15 Eylül 2017 Cuma

AYSEL TUĞLUK’A MEKTUP

Bir tek seni ve anneni düşünüyorum o geceden beri. Sen bu vedayı bu kadirşinas merasimi yaşamalıydın. Herkes bunu yaşıyor. Ama sana yaşatmadılar.
Sevgili Aysel,
Daha önce de yazmıştım aylar oldu, inşallah ulaşmıştır eline. Öncelikle başsağlığı diliyorum. Nur içinde yatsın annen. Bu rezillikleri görmedi, senin tarif edilemez acına tanık olmadı; her ne kadar hayali de olsa bir an olsun onunla avunalım. Yaşananları öğrendiğimden beri seni anneni kendimi ve annemi düşündüm hep.
Cezaevindeki ilk gecem (5 yıl önce) yani koğuşa girdiğim ilk gece yatakta tamamen kendimle baş başa kaldığımda ufak bir sevinç ve ferahlık kapladı içimi. İyi ki annem ben cezaevine girmeden ölmüş diye düşünür buldum kendimi. Çünkü 8 yıldır demans yaşayan ve son zamanlarda beni bile zor tanıyan, tanıdığında gülümseyen annem bu durumu anlayamazdı. Ben de ondan uzak çok acı çekerdim. Böyle bir tuhaf ferahlıkla uyudum.
Senin annen hasta haliyle cezaevine gelmiş o acıyı yaşamış kaç kez ve sonra gelemez olmuş ve sen onun yanında olamadın. Neden çünkü sende de terörist arıyorlar bulamıyor ve bekletiyorlar. Rehin rehine; başka bir açıklaması olamaz. Annen vefat ediyor ve cenazeye katılmana izin veriyorlar. Ancak birileri bu cenazenin merasimini baltalıyor, nefret sloganlarıyla saldırıya geçiyor ve cenaze topraktan çıkarılmak zorunda kalınıyor. Üstelik bu toprak Ankara’da annenin vasiyetindeki istirahat yeriydi. Sen bu acıyı nasıl yaşayabildin? Anlamaktan acizim.
Onca olup bitenden sonra cenazenin Dersim’de defnedilmesi doğru bir karar ama bu sefer seni oraya göndermediler. Telafi hiçbir zaman olmuyor. Çıldırtıcı bir acı, her şeyi genel düşünmek zorunda değiliz. Bu özel olarak insanın, senin aklını duygularını harap edecek büyük bir acı, tarifsiz bir nefret ve cehalet, tarifsiz bir inançsızlık ve yine tarifsiz bir saldırı sabrını öldürmeye çalışıyor. “İnsan”sız saldırı, yani insan olamayan bir grubun saldırısı, robot gibi, topraktan bitkiden canlı olandan düşünenden nasibini alamamış kurgulu saldırganlar. Kuranlar belki alkış tutuyor, belki kurmuş olmaktan kıvanç duyuyor, belki de şuursuz hareket ediyor. Bir diğer yan da çırpınıyor insan olmanın hakkını vermeye…
Erkekler genelde kolaycıdır, tek sebep arar böyle vicdansızlıklarda, ama bunlar çok sebepli kışkırtmalar, çok uzun çoklu tarihi nedenleri var. Bunlar teknoloji ile kuvvetlendirilmiş, ne yazık ki tek mekânla tek bir halkla, tek bir kültürle ilgili de değil. Bu vahşi bir iktidar hırsı ya da ona özenen düz beyinlerin beyinsizlik hali… Alışmak çok tehlikeli. Her zaman şaşırmalı ve insanlığını diri tutmalı şaşıranlar, kabul etmeyenler kabul edenleri teşhir etmeli.
Genel düşünmekten usandım. O kadar uzun sürdü ki bu nefret. Belki 100 yıl belki 200 yıl, artarak teknoloji (medya) ile hırçınlaşarak devam ediyor. Bilmediğimiz şeyler değil. Daha bir hafta önce 6-7 Eylül’ü hatırladık, ben küçükken de görmüştüm komşularımın korkularını ve endişelerini. Bilsek de şaşıracağız, bu tür öldürücü propagandalara meşruiyet kazandırmamalı insan olan…
Ben bir tek seni ve anneni düşünüyorum o geceden beri… Sen bu vedayı bu kadirşinas merasimi yaşamalıydın. Herkes bunu yaşıyor. Ama sana yaşatmadılar.
Dünden beri düşünüyorum: Yazmalısın yine Aysel, yaşatılmadan yaşamanın ne olduğunu bilmeyenlere anlatmalısın. Özel olan da politiktir, bunu biliyorsun zaten. Ayrıca çok güzel yazıyorsun, yazıyordun, biz de zevkle okuyorduk. Bu dönem öyle bir dönem kendini tüm duygularınla birikimleriyle ortaya koyup paylaşmalısın. İnsanlığı yaşatmanın belki de tek yolu bu. Nefretin kaynağını kurutmak için bence paylaş duygularını. Acıyı içinde kavurma.
Hatun annen mutlaka senin sağlıklı ve güçlü kalmanı isterdi. Belki de şu an çok güçlüsün. Ben sadece onca biriktirilmiş nefretin sıkışıp patladığı noktalardaki tahribatı hissederek söylüyorum bunları. Oradaki o bekleme odaları çaresizliğin çırpınışlarını, hırs krizinin tezahürlerini sergiliyor. Bekleme odaları bekletme odalarına dönüşecek elbet. İnsan aklının yarattığı hukuk ve adalet de yerine oturacak elbet.
Anneannemin bir kardeşi vardı adı Seher’di. Saçları 40 yaşından itibaren bembeyaz olmuştu. Terziydi ablası gibi. Ölmeden önce hastalığı sırasında hep telefon ediyor haftada bir ziyaretine gidiyorduk. Ümraniye de otururdu. Nasılsın dediğimde “canım içimde” derdi. Bu söz bana tuhaf gelirdi gençken, hiç anlamazdım. Annem benim yanımda son nefesini alıp verdiği an canın içerden nasıl çıkış yaptığını gözlerimle gördüm ve sadece içerde olmasının yetersizliğini de haksızlığa uğraya uğraya, kaybede kaybede anladım.
Senin annenin kaybı tabii ki benim de kaybım, bu acıyı paylaşıyorum, bildiğim bu yolla, yazarak. Hepimiz Aleviyiz, Kürdüz, Ermeniyiz sözlerini çok kullandık. O da bana yetmiyor artık. Canımızı beynimizle ve vicdanımızla buluşturan insanlar olarak bu onurlu insanlık duygusunun yaygınlaştırmak durumundayız.
“Biz”den de usandım. Sana sadece sana hitap ediyorum; sabır dileyerek sarılıp öpüyorum. Tüm dostların, yakınların, yoldaşların gibi.

Buşra Ersanlı (bianet)