor. Patron olduğu belli iri
yarı adam epey yüksek bir pey sürüyor ortaya, herkese rest çekiyor. Bazı
oyuncular çekiliyorlar. Oyuna yeni giren genç bir adam ise resti görüyor.
Elindekileri ortaya sürüyor. Herkes nefesini tutmuş, kâğıtların açılmasını
bekliyor.
Bu arada patronun adamlarının elleri
silahlarında. Odada tehdit edici bir hava var. Sonunda eller açılıyor ve
şaşırtıcı biçimde patronun kaybettiği, genç adamın ise kazandığı görülüyor.
Herkes şaşkın şaşkın birbirine bakıyor, çünkü bu duruma hiç alışık değiller.
Patron nasıl kaybeder? Böyle bir durum
kabul edilebilir mi? Odadakiler kuşku içinde iri yarı patrona bakıyorlar ve
beklenen tepki gecikmiyor. Patron dehşetli bir hamleyle masayı deviriyor;
pullar, paralar, kâğıtlar dağılıyor. Adamları silahlarını çekip ortalığı daha
da karıştırırken, patron “Oyun tekrarlanacak’” diye bağırıyor. “Yeniden kurun
masayı.’’ Bir iki kişi itiraz edecek gibi olunca, silahlar ateşleniyor, ortalık
kan gölüne dönüyor. Bu arada bazıları da başka bir odaya çekilip, olan bitenin
hiç farkında değilmiş gibi, acaba bir orta yol bulabilir miyiz, acaba ortak
davranabilir miyiz diye laf olsun torba dolsun kabilinden uzun görüşmeler
yapıyorlar. Durumu anlayan insanlar ise bu oyunun kurallarının olmadığını,
patron kazanana kadar hep tekrar edileceğini anlıyorlar. Patronun yeni oyundaki
hedefi; genç adamı oyun dışı bırakmak.
Kuralsız oyunlar
Bu ülkede ne yazık ki oyunlar kuralsız
oynanır. Çünkü iliklerimize kadar işlemiş bir otorite anlayışımız var. “Zor
oyunu bozar” ya da “Emir demiri keser” sözlerini hangi gelenek yaratmış acaba?
Ya “Gelen ağam, giden paşam” sözünü?
Bir örnek vereyim: Devrik padişah
Abdülhamit, Beylerbeyi Sarayı’nda “ihtilattan men edilmiş” biçimde yaşarken,
ona dışarıdan haberler getiren askeri doktoru, 1917 yılında bir gün Rusya’da
ihtilal olduğunu aktarıyor. Abdülhamit buna inanamayacağını söylüyor; yalandır,
tek taraflı barış yapmak için göstermelik bir ihtilaldir, diyor. Doktor
sebebini sorunca, padişahın verdiği cevap çok ilginç: “Dünyada iki millet
vardır ki başlarında bir çoban olmadan yaşayamazlar. Ruslar ve Türkler.”
Acaba tarih padişahı haklı mı
çıkarmakta? Rusların sarayda çok nüfuzu olan papaz Rasputin’den yüz yıl sonra
gele gele Putin’e varmaları rastlantı olabilir mi? Ya Türkiye’nin, monarşinin
yıkılışından yıllar sonra tekrar sultanlık özlemini saklamayan bir siyasetçiye
yüzde 52 oy vermiş olmasına ne demeli?
Denetim ve denge
Bir Anglosakson modeli olan “demokrasi
kurum ve kuralları” bizim gibi ülkelere uygulanamıyor mu yoksa? Demokratik
rejimin olmazsa olmazı; denetim ve denge (checks and balance) ilkesi bizim gibi
ülkelerde işlemiyor mu? Yasama, yürütme ve yargının tek kişide toplandığı bir
rejime demokrasi denilebilir mi? Sadece sandığa indirgenmiş bir rejim, seçilmiş
krallar yaratmaktan başka bir işe yarar mı? George Washington’un dediği gibi
“yöneticileri anayasanın çarmıhına germek” güvencesi bize uygulanabilir mi?
Yoksa “Anayasa da neymiş ulan?” diye narayı basan mı kazanır?
Kanlı oyun
Kendimizi kandırmayalım. Şu anda
gırtlağına kadar yolsuzluğa, hırsızlığa, hukuksuzluğa, şiddete, kuralsızlığa
batmış, uçurumun kıyısına gelmiş bir ülkeyiz.
Sonucu hoşa gitmeyen seçimleri
tekrarlamak, “Seni başkan yaptırmayacağız!” diyen ve sözünü tutan HDP’yi
dışlamak, küçük düşürmek, yok etmek, böylece sultanlık için gereken Meclis
çoğunluğunu elde etmek için kanlı bir oyun oynanıyor.
Her zaman olduğu gibi bedeli yine masum,
iyi niyetli, garip çocuklarımız ödüyor. Suruç’ta “her biri cihan parçası”
evlatlarımız parçalanıyor, gencecik askerlerimiz, subaylarımız, polislerimiz
“hayın tuzaklarda, kan uykularda” can veriyor ve ne yazık ki Türkiye bir iç
savaş ortamına çekiliyor. Amaç ne: İktidar, sadece iktidar. Asyalıların
asırlardır söylediği gibi “kaplanın sırtına binen oradan inemez”. Çünkü inerse
kaplan parçalayacaktır onu. Bu yüzden ömür boyu orada kalmaya mahkûmdur.
Türkiye’deki siyaset oyunu bu kurala
göre işliyor. AKP’nin iktidar yılları öylesine anayasa ihlalleriyle, öylesine
suçlarla dolu ki hesap vermemek için her şeyi göze almış durumdalar. Bu yüzden
masayı dağıtıp, ortalığı kana boğuyorlar. Koalisyon görüşmeleriyle de göz
boyuyor, zamanın dolmasını bekliyorlar.
Emir demiri kesince...
Bizim gibi ülkelerde hiçbir siyasi
analiz, liderin psikolojisi ve oyun planı hesaba katılmadan yapılamaz /
yapılmamalı. Çünkü yanlış çıkar.
Bu ülkeyi yerleşik kurallar ve kurumlar
yönetmiyor, emir demiri kesiyor. Hep birlikte düşünelim: Yeni seçilen bir
Fransız Cumhurbaşkanı, “Ben başkanlık makamını Elysee’den taşıyorum. Keyfime
göre muazzam bir saray yaptırıp oraya geçiyorum” diyebilir mi? Otel değiştirir
gibi Cumhurbaşkanlığı makamını değiştirebilir mi? Bir Amerikan başkanı “Beyaz
Saray’ı beğenmedim, kendime yeni bir saray yaptırdım” dese Amerikan kurumları
aval aval seyredebilir mi? Gerçekten kendimizi kandırmayalım? Ne kadar acı
olursa olsun, gerçeğin gözünün içine bakmakta yarar var.
Türkiye’de olup biten her şey bir
“seçilmiş kral”ın iradesine göre şekilleniyor. AKP’nin CHP’yle yürüttüğü sözüm
ona koalisyon görüşmeleri de Erdoğan’ın isteğine uygun olarak, süre doldurma
amacına hizmet ediyor. Laf olsun torba dolsun misali, CHP dış politika, terör,
ekonomi, eğitim vs. gibi konulara ait düşüncelerini (yani basılı programını)
anlatıyormuş, AKP’liler de sessizce not alıyormuş.
Tiyatronun böylesine “amatör” bile
denmez. CHP’nin daha başta AKP’ye söylemesi gereken şuydu: “Sorumlu bir parti
olarak ülkeyi hükümetsiz bırakmamak için sizinle görüşürüz ama önce vesayet
altında olmadığınızı ispat etmeniz gerekir. Bunun da ilk şartı yolsuzluk,
TIR’lar, Uludere gibi dosyaların ele alınması ve Meclis soruşturmalarının,
yargılamaların başlamasıdır. Bunu yapmadığınız sürece rüştünüzü ispat etmiş
sayılmazsınız.” Ama ne yazık ki iktidar ortağı olmaya hevesli bazı CHP
yöneticileri, göle maya çalar misali, ya tutarsa diyerek, “avara kasnak”
görüşmeleri devam ettirerek kamuoyunu oyaladılar ve başkan babanın “İşte
görüyorsunuz, hükümet kurulamadı” diyerek ülkeyi erken seçime götürmesinin
bahanesini oluşturdular.
‘Baba’nın planları!
Başkan babanın birinci planı erken
seçime götürmek. Kendi deyimiye “tekrar seçim” yaptırmak. (Ne demek tekrar
seçim? anayasada ve seçim kanununda böyle bir tanım var mı?) İkinci plan ise erken
seçim ortamına, seçmenin korku içinde gitmesi. Seçmen kitlelerine “Bak ülke
perişan oldu, hadi yine istikrar sağlamak için babamıza sığınalım” dedirtmek.
Ve HDP’yi tırpanlayarak, “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünü yalatmak. Kan bu
yüzden dökülüyor, ocaklara bu yüzden ateş düşüyor.
Bu ülkeyi gerçekten seven yurtseverlere
düşen görev, akıllı olmak, durumu iyi değerlendirerek kan tuzaklarına
sürüklenmemek, kutuplaşma şehveti içinde “Yaşasın ölüm” çığlıkları atmamak ve
her şeye rağmen barışı, insanlığı, kardeşliği savunmaya devam etmek.
Asıl sorumlu
Şimdi bazı okurların can alıcı soruyu
sorduğunu duyar gibiyim: “İyi ama PKK bu kadar adam öldürürken barış nasıl
savunulacak? Bu saldırılara cevap verilmeyecek mi?” Haklısınız; hiçbir devlet
silah bırakmaz ve şiddeti ezmek için şiddet kullanır. Ama buradaki soru şu:
Acaba bu eylemleri kim yapıyor, niçin
yapıyor? Demirtaş’ın “kirli” diye nitelemekten çekinmediği eylemlerin asıl
sorumlusu kim?
Suruç katliamında bütün öfke IŞİD’e
yönelmişken, boğayı kendi üzerine çekmek için kırmızı pelerin sallar gibi hedef
şaşırtmaktan başka bir anlamı olmayan biçimde, iki polisimizi uykularında
kurşunlamak hangi amaca hizmet ediyor?
PKK yöneticilerinin Demirtaş’ı eleştiren
ve son olarak, parlamentodan vazgeçin anlamına gelircesine “Halkın içine,
köylere çekilin” açıklaması, hangi iradenin işine geliyor? TBMM’de 80
milletvekili ile sesini duyurmak, köylere çekilmekten daha iyi değil mi?
Başbakan yardımcısı niçin Demirtaş’ı, Öcalan’a ihanet etmekle suçladı, Brütüs
dedi? Neden dolayı “Öcalan milli çizgide ama HDP değil” diyorlar, kısacası
Öcalan’a bayılan iktidar odakları niçin HDP’yi şeytanlaştırmaya çalışıyor.
Niçin?
Unutulmasın ki; yüzde 6 civarında oya
sahip olan HDP’yi parti olarak seçime sokmak, onları baraj altında bırakma, böylece
AKP’ye başkanlık konusunda yeterli çoğunluğu sağlama girişimiydi.
Ama hem konjonktür, hem de HDP’nin ön
plandaki yüzlerinin yürüttüğü sempatik propaganda ve “Türkiyelilik” vurgusu,
yüzde 13 başarı getirerek oyun planını bozdu. Şimdi geri alınmak istenen budur.
Kan bu yüzden akıyor.
Ve bu kargaşada kim kiminle ortak, kim
kimin değirmenine su taşıyor, anlamak çok zor. Her şey gördüğümüzden ibaret
değil.
Siyaset sözlüğünde merhamet maddesi
yoktur. (Unutmayalım ki ABD Pearl Harbour baskınını önceden haber aldığı halde
önlemedi; sırf Japonya’ya misilleme yapabilmek amacıyla Japon uçaklarının onca
Amerikalıyı öldürmesine, gemilerini batırmasına izin verdi. Yani oyun içinde
oyun oynanır ve sıradan yurttaş olarak bunları bilmemiz çok zordur.)
Son söz
Laik, demokrat, kardeşçe yaşanan, barış
içinde bir Türkiye’yi özleyen herkesin çok dikkatli olması gerektiği, oyun
içindeki oyunları anlaması, birbirini uyarması gerektiği kanısındayım. Çünkü
siyasetin elindeki en büyük koz, provokatif eylemlerle, manşetlerle
kandırabileceği halk kitleleri, daha doğrusu “millet”in aptal kesimidir.
Geleceğe olan umudumuzu hiç yitirmedik.
Zulüm ve kan ne kadar artarsa artsın, geleceği haktan hukuktan, demokrasiden,
barıştan yana olanlar kuracaktır.
Bu zor yılları birbirimizi kırmadan
dökmeden, dayanışma içinde, dikkatli, anlık öfkelere kapılmadan,
soğukkanlılıkla atlatmak zorundayız. İnsanlık onuru bu zulmü de yenecektir.